Heyet Tahriru’ş Şam (HTŞ) güçlerinin Cevlani önderliğinde
Halep’ten sonra Şam’a girerek kendilerini Suriye Savaşı’nın muzafferi ilan
ettiği günlerde kaleme aldığım 9 Aralık 2024 tarihli Suriye yazımda şöyle
sormuştum:
“Suriye’deki bu şiddetli sarsıntı asıl deprem mi, yoksa
öncü mü?”
İsrail’in, geçen cuma günü Suriye başkenti Şam’daki
Cumhurbaşkanlığı Sarayı yakınlarındaki bir noktayı da vurmasıyla, asıl
depremin daha gelmediğini, geçen Aralık’ta aslında ana fayda bir “tetiklenme”
yaşadığımızı bir kere daha anlamış olduk. Böylece, ABD desteğindeki Kürt
grupların kontrolündeki Fırat’ın doğusunu hariç tutarsak, İsrail Hava
Kuvvetleri’nin Suriye topraklarında vurmadıkları yer kalmamış oldu. Şam,
Lazkiye, Dera, Kuneytra, Hama, Süveyda, hatta, Ankara’nın da zamanında çok
sayıda askeri kontrol noktası oluşturduğu, İdlib ve Halep derken,
Başkanlık Sarayı yakınları da bu hava saldırılarından nasibini aldı.
Suriye topraklarında Beşşar Esad’ın ülkeden ayrılmasından bu
yana gerçekleşen İsrail saldırılarının belki de en kritik adımında, bu kez
başkent Şam’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı yakınlarında bir hedef
vurularak aslında rejime “silahını eline alma, yoksa” şeklinde açık bir
mesaj verilmiş oldu.
Uluslararası örgütlerin tamamen seyirci kaldığı bir ortamda
Suriye’nin özellikle askeri yapısını imha etmeye dönük saldırılarını hız
kesmeden sürdüren İsrail, böylelikle ülkeyi parçalamanın zeminini hazırlama,
uluslararası ilişkilerde zaafa uğratmaya çalışma gayretlerinde vites yükseltmiş
oldu.
Şeref sayısı bile yok
İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarıyla ilgili birtakım
rakamları Middle East Institute’ün Terörle Mücadele ve Suriye
Programları Direktörü Charles Lister verdi geçen gün. Lister’in son 1
haftadaki saldırıları dahil etmeden verdiği rakamlara bakılırsa…
“Birden fazla İsrail”
Aylar önceki “Suriye ‘tiyatrosunda’ ikinci perde” başlıklı
bir T24 yazımda şöyle demiştim:
“Alevi katliamlarının yaşandığı bölgede birileri
sahadaki koşulları olgunlaştırmakla (!) meşgul. Yaklaşmakta olan yeni fırtına
bir İsrail yayılmacılığından ziyade, bölgede “birden fazla İsrail”
görebileceğimiz sonuç üretirse şaşırmamak lazım.”
“Birden fazla İsrail” iddiasının sürdürülmesine olanak
tanıyan son gelişmelere dair diğer bazı bilgileri de ben özetle aktarayım:
Dürzilere hamilik
Süveyda’da yaklaşık 380 bin Dürzi yaşıyor. Suriye'deki
geçiş hükümetini “Şam'ı zorla ele geçiren İdlib çıkışlı bir terör
örgütü” olarak gören İsrail’in aşamalı yayılmacılık planının
Dürzi’lerin yaşadığı bölgeleri kendi güvenliği için tampon bölge ilan ederek
topraklarına katmak istemesi yeni bir şey değil. Yalnız sorun şu ki, İsrail
işgali altındaki Golan Tepeleri ile Süveyda arasında Dera bölgesi bulunuyor ve
burada 1,3 milyonu aşan sayıda Sünni Müslüman yaşıyor. İsrail’in bu coğrafi ve
demografik engeli “aşmaya” kalkması, buradaki insanları göçe zorlaması büyük
kan dökülmesi demek. Ama sınırlarını Dera, Kuneytra ve hatta Suveyda’yı da
içerecek şekilde- Golan’ın da ötesine taşırmak için- zaman kollayan İsrail
bu yolda kendisini destekleyen Sünni gruplar da bulma ya da yaratma yoluna
gidebilir mi? Gidebilir elbette, çünkü geçmişte buldu. Nasıl, anlatayım.
Genişleme planlarının geçmişi
İsrail’in Suriye topraklarına yönelik tasarrufu, hiçbir
zaman 5 Haziran 1967'den bu yana işgal altında tuttuğu stratejik
Golan Tepeleri ile sınırlı olmadı. Tel Aviv’in Suriye’nin güneyinde 40 km
derinliğinde bir tampon bölge oluşturmayı planladığı ve bu amaçla Suriye’deki
bazı cihatçı gruplarla iş birliği yaptığını ilk olarak 2018’de öğrenmiştik.
Buna 2024 yılı Aralık ayı başlarındaki “Orta Doğu’da Arap Sonbaharı” başlıklı
yazımda da değinmiştim. ABD merkezli bir “yeni medya” kuruluşunda bundan 7 yıl
önce “Israel’s ‘Safe Zone’ is Creeping Farther Into Syria” başlığıyla
kaleme alınan bir makalede, Tel Aviv yönetiminin bu amaçla üç aşamalı bir plan
geliştirdiğinin altı çiziliyordu.
