Rasthaber -
Bir Gazzeli çocuk kardeşinin parçalanmış cesedini bir
torbada taşırken kendisini uzatılan mikrofona şöyle diyordu:
“Hasbinallahu ve
nimel vekil! Hamdolsun Allah'a O ne güzel vekildir. Biz cennetteyiz siz bizi
izleyip de sorumluluklarını yerine getirmeyen ey İslam ümmeti! Hiçbir şey
yapmayan duyarsız kalan İslam ümmeti! Siz cehenneme gideceksiniz!”
İsrail'in soykırım saldırılarında yakınlarını kaybeden Gazzelilerin
tevekkülü ve metanetiyle herkese, dünya Müslümanlarına takva sabır dersi
verdiklerine şahit oluyoruz.
Hava saldırılarında annesini, babasını, kardeşini, evladını
akraba ve dostlarını kaybeden insanların dillerinde hamd ve şükür duaları
duyuyor ve yakınlarının şehadetlerine acı ve üzüntü ile birlikte gurur duyup
öğündüklerine şahit oluyoruz.
Bu yürek burkan acıların tam ortasında bile umudu ve inancı
kaybetmeyip daha da yücelten müminleri görüp utanmamak mümkün mü?
Uzanan her mikrofonun karşısında sanki Kur’an tefsir ve
hadis uzmanı metanetlerinin yanında İslami kaynaklarına ve tarihine yüksek
vakfiyetleri bizi şaşırtan insanlar var. Küçücük çocuklarla ve yeni yetme
gençlerle sohbet edildiğinde sanki İslam Üniversitelerinden ya da
medreselerinde yıllarca diz çürütmüş zühd, takva tevazularına bakınca sanki
yıllarca ahlak dersi alıp nefs tezkiyesi ile ömrünü tüketmiş direniş konusunda
cesaret ve metanetlerine bakıp en iyi askeri okullarda eğitim almış savaşlar
yönetmiş cephelerde uzun yıllar tecrübe kazanmış alim mücahid ve arifler ile
konuştuğunuz izlemine kapılıyorsunuz.
Gazze’de 70 küsur yıldır savaş ve direniş var. İslam
Ümmetinin duyarsızlığına rağmen çok az bir kesimin ilgisi ve artık tek sayıya
düşmüş bir devletin yardımı ile yıllardır bu mücadeleyi sürdüren bu halk
demirin tavında şekil bulması gibi zulmün, direnişin ve katliam ortamında
piştiler, olgunlaştılar ve takva ve metanet sahibi oldular.
Siyonizm 300-400 yıllık projelerini hiç vazgeçmeden ve
değişen tüm dünya şartları ve konjektürüne rağmen bir şeklide uyguluyor ve de
bütün Dünya’da uygulatıyorlar.
Maalesef Gazze’nin boşaltılması planı baştan beri Siyonist
rejimin uygulamak istediği bir yöntemdi. Zaten işgalin ana programı böyle işletildi
ta baştan beri. Filistin halkı her bölge de ve işgal tarihinin her periyodunda
belli hatlara ve belli alanlara yönlendirilerek oralarda iskâna zorlandılar.
Sonra buralarda kısım, kısım boşaltılarak Siyonist yerleşimcilere açıldı ve
yavaş yavaş Filistinliler buralardan uzaklaştırılarak bu bölgeler İsrail
topraklarına katıldı. Zaten 1940’lardan bu yana İsrail işgal haritalarına
baktığımız da işgal programının aşama aşama uygulanışına daha net
görebiliyoruz. Gazze eğer İsrail topraklarına katılırsa sıra Batı Şeria’ya ve
Kudüs’e gelecek bundan emin olabilirsiniz. Batı Şeria Filistin Yönetimi Hamas
ile anlaşamıyor ve İsrail ile ilişkiler geliştirerek barış içinde
yaşayabileceklerini zannediyorlar. Emin olun bu hissi o insanlara vermek de
işgalin ve asimilasyonun bir gereğidir.
