Şu noktaların altını bir kez daha çizelim: Suriye’de geçen
yılın sonundaki rejim değişikliğiyle Rusya ve İran’ın mevzi kaybettiği
doğrudur. Ancak buna bakarak, Suriye, Lübnan ve Irak’ta Tahran ile müttefik
olan kuvvetlerin gerilemesinin sonucunda, İran’ın İsrail’in saldırısı
karşısında duramayacağı iddiası doğru değildir. Bunun, siyonist propaganda
olduğu son 12 gün içinde net bir şekilde anlaşılmıştır. Öte yandan, ABD’deki
nesnel değerlendirmeciler ve Tel Aviv’deki devlet kurumları, Suriye’de ortaya
çıkan yeni durumun, görünüşte İsrail’in lehine, fakat stratejik düzlemde ise
aleyhine bir tabloya yol açtığını saptamaktadır.
İSRAİL SALDIRISININ ARKASINDAKİ ASIL ETKENLER
Bu bakış açısından değerlendirilecek olursa, İsrail’in
İran’a saldırısı yeni bir yayılma girişimi değil, köşeye sıkışan İsrail’in
çaresizce başvurmak zorunda kaldığı riskli bir hamledir. 22 aydır kadın-çocuk
demeden binlerce insan öldürmesine rağmen el kadar Gazze’yi ele geçiremeyen
İsrail’in hamlesinin asıl amacı, ABD’yi askeri olarak Batı Asya sahasında
savaşa dahil etmektir. Çünkü, ABD’siz bir İsrail yok hükmündedir. Yine,
İsrail’i sahaya süren Atlantik’in küreselleşmeci saldırgan kanadı ise Rusya ve
Çin başta olmak üzere gelişen dünya ülkelerini, İran üzerinden erken bir
hesaplaşmaya zorlamak amacındadır. ABD devlet kurumları içinde ağırlığını
sürdüren bu kanat, aynı zamanda, ABD’nin deniz aşırı müdahalelerini sınırlamayı
hedefleyen Trump yönetimini köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadır.
Peki, İran’ın nükleer tesislerini bombalamasıyla ABD savaşa
dahil olup, bazılarının iddia ettiği gibi Trump Netanyahu’ya teslim mi olmuş
oldu? Bu kestirmeci, altı boş yorumların da doğru olmadığı gün gibi ortadadır.
Saldırıdan bir gün sonra ateşkes masasının kurulması bile tek başına bunu
göstermektedir. Durumu özetle şöyle tarif etmek mümkündür: ABD ile İsrail
arasında işbölümüne dayanan ve adım adım uygulanan planlı bir strateji değil,
yukarıda bahsettiğimiz küresel ölçekteki ve ABD içindeki sert mücadelenin
sonucunda ortaya çıkan manzaradır söz konusu olan.
İSRAİL’İN KAYIPLARI, İRAN’IN KAZANÇLARI
12 günlük savaşın sonunda ortaya çıkan şudur: İsrail’e
atfedilen efsaneler, ağır kayıplarına rağmen aslanlar gibi savaşan İran
tarafından sona erdirilmiştir. İsrail’in yenilmezlik efsanesi ve demir kubbe ve
ABD askeri desteği ile bütün bölgedeki saldırılara karşı caydırıcılık iddiası
bu savaşın sonunda tamamen çökmüştür. İran’ın demir kubbeyi aşan füzeleri başta
Netanyahu hükümeti olmak üzere İsrail devletini perişan etmiştir. İran, ABD’nin
bölgedeki en büyük üssüne de füzeler yollayarak, Washington’a boyun
eğmeyeceğini göstermiştir.
1979’dan bu yana ağır ekonomik ambargolarla ve siyasi
dışlanma ile mücadele eden İran, kendi gücüne güvenerek egemenliğini koruma
kararlılığını başarıyla ortaya koymuş ve ABD ile İsrail’i geriletmiştir.
“NATO’dan çıkarsak NATO bize saldırır ve yeniliriz” diyenlere ders olsun!
Üstelik ABD ve İsrail’in 1979’dan beri Batı Asya’da
yalnızlaştırmaya çalıştığı İran, 12 günlük savaşın sonunda bölgedeki Arap ve
Müslüman dünyanın büyük desteğini kazanmıştır. Yıllardır, mezhep ayrılıkları
üzerinden körüklenen İran düşmanlığının yerine, sadece halklar değil devletler
düzeyinde de İran’a destek artmıştır. Yine, Netanyahu rejim değişikliği hayali
kurarken İran, İsrail saldırganlığına karşı kendi ülkesi içinde birliğini
kuvvetlendirmiştir.
Bir çift söz de günümüzün savaşlarının artık biçim
değiştirdiğini savunan ve NATO’ya ve ABD’nin teknolojik üstünlüğüne tapanlara:
Siyasetin şiddet araçlarıyla devamı olan savaşı, dün olduğu gibi bugün de
ölmeyi göze alanlar kazanır. Yıllardır kelle koltukta savaşan halkları ve
onların milli devletlerini, salt teknolojik üstünlüğüyle dize getirebilecek bir
güç yoktur.
aydınlık