Biden ne yapacak? Türkiye ne yapmalı?

GİRİŞ: 04.01.2022 06:00      GÜNCELLEME: 04.01.2022 06:00
Rasthaber -  

Türkiye-İran-Rusya arasındaki işbirliği ve koordinasyon Doğu Akdeniz’de de önemli jeopolitik bir depreme yol açar. Tabii bunun için en önce Türkiye’nin saçma sapan ve aleyhine olan NATO parametrelerinden kurtulması, yeniden bir “Hasta Adam”a karşı hareketlenen Batı Emperyalizmi’ne karşı AvrAsya’nın büyük güçleriyle işbirliği yapması şarttır.

ABD, dünya lideri kalabilmek için çırpınıp dururken, adeta bir bataklıktaymış gibi daha da çok batıyor.

1970’lerin daha kötü kopyasını yaşıyorlar.

O dönemde de Soğuk Savaş sürerken Vietnam’a girmiş ve bir türlü çıkamamıştı.

Vietnam macerası, ABD’ye psikolojik, sosyolojik, siyasi ve ekonomik olarak belki 2. Dünya Savaşı sonrası en büyük darbeyi vurmuştu.

Hollywood’da yapılan filmlere bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. ABD’ye dünya liderliğini getiren 2. Dünya Savaşı konulu filmlerden belki daha fazlası Vietnam hakkında yapılmıştı.

Vietnam doğrudan ekonomik krize yol açarken, dolaylı olarak ABD’ye Avrupa’da büyük kayıplar verdirdi.

Açayım isterseniz; Vietnam bataklığındaki ABD, savaş masrafları ve petrol kriziyle birlikte dolar karşılığı altın sisteminden çıkmak zorunda kaldı.

O günden beri de dünyada rezerv para olan dolarlar giderek güven kaybına uğradı.

Küresel ekonomi finans kapitalin güdümüne girdi. Üretimsiz bir süreç başladı ve üretimin olmaması eğitim, bilim ve ahlakta çöküşler yarattı.

Siyasi olarak incelersek, dışarıda mesela SSCB’nin Avrupa’daki eylemlerine karşı sağlam duramadı ABD. Macaristan ve Prag Baharı’na karşı pasif kaldı. Ortadoğu ve Afrika’da da benzer jeopolitik kayıplara uğradı. Anti emperyalist Baasçılık yükseldi, sol hareketler Türkiye’de güçlendi, neticede İran’da İslami devrim yaşandı. Afrika ülkelerinin bağımsızlaşma ivmesi 1970’lerde hız kazandı.

İçeride Watergate gibi siyasi krizler, ABD’de siyasi kutuplaşmanın kökleşmesi, marjinalleşme, uyuşturucu ve hurafeciliğin patlaması gibi psikolojik, sosyolojik travmalar yaşandı.

1970’lerin sonunda ABD çökmekte olan bir ülke manzarası çiziyordu.

Mesela New York’ta işler kontrolden çıkmıştı. Uyuşturucu, suç ve kirlilik altında kıvranan bir şehirdi New York.

ABD’yi kurtaran olay, akıllı stratejist Kissinger ve ekibinin Çin’i (ping pong diplomasisiyle) Rusya’dan koparıp yanlarına almaları kadar petrolü dolardan başka bir para birimiyle değerlendirmeyi yasaklayan dış politikaları ve belki de bunların sonucunda SSCB’nin (kendi sistematik sorunları yüzünden de) çökme süreci oldu.

Ancak o zaman bunu sağlayacak güçlü bir ordusu ve özellikle de güçlü bir donanması vardı.

Bugün ABD 1970’lerin çok gerisinde.

Artık yaşlanmış, yorgun ve yılgın bir boksör gibi.

“Rocky” karavana atıyor diyebiliriz.

Ya da Rambo covid olmuş yatıyor.

ABD de aynı SSCB gibi, tamamen farklı bir sistem de olsa, benzer dahili yönetsel hastalıklar sonucu artık çöküş sürecinde.

