Savaş ne sebeple olursa olsun
kimler arasında olursa olsun hiçbir zaman iyi değildir. Savaş savaşa dâhil
olmayanlar için bile sonuçları itibarı ile insani, siyasi, ekonomik ve tabiat
nazarında dengeleri bozduğu için kötüdür.
Ukrayna ve Rusya arasında savaşa
doğru giden gerginlik bu günlerde ufak çatışma ve askeri hareketliliğe ve
bağımsızlık ilanları ile onları tanıma ve red etme noktasına geldi.
Ukrayna’yı Rusya’ya karşı
kışkırtan ABD zoru görünce çok çabuk çark etti ve uzaktan atıp tutan sahte
kabadayılar gibi pılısını pırtısını çatışma bölgesinden uzaklara taşıdı.
Bölgede en büyük NATO askeri gücünü barındıran Türkiye üzerinden dayılanmaya
devam ediyor.
Türkiye ise mahalle kabadayısı
ağabeylerine yaranmak isteyen acar çocuklar gibi düşmana karşı adeta “haka
dansı” yaparcasına korku salmaya çalışıyor ama nafile..
İlginç olan ve bir o kadarda
Türkiye’deki milliyetçi muhafazakâr dengelere değiştirebilecek ya da zamanında
fazla horozlanan faşistleri mahcup edecek bir durum ise “Bir millet iki devlet”
sloganını dilinden düşürmeyen Azerbaycan’ın Ukrayna tarafında olan Türkiye’ye
karşın bu dengede Rusya’ya yakın durması ve İlham Aliyev’in bir konuşmasında
Putin için “reis” ifadesini kullanması.
Dün (22 Şubat 2022) Azerbaycan
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'da
bir araya geldi ve Azerbaycan ve Rusya arasında müttefiklik anlaşması
imzalandı. Ekonomik siyasi ve sağlık alanında onlarca yeni anlaşma yapıldı.
Dünkü toplantıdan sonra yapılan
karşılıklı basın açıklamasında Azerbaycan ve Rusya arasında yapılan finans,
otomobil, eğitim, tarım tıp ve eczacılık vs alanlarında gerçekleşmiş tüm olumlu
gelişmelerin, bir bir sıralanmasından sonra Putin’in konuşmasını bitirirken
Aliyev’in ismini İlham Aliyoviç olarak kullanması ve Aliyev’inde konuşmasına
başlarken sayın Vladimir Vladimiroviç diye Putin’e sadece ön ismi ile hitap
etmiş olması her iki liderinde aradaki samimiyeti ve ülkeler arası sıcak
ilişkilerin arttığı izlenimini fazlasıyla veriyordu.
Türkiye ise baştan beri tarafını
belirledi ve Ukrayna’nın yanında yer aldı. Bu kapsamda önce Ukrayna’ya para
yardımı ile başlayıp daha sonra Ukrayna ordusunu eğitmeyle devam etti ve en
sonunda Bayraktar İHA’larını satarak Ukrayna’ya en büyük lojistik desteği
vermiş oldu. Bunun yanında siyasi ve diplomatik tüm varlığını Ukrayna’nın
özgürlüğü ve Rusya’nın politikalarına karşı ortaya koymuş durumda.
NATO ve Ukrayna:
Ukrayna hali hazırda hiçbir pakt
ve askeri birliğe dâhil değildir. 1954’de kurulan Varşova Paktı ile olan
ilişkileri SSCB’nin 1991 de dağılması ile sona ermiştir. Ukrayna 1991 yılında
NATO Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi’ne, 1994’te Barış İçin Ortaklık
Programı’na katılmış, 1997’de Ukrayna-NATO arasındaki yeni ortaklığı ortaya
koyan “Ayrıcalıklı Ortaklık Şartı” imzalanmış, 2002 yılında Ukrayna NATO’ya üye
olma amacını açık bir biçimde deklare etmiş, Ukrayna ile NATO arasında bir
Eylem Planı hazırlanmıştır.
Gerek NATO’nun siyaseti gerekse
Ukrayna ve Rusya içi siyaset Ukrayna’nın NATO’ya katılma sürecini uzatıp
sürüncemede bırakıyor.
Ukrayna’nın tarihi, siyasi
demografik ve ekonomik yapısı itibarı ile geçen 30 kusur seneye rağmen Rusya’ya
bağımlığını zorunlu şartlar muvacehesinde devam ediyor. Rus halkı ile her ne
kadar batı etkisinde kültürel ve dil açısından başkalaşma ve değişimler
görünüyor olsa da aynı milletten ve aynı kültürel ve coğrafi tarihi yapıya sahip
iki milletler. Rusya’nın SSCB dağıldıktan sonra küresel dünyada sürdürmek
zorunda olduğu politika sosyalist birlik yapısından Avrasyacı ve Atlantikci bir
tavra evrilmiştir. Böyle olsa da dünyaya
karşı varlığını sürdürebilmesi için komşu ülkelerinde olduğundan en fazla
şekilde Ukrayna ile koruması gereken coğrafi kutup bu kutba karşı varlığını
oluşturan ve genişlemeye çalışan NATO’nun kendi bölgesine girmesine izin
vermeme çabaları Ukrayna için aşılması çok mümkün görünmeyen bir engeldir.