Yani işgalin baştan beri programı buydu. Ama bizim
zamanlarımıza bu programın Gazze’ye tekabül eden aşaması denk geldi ve biz buna
şahit oluyoruz. Ama Filistin tarihini bir bütün olarak inceleyen kişiler bunun
hep aynı yöntem ile uygulandığını iyi bilirler. Aslında bu sadece İsrail’de
uygulanan bir yöntem de değildir.
Küresel Emperyalizm Siyonizmin etkisinden asla ayrı değildi.
Siyonist sermaye bu gün CFR olarak tekamül etmiş ve tarih boyunca çeşitli mason
kuruluşları ile tüm dünyada etkili manüplasyonlar yapmıştır. Bunlardan en
önemlilerinden biride Endülüst Emevi Devleti’nin Hristiyanlar tarafından geri
alınıp Müslümanların buradan tecrit edilmesiydi.
Şuan Gazze’de yaşanan soykırım, ambargo, eziyetler, tüm dünya Müslümanları
tarafından yalnız bırakılma, hiç kimsenin sahip çıkmaması geçmişte de yaşanmış mıydı
diye sorarsanız size maalesef evet derim. Dünya savaşlarında benzer çok olay
görülmüştür belki ama Müslümanların
düşmanlarıyla yaptıkları savaşlarda tecrit, kuşatma yıldırma “aç bırakma” ve neticede “toptan yok etme” uygulaması
sonucunda teslim olmuştur en önemli şehir Endülüs Emevi Devleti’nin son toprak
parçası Granada’nın kaderi bu gün Gazze’nin mahkum edildiği durum ile hemen
hemen aynıdır.. Âdeta, beşyüz küsur yıl önce Gırnatâ’da (Granada) sergilenen
işgal yöntemi yeniden Gazze’nin merkezinde sahnelenmektedir.
Bilindiği üzere Endülüs’ün son başkenti Gırnatâ, bir yıla
yakın İspanyol Kastilya kuvvetlerinin muhasarası altında kalmıştı. Bu süreçte kuşatma
altındaki şehir, dönemin güçlü İslam devletlerinden olan Memluk ve
Osmanlılardan hiçbir yardımda alamamıştı.
Gırnata halkı, tıpkı Hamas’ın bu gün savaştığı gibi savaşmış
ve şehirlerini kuvvetli bir direniş ile savunmuş ancak kuşatmanın sebep olduğu açlık
sefalet ve mahrumiyet direnişin gücünü zayıflatmış ve neticede tamamen güçsüz
kılarak mağlup olmasına sebep olmuştu. . Halk erzakları tükenince, binek
hayvanlarını (at ve eşek vb.) da keserek yemiş, bunlar da tükenince nihayetinde
ağaç yapraklarını yemek zorunda kalmıştır. Fakat çözümler de yeterli olmaktan
çıkmış ve açlık Gırnatâ belini kırmıştı.
Halkın açlıktan kırılması, Elhamrâ sarayının son sultanı Ebu
Abdullah’ı, Katolik Krallar (İsabel ve Fernando) ile anlaşma yapmaya sevk
etmiştir ve nihayetinde 2 Ocak 1492’de Endülüs’teki son İslam toprağı da
Hıristiyanların eline geçmişti.
Elbette ki Hristiyan yönetimler verdikleri hiçbir sözü tutmayarak şehir ele
geçirildikten sonra zorbalık, sindirme ve asimilasyon ile Müslüman nüfusu yok
etmişler ve onlara buralarda hayat hakkı vermemişlerdi. Burada Batı Şeria
Filistin Yönetimine tekrar gelirsen emin olun Gırnata yapılan bu anlaşmada
artık dayanacak güçleri kalmayan halk için işgalcilerin verdikleri vaatler çok
çok inandırıcı gelmiştir. Zulmün ve mahrumiyetin zirvesinde insanların böyle
hissetmesi normaldir. Ancak Batı Şeria’da durum bu aşamada değil. Hâlâ direnme
imkânları varken ve İsrail’in güvensizliği bu kadar ifşa olmuşken bu sevdadan
vazgeçip direnişin saflarına tüm varlıkları ile katılmaları tek
çareleridir.