Türkiye’nin bence en önemli ve en uluslararası stratejisti Cem Gürdeniz, son yazısında çok önemli tespitlerde bulundu. (1)

“ABD, bu (okyanuslara hakim olma.HV) gücü kaybetti. Bu gerilemenin sebebi sadece Çin ve Rus deniz güçlerinin gelişmesiyle izah edilemez. Asıl darbeyi Amerikan hükümetleri -başta Obama yönetimi-ve kongre vurdu. Bu satırları yazarken ABD’nin tüm okyanuslarda hareket halindeki gemi sayısı 58, Savaş çıksa, harbe hazır gemi sayısı 185, toplam gemi sayısı 295 idi. Soğuk Savaş bittiğinde son sayı 600 idi. 2052 yılına kadar gemi sayısını 321-372 arasında bir sayıya çıkarmayı hedefliyorlar.  Bugün en ciddi sorunları bakım onarım ve personel.”

Obama sonrası gelen Trump ve şimdi Biden da ABD’yi toparlayıp eski gücüne getirmekten çok uzak liderler.

Zaten ABD siyasi sistemi politik bir düzenden çok kapitale, yani oligarşiye dayalı bir sistem.

Bir siyasetçinin çıkıp devrimci bir atılım yapması imkansız.

Netflix’teki “Don’t Look Up” filmini izlediyseniz ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

BIDEN ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI ÇIKARAMAZ

Ukrayna üzerinden 2014’ten beri yaratılan gerilim, aslında 2008’deki başarısız Gürcistan denemesinin bir nevi devamı.

Biden ve Neocon saz arkadaşları, Çin’i yedeğe alan Kissinger veya SSCB’yi Afganistan batağına çeken Brzezinski’nin stratejik ve jeopolitik vizyonunun onda birine bile sahip değiller.

Yani benim gibi bir sıradan gazetecinin gördüğü şeyi onlar görmüyorlar mı inanılır gibi değil.

Hem Rusya, hem Çin’i aynı anda kuşatmak ve bunun için de köhnemiş NATO ve benzeri askeri ittifakları kullanmak!

Fakat yaptıkları aynen bu.

Ben bunu çözüm değil, sorun yaratma üzerine kurulmuş sürekli bir Kaos teorisi olarak açıklayabiliyorum ancak.

ABD’nin başardığı tek şey, geçmişte pek çok sorun yaşamış olan Rusya ve Çin’in stratejik ortaklar olmasını sağlamaktı.

Ve Amerikalılar bunu her geçen gün daha da güçlendirerek geliştiriyorlar.

Çin’in elinde artık Rusların oyun değiştirici süpersonik füzeleri var.

Rusların ileri denizaltı teknolojisini ve daha pek çok alandaki savaş makinasını Çin kolaylıkla elde edebiliyor.

Rusya da Çin’in ileri ekonomisi ve teknolojilerinden yararlanıyor.

Bush, Obama, Trump ve Biden dörtlüsü bu eserin perde arkasındaki sahipleri.

ABD’nin küresel hegemonya şımarıklığı bize 21. asrın bir Asya yüzyılı olması realitesini getirdi.

ABD’nin son Ukrayna hamlelerine gelecek olursak.

Biden Putin ile diplomasi oyunu oynuyor, ardından Ukrayna’daki zeka yoksunu kuklalarına “haydin aslanlarım atılın arkanızdayız” diye gaz veriyor.

Ukrayna milliyetçileri 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerle işbirliği yapan dedelerinin yolunda ilerliyor.

Sonları da muhtemelen benzer olacak.

Çünkü ABD, Ukrayna ve belki Polonya ve diğerlerini (umarım Türkiye olmaz) Rusya’nın önüne atıp ortadan kaybolacak.

12 Ocak’ta yapılacak Putin – Biden görüşmesinden ben bu sonucu bekliyorum.

Yani 2022 için her şey mümkün, ama bir şey kaçınılmaz görünüyor: Ya Ukrayna gerçekçi olmayan savaş planlarından vazgeçecek, ya da olası bir Rus müdahalesi karşısında yalnız başına kalacak.

ABD, Rusya’yı kuzey ve doğu Avrupa’da (mesela son olarak Finlandiya’daki Nagehan kılıklı kukla hükümetin Rusya’yı NATO’ya katılmakla tehdit etmesi) siyasi ve askeri açılardan meşgul edip, Rusları siyasi ve ekonomik olarak Avrupa’dan soyutlamaya çalışırken, asıl ağırlık merkezini Pasifik’e kaydırıyor.