Ukrayna enerji bakımından
Rusya’ya muhtaçtır ve 1994’de Rusya’nın hatları kesmesiyle yaşanan Elektrik
krizi tekrar göze alabileceği bir durum değildir. Bu kirizi o zaman ancak
Kırım’ı yüz yıllığına borçlarına karşı kiralamakla aşmıştı. Bunun yanında sahip
olduğu demografik yapı açısından bakıldığında nüfusunun %25’lik bir kısmı Rus
ve Ruslaşmış kişilerden oluşuyor. Doğu ve güneyde hakim bu nüfus aynı zamanda
Ukrayna’nın eğitimli kültürel sınıfını beyaz yakalıları ve elit tabakasını da
oluşturuyor.
Gelinen noktada Ukrayna ABD’nin
vaat ettiği NATO korumasına her zamankinden daha fazla muhtaçtır ve sürekli
bunu talep ediyor. Ancak ABD’nin her ne kadar Rusya’ya karşı genişleme
çabalarını kışkırtmak ve bölge ülkelerini zorlamak yöntemiyle artırmış ise de
krizin en sıcak döneminde Ukrayna’yı NATO şemsiyesi altına almaya cesaret
edemez ve bunu sadece bir vaat olarak kullanma yolunu seçecektir.
Olayları körükleyen yine bir
birlik olan AB katılmama kararı olmuştur.
Bu günler de ABD’nin Ukrayna’yı
NATO’ya dâhil edeceğini açıklaması ile başlayan Ukrayna-Rusya Krizi ilginçtir
ki Ukrayna'nın 4. Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç, bir başka batı ittifakı olan
Avrupa Birliği ile Ukrayna arasında yapılması planlanan ortaklık anlaşmasını
Kasım 2013 tarihinde reddetmesi ile başlamıştı.
Yanukoviç'in bu kararı bazı kesimlerce "Rusya ile ticareti
baltalamayı göze alamamak" olarak gözükse bile Ukrayna'nın belirli
kesimlerince çok büyük tepkiyle karşılandı. Kiev'de ve Lviv'de binlerce insan
Yanukoviç'in kararını protesto etmek için sokağa çıktı. İlk günlerde
protestolar barışçıl geçti, hatta Yanukoviç'i destekleyen azınlık grupların da
karşı gösterileri oldu. Bir zaman sonra gösterilerin kontrolden çıkmasıyla
Ukrayna polisinin sert müdahalesi başladı. Polisin sert müdahalesinin ardından
1 Aralık 2013 itibarıyla protestolar ayaklanmaya dönüştü. Sayıları yüz binleri
bulan protestocular kontrolden çıktı. 31 Aralık 2013'ün sonlarında Kiev'deki
Bağımsızlık Meydanı'nda Yeni Yıl kutlamalarına yaklaşık 200.000 Avrupa Birliği
yanlısı protestocu katıldı. Süreç boyunca protestolar arttı ve Rusya yanlısı
hükümetin yeri kararlar almasıyla daha da büyüdü ve neticede Yanukoviç
azledilmesi ile Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı.
Hükümetin düşmesinden sonra
olaylar Kiev ve çevresinde yatışırken, bu sefer Rus etnik kökenli Ukraynalılar
Rusya'ya yakınlığıyla bilinen Yanukoviç'in düşmesi sonrası kurulan yeni Kiev
hükümete karşı ayaklandılar. Rusya, Kırım'ı ilhak ederek olayları uluslararası
bir boyuta getirmiş oldu. Kırım'ın ilhak edilmesi ile Odessa, Kharkiv, Donetsk,
Lugansk gibi Rus etnik kökenlilerin yaşadıkları şehirlerde protestolar başladı.
Protesto gösterileri Rusların çoğunlukta olduğu Ukrayna'nın Donbass bölgesinde
çatışmalara yol açtı. İsyancılar süratle hükûmet binalarını ele geçirdi ve
Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerini kurduklarını ilan ettiler.] 26
Haziran'da ise Lugansk ve Donetsk Cumhuriyetleri birleşerek Halk Birliği
Cumhuriyetini kurduklarını açıkladı.