Bu kuşatmayı yapan Kastilya ordusunun içinde başta Alman,
Fransız, İspanyol olmak üzere Avrupa’nın diğer ülkelerinden gelen, Kastilya
ordusuna bir Haçlı Ordusu kimliğine büründürmüştü. Aynı şekilde bugün, Gazze’de katliam yapan
İsrail’e Avrupa ülkelerinin tümü ve ABD; asker ve askeri teçhizat konusunda
yardım yapmakta, her türlü istihbarat yardımını sağlamakta ve her ülkeden
Yahudi kökenli askerler İsrail’e giderek savaşmaktadır. Yakın zamanda Ankara
Sosyal Bilimler Üniversitesinin açıkladığı istatistiklere göre sadece
Türkiye’den 4000 civarı çifte vatandaşlığı olan Yahudi kökenli T.C.
vatandaşının Gazze savaşı sırasında İsrail’e gidip savaştığı rapor edilmiştir. Bu
sadece kendi kimliği ile resmi yollardan giriş çıkış yapan kişilerin sayısıdır.
Dolaylı yollardan da ve kimliklerini gizleyerek giden çok daha fazla kişi
olduğu düşünülmektedir. Bunun gibi Avrupa ve Amerika gibi birçok ülkeden
yüzlerce Yahudi kökenli vatandaş Gazze’de Müslümanların kanını dökmek için
savaşmaya gitmektedirler.
Aynı şekilde Gırnata Müslümanlarını Memlükler ve Osmanlılardan yardım
almamaları gibi bu gün 2 Milyar nüfusa sahip olan Müslümanları temsil eden
ülkelerin tamamına yakını Gazze katliamına ilgisizdir ve hiçbir destek
sağlamamaktadırlar. Bunun yanında Gazze’ye destek sağlayan İran, Yemen, Irak,
Suriye gibi ülkelerde de kargaşa, terör, savaşı destekleyip propaganda dilini de
kendi toplumlarında hakim kılarak bu ülkelerin iyi niyetlerini tersiymiş gibi
aksettirip insanlarını da aldatıyorlar.
Bu Propagandalardan daha tehlikelisi ise Siyonizmin parçalama ve işgal
planlarını Filistinlilerin kurtuluşu olarak sunan bazı satılmış yönetici ve
gazeteciler maalesef Filistin davasına düşmandan daha çok zarar veriyorlar.
Baştan beri AKP rejiminin izlediği politika bu mihval üzere olmuştur. Filistin
adına Siyonizmin ve Emperyalizmin yapmak istediği ve planlarının aşamaları olan
uygulama AKP yöneticileri tarafından olumlu bir şeymiş gibi sunuldu ve
üzerlerine İslam kılıfı, ümmet kılıfı, fıkıh kılıfı kardeşlik ve yardım kılıfı
giydirildi.
Amerika ve İsrail Yüzyılın Projesi diye bir plan yaptılar ve bunun için
Filistin topraklarında ikili devlet önerisi getirdiler. Kudüs’ü ikiye ayırıp Batı Kudüs denilen
Kudüs’ün büyük bir bölümünü içeren kısmını İsrail’e bırakıp bir karış topraktan
ibaret Doğu Kudüs kısmını da Filistin’lilere başkent olarak lütfettiler. Bu
alçak teklifi ve propagandasını yazık ki Müslüman şahsiyetlere tabi ki AKP
yöneticilerine vazife verdiler. Bunun için İslam işbirliği Teşkilatı acil
olarak İstanbul’da toplatıldı ve ve bu proje kabul ettirilmeye çalışıldı.
Allahtan duyarlı ülkelerin çoğu bu hain teklife yanaşmayıp red ettiler. Ama AKP
bunu o günden bu güne aşk ile dillendirmeye devam etti. Elbette batı
ülkelerinin büyük kısmı bunu fırsat bilip İsrail tarafından başkent ilan edilen
Kudüs’e temsilciliklerini ve elçiliklerini hemen taşıdılar. İsrail’e ziyarete
giden Erdoğan Netanyahu tarafından İsrail’in başkenti Kudüs’e hoş geldiniz”
diyerek karşılandı ve uzatılan kanlı el sıkıldı. Yetmedi Türkiye’ye İsrail yöneticileri
davet edilip Ankara sokaklarında her yer Siyonist bayrak ile donatıldı ve bunu
protesto eden bazı aktivist gençler tutuklanarak gözaltına alındılar.