Söz konusu 3-aşamalı plan uyarınca küçük bir İsrail birliği
ile istihbarat personeli 2017 yılı Temmuz ayında Suriye’nin Ürdün sınırına
yakın Batı Dera kırsalına geçmiş ve ABD ile Ürdün’ün desteğiyle Dera ve
Kuneytra bölgesinde savaşmakta olan Liva Ceydur Horan ile Ceyş’ül
Ebabil adlı iki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) grubunun komutanlarıyla
buluşmuştu. İddiaya göre, İsrailli yetkililer Eylül 2017’de de Liva
Caydur, Fursan el-Culan ve Suriye Devrimciler Cephesi
(Cebhet Suvvar Suriye) gibi (Ankara desteğindeki eski Özgür
Suriye Ordusu yapısıyla karıştırılmaması gereken bir başka silahlı yapı olan)
ÖSO gruplarıyla Kuneytra’nın güneyindeki Rafid kasabasında görüşmeler
gerçekleştirmişti.
Cihatçılara destek
Bir ÖSO komutanının Intercept’e aktardığı bilgilere
bakılırsa, ülkenin güneyinde hükümete karşı savaşan bu militanlar, Ürdün’deki
ABD Askeri Operasyon Merkezi (MOC) kendilerine yönelik askeri desteğini
kestikten sonra gerek silah ve teçhizat gerekse de parasal desteğini İsrail’den
karşılama yoluna gitmişlerdi. İsrail ordusu söz konusu güvenli bölge oluşturma
planının ikinci safhası için Fursan el-Culan örgütünün
militanlarından oluşan 500 kişilik bir grubu sınır muhafız gücü olarak
konuşlandırmak üzere bir eğit/donat programı dahi yürürlüğe koymuştu. Sınır
muhafızlarının Golan Tepeleri’nin Suriye tarafındaki Dürzi kenti Hadar’ın
güneyinden başlayarak, güneye doğru inen, ÖSO denetimindeki Cubata el Keseb,
Ber Acem, Hamidiye ve Kuneytra’nın güney kırsalındaki Rafid kasabasına kadar
olan hat üzerinde devriye görevi yapacağı ileri sürülüyordu. İsrail’in planın
üçüncü aşamasında da güvenli bölgeyi 40 km derinliğe ulaştıracağı
savunuluyordu. Tel Aviv’in ÖSO ile ilişkisi de o zaman da çok yeni ve çok
sürpriz değildi.
Tamponun tamponunun tamponu
Öte yandan, Wall Street Journal gazetesinden Rory
Jones, Noam Raydan ve Suha Ma’ayeh, 2017 yılı Haziran ayında
yaptıkları “Israel Gives Secret Aid to Syrian Rebels” başlıklı haberlerinde,
İsrail’in Suriye’nin güney cephesindeki silahlı gruplara gıda, ilaç ve yakıt
desteğinin yanı sıra nakit para yardımı da yaptığını ortaya koymuşlardı.
Haberde açıklamalarına yer verilen Furkan el Culan grubunun sözcülerinden Mutasım
el Culani, “İsrail kahramanca yanımızda durdu. Onların yardımı olmasaydı
ayakta kalamazdık,” diyordu.
Şam’ın HTŞ güçlerinin eline geçmesinin hemen akabinde
İsrail’in sanki baş aktörmüş gibi (!) cihatçılardan rol çalıp sahaya inmesi
“hoş olmaz,” “iyi görüntü vermez” idi belki. Zaten cihatçılar ve onların
destekçileri bir “zafer” havası yaşamalıydılar. Ayrıca İsrail bu zaman zarfında
sahaya inmeye değil sessiz sedasız gerçekleştirdiği hava saldırılarıyla
Suriye’nin askeri altyapısını imha etmeye odaklanmıştı. Ama tabii 1974
yılı tarihli Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması'nın çöktüğünü iddia ederek
geçen Aralık ayında Golan Tepeleri’ndeki işgalini genişlettiğini de
unutmayalım. Yani Tel Aviv yönetimi, Suriye’de tampon bölgenin tampon bölgesini
oluşturdu. Şimdi de o tampon bölgenin tampon bölgesinin tampon bölgesini
oluşturmak üzere sahaya ineceği günün gelmesi için çalışıyor. Dürzileri HTŞ’nin
hedefine koyan bir kışkırtma planının parçası olarak Süveyda’daki bazı Dürzi
gruplara silah ve insani yardım ulaştırıyor.
İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir’in kabineye dün
sunduğu ve 48 saat içinde on binlerce yedek askeri seferber etmeyi içeren
yeni planı belki Gazze’deki kıyımı şiddetlendirmeyi hedefliyor. Ancak
Tel Aviv’in sıraya mart ayındaki bir yazımda “ülkedeki durum bize biraz Irak’ta
2014 yılındaki durumu ve IŞİD’in pozisyonunu anımsatıyor” dediğim Suriye
topraklarını koymadığının hiçbir garantisi yok.
t24