ABD’nin 21. Yüzyılda asıl hasmı Çin çünkü.

Bakınız kimsenin pek ilgisini çekmedi. Ben de şans eseri rastladım.

Yerel bir Mariana Adaları gazetesi, kısa süre önce Kuzey Mariana Adaları Valisi'nin, Kuzey Mariana ada zincirinin bir parçası olan Tinian’da bir ABD Hava Kuvvetleri aktarma üssü kurulacağını haber verdiğini yazdı.

ABD, Camp Blaz adlı yepyeni bir Deniz Piyadeleri üssü de dahil olmak üzere Guam'da büyük bir askeri varlığa sahip.

Camp Blaz, yaklaşık yetmiş beş yıldır ilk yeni deniz piyade üssü ve 5 bin askere ev sahipliği yapıyor.

Mariana Adaları, Amerika Birleşik Devletleri topraklarının en batı noktasını oluşturuyor.

Adalar grubu Hawaii'nin yaklaşık 4 bin mil batısında Pasifik'e doğru uzanıyor.

Yine Guam'da bulunan Andersen Hava Kuvvetleri üssü, Batı Pasifik'teki en önemli hava üslerinden biridir ve aynı zamanda Hawaii'nin batısında, ABD'nin B-1 Lancer , B-2 ve B-52 gibi stratejik bombardıman platformlarına hizmet verebilen tek üs.

Guam Deniz Üssü, bölgenin yönetim otoritesi olan Müşterek Bölge Marianas'ın deniz bileşeni.

Guam'ın yaklaşık 120 mil kuzeydoğusunda bulunan Tinian, yönlendirme hava limanı olarak iyi bir konuma sahip. Bu ikincil kapasitede, doğal bir afet veya savaş nedeniyle Guam'da destek altyapısının kullanılamaması durumunda Tinian'ın genişletilmiş tesisleri devreye alınabilir.

Genişletilmiş Tinian uçak pisti ve altyapısının tam olarak ne zaman tamamlanacağı belirsiz olsa da, kesin olan bir şey var: Çin ile gerilimin arttığı bir zamanda Amerika Pasifik'teki varlığını hızla genişletiyor. Ve bir çatışma durumunda, Guam ve Tinian muhtemelen Amerikan askeri mızrağının ucunu oluşturabilir.

Bunları ABD’nin Çin’e karşı sadece soğuk savaş değil, sıcak savaş opsiyonlarını da planladığını göstermek için yazdım.

1857’den beri ABD’de yayın hayatında olan The Atlantic dergisinde geçen yılın Kasım ayında yayımlanan bir makalenin başlığı da bunu anlatıyor: “Çin’i ABD ile Savaşa Hangi Olay Sürükleyecek?”

Altbaşlık da ilginç: “Soğuk savaş zaten devam ediyor. Asıl soru, Washington'un Pekin'i sıcak bir savaş başlatmaktan caydırıp caydıramayacağı.”

Yani sanki savaşı Çin çıkaracak da ABD engelleyecek!

Makalenin içeriğinde dikkat çekici doneler var:

“Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Temmuz (2021) ayında Çin'in yükselişinin önüne geçenlerin "kafalarını çelikten bir Çin Seddi'ne çarpıp yaracaklarını" ilan etti. Halk Kurtuluş Ordusu Donanması, Tayvan ve diğer komşularına yönelik tehditler savurduğu için, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana görülmemiş bir oranda gemi üretiyor. Üst düzey Pentagon yetkilileri, Çin'in bu on yıl içinde Tayvan Boğazı'nda veya diğer jeopolitik sıcak noktalarda askeri bir çatışma başlatabileceği konusunda uyardı.”

Bunu yazanlar, Japonya neredeyse teslim olmuşken iki büyük şehrine atom bombası atanların torunları.

Yazıda Çin saldırganlıkla suçlanırken, 1950 Kore ve 1962 Hindistan örnekleri veriliyor. Ama ABD’nin topraklarından binlerce kilometre uzakta oralarda ne işi olduğuna pek değinilmiyor.