Olaylar bu aşamadan sonra daha
büyük ivme kazanarak çatışma ve savaş haline döndü ve Ukrayna hükümeti ve
Ordusu ile Rus kökenli halklar arasında çatışmalar gittikçe arttı. Zaman zaman
birbirlerinden alınan toprakları geri aldılar ve Malezya Uçağının düşürülmesi
ve Rus ayrıcalıkların ünlü bir komutanlarının öldürmesi gibi olaylar
neticesinde çatışmalar daha da artarak bu günkü duruma gelindi.
Minsk Protokolü:
Ukrayna'nın Donbass bölgesindeki savaşı
durdurmak için Ukrayna, Rusya Federasyonu, Donetsk Halk Cumhuriyeti, Luhansk
Halk Cumhuriyeti ve Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) temsilcileri
tarafından 5 Eylül 2014 tarihinde imzalanan bir anlaşmadır. AGİT himayesinde
Belarus'un Minsk kentinde yapılan kapsamlı görüşmelerin ardından imzalandı. Donbass'taki
çatışmayı durdurmak için daha önce yapılan çok sayıda girişimin ardından gelen
anlaşma, acil bir ateşkes uyguladı. Protokol, Donbas'taki savaşı durdurmayı
başaramadı ve bunu 12 Şubat 2015'te kabul edilen Minsk II adlı yeni bir tedbir
paketi takip etti.[ Minsk II'de çatışmayı durduramadı, ancak Minsk anlaşmaları,
Normandiya Formatı toplantısında kararlaştırıldığı gibi, çatışmaya gelecekteki
herhangi bir çözüm için temel olmaya devam ediyor.
Erdoğan birkaç gün önce yaptığı
konuşmada Rusya’yı Minsk Protokolünü ihlal etmekle suçladı. Halbuki bu yeni bir
şey değil. Geçen sene Donbas bölgesinde meclisi basan ve kamu kurumlarını ele
geçiren brövesiz askeri sembol ve ülke işareti taşımayan askerlerin Rus
askerleri olduğu bütün dünya nazarında biliniyor. Minsk Protokolü çoktan mülga
olmuş demektir. Ama maalesef danışmanları bunu Erdoğan’a söylememişler.
Budapeşte Memorandumu Nedir?
Ukraynalı yetkililer birkaç gündür yaptıkları
açıklamalarda sürekli Budepeşte mutabakatına gönderme yapıyorlar. Zaman zaman
Budapeşte Memorandumu'nu imzalayan ülkelere seslenerek deklare edilen metin
çerçevesinde kararlaştırılan tüm yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak
ve Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü saldırganlığı derhal durdurmak için
çağrılar yaptılar. Son olarak bu gün
Ukrayna’nın Türkiye büyükelçisi konuşmasında bundan bahsetti. Peki nedir
Budapeşte Mutabakatı yada Memorandumu?
5 Aralık 1994 tarihinde
Macaristan'ın Budapeşte kentinde düzenlenen AGİT konferansında imzalayan
taraflarca Beyaz Rusya, Kazakistan ve Ukrayna'nın Nükleer Silahların
Yayılmasını Önleme Antlaşması'na katılımıyla ilgili güvenlik güvenceleri
sağlamak için imzalanan üç özdeş siyasi anlaşmadır. Memorandum ilk olarak üç
nükleer güç olan Rusya, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık
tarafından imzalanırken diğer nükleer güçler olan Çin ve Fransa ise ayrı
belgelerde biraz daha zayıf bireysel güvenceler verdi.
Memorandum, Ukrayna, Beyaz Rusya
ve Kazakistan'ın toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına yönelik
tehditlere veya güç kullanımına karşı güvenlik güvenceler de içermekteydi.
Sonuç olarak, 1994 ve 1996 yılları arasında Beyaz Rusya, Kazakistan ve Ukrayna
nükleer silahlarından vazgeçti.
Haliyle olası bir nükleer
çatışmada Ukrayna daha önce verdiği söz itibarı ile ve silahlardan arındırılmış
olmasının güvencesini görmek istiyor. Elbette böyle bir savaşın çıkabilme
ihtimalinden çok bunu bir koz olarak kullanıp ABD’nin daha fazla desteğini
almak ve NATO’ya dahil edilmesinin sürecini hızlandırmak amacını güttükleri de
aşikardı.
Türkiye-Ukrayna Dostluk ve
Kardeşlik Antlaşması
Türkiye-Ukrayna Dostluk
Antlaşması, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile Türkiye arasında imzalanan
1922 tarihli antlaşmadır.
Çarlık döneminde Ukrayna'da
Rusya'ya karşı artan bağımsızlık isteği ile Ukrayna Kurtuluşu Birliği
kurulmuştu. 1914 yılından itibaren yapılandırdığı birçok şubeden birini de
İstanbul'da açmasıyla Türkiye, Ukrayna ile tekrar birebir ilişki kurulmuştur
1917 yılında Bolşevik İhtilaliyle
başlayan Brest Litovsk Müzakereleri döneminde, Osmanlı Devleti ve Ukrayna
arasında 9 Şubat 1918 yılında bir barış antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla
Ukrayna'nın bağımsızlığı da tanınmıştır.