O günden bu güne Gazze halkının mahrumiyeti, çocukların,
kadınların sivillerin katliama kat be kat arttı. Her defasında AKP’nin
yöneticileri Allah kitap, Kudüs Aksa söylemleri ile hamaset üretip naralandılar
ama hiçbir şey yapmayıp İsrail ile sıcak ilişkileri ve bilhassa ticareti
sürdürüp mutlu mesut yaşamaya devam ettiler.
Son olarak ABD seçimlerinden zaferle çıkan Trump, Gazze’yi
tamamen boşaltacaklarını ve burada eğlence merkezleri ve kumarhaneler
yapacağını, Gazze halkını ise Ürdün ve Mısır’a yerleştireceklerine ilişkin
sözlerini sarf etti. Anlaşıldığı üzere bu da İsrail’in İşgal planının Trump’a
söyletilmesinden başka bir şey değildi. Hemen bizim AKP’li yandaş gazeteciler
bu söylemi yumuşatıp yağlamaya ve Türkiye halkına yedirme çalışmalarına
başladılar.

Bunlardan biri AKP’ni Pravdası Yeni Şafak’ta “Hicret”
söylemini dillendiren ve Muaviye’nin ordusunun kıstırıldığı ve yok edilmek
üzere oldukları son anda Amr bin El-Ass’ın kurnaz zekâsı ile yaptığı “Kur’an
sayfalarını mızraklar üzerine takın. Ali’nin ordusu Kur’an’a karşı savaşmaz”
teklifine benzer bir teklifi yaparak Kudüs konusunda hassasiyetleri yüksek
Türkiye kamuoyuna yine kutsal bir kılıf ile Kur’an-i bir kavram ile belki de
Kudüs’ten daha çok kutsanan “HİCRET” kavramını aldı ve Trump’ın ve Netenyahu’nun
planlarının üzerine İslami bir kılıf olarak besmele ile geçiriverdi.
AKP rejimi ise bilinçli talimatı ile gündeme getirilen bu hain planın projesini
hazırlayarak hemen Küresel hegemonyanın efendilerine sunuverdi.
Türkiye Suriye sınırında Gazze’lilerin kalacağı bir kamp
inşa etmek.
Ve çalışmalar çoktan başlayıp El Bab ve Aktar’ın arasında ve
Azez’in doğusunda Katar’ın ve Türkiye’nin finansı ve AVAZ ve İHH’nın
organizasyonu ile iki kamp hazırlandı bile..
Siyonizmin hakimiyetindeki Dünya konjonktürüne razı olan Müslümanlar nasıl
Gırnata’nın düşmesine ses çıkarmayıp hiçbir yardım etmediler ise bu gün aynı
saikler ile Müslümanlar sessiz kalıp yardım yapmamanın yanında bu amaca hizmet
edip Müslümanlara kabul ettirmek için çeşitli entrikalar, teviller ve
saptırmalar ile yine Kur’an-i ve İslami kavramları olayları içlerini boşaltıp
tamamen küfrün istekleri doğrultusunda yeniden doldurarak canhıraş bir şekilde
çalışıyorlar.
İsrail’in baştan beri amacı GAZZE halkını bombalayarak,
öldürerek, katliam ile topraklarından GÖÇ’e zorlamaktı. Aksa Tufanı direnişi
karşısında 1.5 yıldan fazla bütün topları, füzeleri tankları ile diğer dünya
müstekbirlerinin desteği ile bunu başaramadı ve aynı amacı şimdi Müslümanların
eli ile yapmaya çalışıyor.
Emperyalizmin bu oyunu ve Müslüman yöneticilerin ve ekabirin
ihaneti ve İslam halkının gafleti karşısında Gazze bilincine erişen ve ahiret
kaygısı ve Allah korkusu taşıyan basiret ehli Müslümanların bu noktadan sonra
yapmaları gereken şey Emperyalizmin ve Siyonizmin ve onların aramızdaki
uşaklarının aksine Gazze’den dışarıya değil tüm dünya coğrafyasından GAZZE’ye
doğru HİCRET etmekten başka hiçbir çareleri yoktur.