1970’lerdeki o eski SSCB-Çin Halk Cumhuriyeti düşmanlığı günlerinden özlemle söz ediliyor:

“1969’da Çin'i ‘karşı-devrimci’ olmakla suçlayan Moskova'nın ölüm listesinde yer almaktan korkan Çin ordusu, Sovyet güçlerini Ussuri Nehri boyunca pusuya düşürdü ve bir kez daha nükleer savaş riskini taşıyan yedi aylık ilan edilmemiş bir çatışma başlattı.”

Çatışmanın her iki taraftan 30 ila 200 civarı asker kaybı ile sonuçlandığını belirtelim.

Yazı, neticede Çin’in her ne kadar barışçı gibi gözükse de aslında ‘çok saldırgan bir kızıl tehlike’ olduğu edebiyatı ile sona eriyor.

Yani SSCB’nin yerini artık Çin alıyor.

Yeni “Kızıl Tehlike” veya “Evil Empire” (Kötülük İmparatorluğu) da Çin Halk Cumhuriyeti olmuş oluyor.

Yerseniz.

Şu anda görünen, ABD’deki bir kısım insan dışında dünyada bu bayat malın pek alıcısının olmadığı.

Jeopolitik ve strateji dehası sayılabilecek Rusya lideri Vladimir Putin’in de bu alıcılar listesinde olmadığı kesin.

Ancak Biden, Putin’e karşı kullanmadığı ‘savaş dilini’ Çin’e karşı kullanmaktan çekinmiyor.

Kısa süre önce Amerika'nın Tayvan'ı kışkırtılmamış bir Çin saldırısından korumak için savaşacağını belirtti.

Washington, 2030'ların başına kadar Asya-Pasifik'teki güçlerini sertleştirmeyi, yaygınlaştırmayı ve yoğunlaştırmayı planlıyor.

Tayvan’a gemi karşıtı füzeler ve mobil hava savunmaları gibi ucuz ve bol yetenekler sağlıyor.

Atlantik dergisine göre bu, Çin'in 2030’a kadar en iyi şansına sahip olacağı anlamına geliyor. Gerçekten de, birçok eski ABD gemisinin, denizaltısının ve uçağının emekliye ayrılmak zorunda kalacağı 2020'lerde askeri denge Beijing’in lehine değişecek.

Bana göre ise kimse 3. Dünya savaşı filan çıkarmayacak. Usta satranç hamleleri ile Çin kendi hayat alanlarını zaman ve sabırla elde edecek. Zaman ABD’nin aleyhine işliyor çünkü.

TÜRKİYE NE YAPMALI?

Türkiye’nin ne yapması gerektiğini anlatmaya başlarken, kısaca ‘AKP he yapıyorsa tersini yapmalı’ demek yeterli ama ben yine de açıklayacağım.

Türkiye bir Avrasya ülkesidir.

Aslında bir Batı Asya ülkesi de denebilir.

Türkiye dünyanın en değerli jeopolitik noktasında oturuyor.

Bunun için de o kıymetli locaya herkes, en başta da ABD gözünü dikmiş durumda.

9 Eylül 1922’de emperyalist uşağı Yunan ordusunun İzmir’den denize dökülmesinin ardından, bu sene 9 Eylül’de “İstiklal Savaşı”nın kazanılmasının ardından tam yüz yıl geçmiş olacak.

Ancak bugüne baktığımızda bir asır öncesinin tablosuna benzer manzaralar var.

Ege ve Doğu Akdeniz’de ABD ve Yunanistan birlikte, adeta Türkiye’yi işgale hazırlanırcasına üsler ve ittifaklar oluşturuyor.

Yunanistan’da 20’den fazla yeni Amerikan askeri üssü kuruldu.

Dedeağaç bunlardan topraklarımıza en yakını ve en büyüğü.

Yüz yıl önceki İngiltere gibi bugün ABD, çökerken kendi ordusunu değil paryalarının ordularını kullanmaya çalışıyor.

Suriye ve Irak’ta bunu denedi başaramadı.

Ama vazgeçmiyor.

Ukrayna gibi Türkiye’yi de yemeye veya bölmeye uğraşıyor.

10 milyonlara varan göçmen işgali de yeni vekalet savaşlarının bir uzantısı.

Yılbaşında Taksim’deki manzara ürkütücüydü gerçekten.

