Suriye’de HTŞ ile SDG’yi uzlaştırdığı, Suriye’nin İsrail ile
normalleşme sürecini başlattığı ve PKK’nin silah bırakmasının görüşmelerinin
yapıldığı süreçte, Osmanlı millet sisteminin gündeme gelmesi elbette dikkat
çekiciydi.
Ama Barrack’ın önerisinin altında, aslında çok
daha ileri bir amaç var.
Dinsel örgütlenme modeli
Öncelikle belirtelim: Osmanlı millet sistemindeki millet,
bugün kullandığımız anlamında, yani ulus anlamında değildir. Millet, Aramca
kökenli bir kelimedir, İbraniceye, oradan da Arapçaya geçmiştir. Tanrı’nın
kelamı ve kelam etrafında toplanan cemaati ifade eder.
Yani millet, dinsel topluluk demektir.
(Necmettin Erbakan’ın “milli görüşü”ndeki, milli, işte o eski
anlamını taşıyordu.)
Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaki topraklarda
yaşayanların, din ya da mezhep esasına göre örgütlenip yönetilmesine “millet
sistemi” denilmiştir.
Sistem, II. Mehmet’in İstanbul’un fethinden
sonra Ortodoks Patriği “millet başı” olarak atayarak
Ortodoksların içişlerinde ve dini konularda çok geniş bir özerklik kazanmasıyla
başlayan bir sistemdir.
DÖRT MİLLETLİ SİSTEM
Osmanlı millet sisteminde, dört millet vardı:
Müslüman milleti (milleti erbia), Rum milleti, Ermeni milleti (milleti sadaka)
ve Yahudi milleti.
Türkler, Kürtler ve diğer Müslüman gruplar, tek bir
milletti, yani tek bir dini topluluktu.
Osmanlı millet sisteminde yatay bir eşitlik yoktu. Herkes
kendi milletinin içinde, ayrı bir hiyerarşinin parçasıydı.
Osmanlı’da devlet-toplum ilişkisi özetle şöyleydi: Genel
yönetim, güvenlik, maliye ve askeriye gibi konuların yürütmesinden devlet;
eğitim, sosyal güvenlik, dini işler ve vakıf hizmetleri gibi konuların
yürütmesinden ise millet teşkilatı sorumluydu. Hatta miras ve aile hukuku gibi
kişisel alana ait hukuk bile ayrıydı.
MİLLET SİSTEMİNİN ÇÖZÜLMESİ
Millet sistemi, feodal düzenin ve imparatorlukların
sistemiydi. 1789 Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi ve kapitalizm,
ulusal-devletler dönemini başlattı.
Haliyle Osmanlı millet sistemi de bu dönüşümden etkilendi.
1829 Yunan bağımsızlığı ile sistem çözülmeye başladı. 1839 Tanzimat Fermanı ve
1856 Islahat Fermanı ile sistemdeki çözülme ilerledi; Müslümanlar ile
gayrimüslimler arasındaki farklar azaldı.
Sistemin yaşaması mümkün değildi ve 1876 Anayasası’nın “Devleti
Osmaniye tabiiyetinde bulunan efradın cümlesine, hangi din ve mezhepten olursa
olsun, bilâ istisna Osmanlı tabir olunur” maddesiyle, sistem fiilen
sona erdi.
ABD BARIŞI DEĞİL, SAVAŞI PLANLIYOR
ABD Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom
Barrack’ın bölge için “Osmanlı millet sistemi”ni önermesinin asıl amacı, bu
köşede dört ayrı yazıda işaret ettiğim amaçlarının toplamıdır: Washington
bölgede bir Türk-Kürt-Arap ittifakı istiyor.
Kime karşı? İran’a karşı...
İşte ABD’nin Suriye’de Arap-Kürt (daha doğrusu
HTŞ-SDG/PYD), Türkiye’de Türk-Kürt (daha doğrusu devlet-PKK) barışı
hedeflemesinin asıl amacı budur. Ve emperyalist ABD elbette gerçekte barışı
değil, savaşı hazırlamaya çalışmaktadır.
Ama asıl sorun şudur: İktidar sözcülerinin bu
süreçte sık sık “Türk, Kürt, Arap Müslüman ümmeti” vurgulu açıklamalar yapması,
ABD’nin planlarını kolaylaştırmaktadır.
Barrack’ın Lozan’ı Sykes-Picot ve Sevr ile birlikte
ele alarak “haritaların yanlış çizildiğine”, dolayısıyla “yeniden
çizilmesi gerektiğine” işaret etmesi ve ne yazık ki Ankara’nın buna
sessizliği, işte bu “ümmet” açıklamalarıyla birlikte
okunmalıdır.
cumhuriyet