Pe ki bu nasıl olabilir? Bu ilk etapta hemen anlaşıldığı
gibi fiziksel bir hicrete ulaşmayı hedefleyerek zihnen, fikren, inanç ile,
duruş ile GAZZE halkının metanetine, bilincine, sabrına, devrimciliğine, cihad
azmine ve Kudüs aşklarına erişmek ve onlarda kemal haline varmış bu hasletlere
bizim ruhen aklen ve duygusal olarak HİCRET etmemiz şartı ile olabilir. Bu
hicreti yapmadığımız müddetçe İsrail’e ABD’ye ve içimizdeki hainleri sövmemiz,
sokaklarda eylem yapmamız, Gazze halkına arada bir üç beş kuruş göndermemiz
hiçbir işe yaramaz. Elbette ki bunları da yapmalıyız ancak bir Kudüs bilincine,
bir direniş ruhuna, bir adanmışlık ve fedakârlık aşamasına gelmediğimiz
müddetçe yaptıklarımız yüzeysel olacak ve etkileri istenen seviyeye asla
çıkmayacaktır. İsrail’in Siyonizmi küresel boyutlara taşıma özlemi Arz-ı Mevut
ya da içimizdeki İsrail dostları tarafından dillendirilen ismi ile BOP yani
Büyük İsrail Projesi ile küresel alanda mücadele etmenin ilk ve en önemli
aşaması tüm dünyayı dar-ül harp, dar-ül mukaveme kabul edip tüm Dünya’da
Siyonist zihniyet ile mücadele edecek ruhsal ve bilinçsel hicreti yapmalıyız.
Bunun için her Cumayı “Kudüs Günü” gibi kabul etmeli her günümüz direniş ile
bulunduğumuz her coğrafya ise direnişin bir cephesi olarak
değerlendirilmelidir. Bunun için kınayıcıların kınamasından korkmayıp bütün
varlığımız ile Kudüs, Filistin ve Gazze meselelerini dillendirip çevremizde bu
konuda bilgisiz, duyarsız insanlığı harekete geçirecek olgun ve aklı başında
söylemleri dilimizden eksik etmemeliyiz. Müslümanların artık bundan başka
çareleri tükendi.
“(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip
geçenlerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennet’e
gireceğinizi mi sandınız?! Onlara yoksulluk ve sıkıntı öylesine dokunmuş ve
öyle sarsılmışlardı ki nihâyet peygamber ve beraberindeki müminler, 'Allah’ın
yardımı ne zaman gelecek?' demişlerdi. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı
yakındır.” (Bakara, 214)
Burûc sûresinde (85/4-10) ise çıra ile tutuşturdukları ateş
dolu hendeklere Allah’a inandıkları için müminleri atan ve hendeğin etrafında
oturup onları seyreden kimselerden “kahrolsunlar” diye kısaca bahsedilmektedir.
Bugün ateş dolu hendek olan “UHDUT” Gazze’dir ve Gazze’li
Müslümanlar ile bu sıkıntılar ile sınanıyorlar ve görünen o ki tevekkül, sabır
ve direniş ile imanlarından vaz geçmiyorlar. Şimdi yazının başında sözlerini
aktardığım Gazze’li gencin “biz cennete gireceğiz siz ise cehenneme” sözü haksız
mı?
Allah Ashab-ı Uhdud’u bizler için örnek verirken bizler ise
Gazze’yi sanki sadece onların sınavı olarak kabul etmek gafletine düşmeyelim.
Gazze’nin başına gelen muhakkak bizim başımıza gelecek ki yukardaki ayetin
vaadidir. Bizler Mümin olarak ölmek ve raziyetül merziye makamında Cennete
girmek istiyor isek sözün sahibinin bilincine HİCRET etmeliyiz.
Gazze’ye hicret ancak Gazze’yi evimizde, işimizde, mahallemizde, şehrimizde ve
ülkemizde yaşamak ve yaşatmak ile olabilir ancak..
Selam ve dua ile.
FATİH BİLGİN