Bu dönemden sonra ikili ilişkiler
dostane bir seyir izlemiştir. İki devlet arasında savaş dönemi boyunca esir
edilen asker ve sivillerin geri verilmesi için 12 Şubat 1918 ve daha sonra 17
Eylül 1921 tarihlerinde antlaşmalar imzalanmıştır. Bundan sonra diplomatik
ilişkiler yoğunluk kazanmış ve karşılıklı olarak Türk-Ukrayna elçilik heyetleri
gönderilmiştir. Yapılan ticari antlaşmalarla her iki taraf ticari haklar
kazanmış ve ortak ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Diğer yandan, 16 Mart 1921
tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması ile Rusya ile Türkiye Hükûmeti arasında
barış ve yardımlaşmaya varan bir dostluk dönemi başlamış ve Ekim 1921 tarihinde
imzalanan Kars Antlaşması ile Türkiye'nin doğu bölgesindeki günümüzdeki
sınırlar çizilmişti. Bu ortamda SSCB içindeki Rusya’dan sonra ikinci önemdeki
Ukrayna’nın Ankara Hükûmeti ile ilişkisini arttırmasının şartları oluşmuştu.
O dönemde Ukrayna dışişlerinde
SSCB’den bağımsız politika izleyebiliyordu. Ukrayna ile resmi ilişkilerin
başlaması 40 kişilik bir Ukrayna heyetinin 26 Kasım 1921 tarihinde başlayan
Türkiye ziyareti ile olmuştur. Heyet önce deniz yoluyla Trabzon'a aralık ayında
da Ankara'ya gelerek TBMM heyetiyle bir araya gelirler ve Ukrayna-Türkiye
konferansı başlar. Dostluk havası içinde geçen konferans, 2 Ocak 1922 tarihinde
Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile Türkiye arasında, Türkiye-Ukrayna
Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.
Antlaşmanın, iki devletin
karşılıklı olarak birbirini tanıması, Karadeniz'e kıyısı olan devletlerin
katıldığı konferansta Karadeniz’in ve içine dökülen nehirlerin uluslararası
statüsünün belirlenmesi, Karadeniz ülkelerinin onayı olmadan İstanbul ve
Çanakkale boğazlarında özel bir rejimin uygulanmaması, diplomatik ilişkilerin
kurulması gibi maddeleri vardı.
Antlaşma ile yeni bir boyut
kazanmış olan ilişkiler, Mayıs 1922'deki ticaret antlaşması ile daha da
güçlenmiştir.
Görüldüğü gibi Türkiye Ukrayna
ilişkilerinin köklü bir karşılığı var. Türkiye’nin Ukrayna’ya olan
taraftarlığını sadece NATO üyeliğini pekiştirmek ya da silah satmak ile izah
edemeyiz. Elbette her şeye rağmen seçilen taraf ve usul yanlıştır. Reel politik
açısından ekonomik açıdan ne açıdan değerlendirirseniz değerlendirin
Türkiye’nin Rusya’nın karşı bloğunda yer alması ve kendisi ABD ve İsrail
politikalarına adaması ve kullanılmasına bu denli razı olması yanlış bir
siyasettir. Türkiye her zamanki gibi fırsatları değerlendirmeye ve olayları
kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Bu siyasi bir devlet olmanın gerektiği olağan
bir reflekstir. Ancak Erdoğan hükümetinin bunu yaparken dünya dengesini özelde
Türkiye’nin coğrafi ve siyasi konumu tarihi kimliği ile ait olması gereken
yapının tarafı, bloğu yeterince iyi tahlil edip pragmatist bir yaklaşımla
tercih de bulunmamışlardır. Bundan ziyade fevri, duygusal, ihtiraslı,
inceliksiz, politik olmayan ve ekonomik analizi iyi yapılmamış bir bakış açısı
ile tavır almaları ve bunu hırs, inat ve kabadayılık ile sürdürmeye çalışmaları
içinde bulunduğu durumun şartlarını zorlaştırdığı gibi neticelerini de faydalı
yapmıyor.
Her başlık çok daha fazla tarih,
bilgi ve girift ilişkileri ortaya sermeyi gerektiriyor. Ancak bu yazının hacmi
ve okuyucunun ilgisini uzun süre sabitleşmesinin bu konuda zorluğu bu yazıyı
burada kesmeyi gerektiriyor. Olan olayları ve tüm dünyayı saran bu krizi
değerlendirirken tüm bu anlaşmalar ve birlikleri de göz önüne almak doğru bir
yaklaşım olacaktır. Gelişen günlerde
farklı bakışlarla olayı değerlendirmeye devam edeceğiz.
Fatih Bilgin