1 Ocak’taki sürpriz Putin-Erdoğan görüşmesinde bunlar konuşuldu mu bilemem ama Türkiye’nin artık Şam ile küs kalma lüksü yok.

Putin, Ukrayna ve Suriye üzerinden Erdoğan’ı uyarmış olmalı.

Ukrayna ve Karadeniz’de ABD ile birlikte olmak bizim için çok anlamsız ve zarar verici bir durum.

Keza Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile barışmamak ve Suriyelileri güzellikle evlerine göndermemek de öyle.

Aile başına 5,3 üreme hızıyla 2040’ta nüfusumuzun yüzde 13 buçuğunu oluşturacakları düşüncesi bile beni korkutuyor.

Aynı şekilde İran meselesi var.

Türkiye’nin İran konusunda da Rusya’da olduğu gibi, NATO, İsrail ve ABD ile birlikte davranması adeta intihar olur.

İsrail’in saldırı planları sürerken, İran sınırındaki mayınların temizleneceği haberleri geliyor.

Tıpkı Suriye’de her şey güllük gülistanlıkken gündeme geldiği gibi.

Sınırdaki mayınlar temizlenip sığınmacı ve terörist geçişi için açılmıştı.

Türkiye ne yapmalı peki?

Cevabı bir Türk değil, bir yabancıdan alalım.

Bizi yabancıların değerlendirmesine bayılırız ya.

Yani bizdeki milli geleneksel aşağılık kompleksi yüzünden böyle dedim.

İşin şakası bir yana, Andrew Korybko yazmış çözümü.

29 Aralık 2021’de “Avrasya'da Rus-İran-Türk Üçlü İşbirliğini Kurumsallaştırma Zamanı” başlıklı yazısında aynen şunları söylüyor:

“İran Dışişleri Bakanı Özel Siyasi İşlerden Sorumlu Kıdemli Yardımcısı Ali Asker Hacı, 22 Aralık'ta Rus medyasına, bu iki ülke ile Türkiye arasında önümüzdeki yıl bir zirveye ev sahipliği yapmayı planladıklarını söyledi. Bu ilk olmayacak, ancak Avrasya'daki üçlü işbirliğini daha da kurumsallaştırmaya hizmet etmeli. Bu üç Büyük Güç, tarihi uygarlık devletlerinin günümüzün gururlu mirasçılarıdır. Suriye'deki çağdaş koordinasyonları, süper kıtadaki ortak çabalarının coğrafi kapsamını daha da genişletmeleri için temel oluşturması gereken, savaşın parçaladığı bu ülkedeki durumu istikrara kavuşturmak için çok önemliydi.

Bu üç ülkenin de değişen ölçülerde olsa da Güney Kafkasya ve Afganistan'da çıkarları var. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’in Karabağ Savaşı'ndaki zaferinin ardından yaklaşık bir yıl önce ortaya çıkardığı altı ülkeli bölgesel entegrasyon platformuna, Rusya, İran ve Türkiye'nin dahil edilmesini önerdi. Bu üç Büyük Güç ile Güney Kafkasya'nın nispeten daha küçük üç devleti (Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan) arasında bir 3+3 formatı tasavvur edin. Bu, bölgeyi 21. yüzyılda Avrasya'nın en önemli yerine dönüştürmek için kolektif potansiyelleri en üst düzeye çıkaracak. Rusya, İran ve Türkiye'nin daha yakın işbirliği karşılıklı olarak faydalı olacak. (...)

Daha büyük resim, 3 jeostratejik ülkenin, Rusya, İran ve Türkiye arasındaki üçlü işbirliği kapsamında yer alması: Batı Asya (Suriye), Güney Kafkasya (Azerbaycan) ve Orta Asya- Güney Asya pivot alanı (Afganistan). Bu üç kadim devletin oluşturacağı Büyük Güç ve stratejik çıkarların organik yakınlaşması, Avrasya'da yeni bir platformun yaratılması yoluyla Suriye ötesine genişleyerek, üçlü işbirliğini nihayet kurumsallaştırmaları için onlara ilham vermelidir.”

Ben de Korybko’ya bir ekleme yapabilirim.

Türkiye-İran-Rusya arasındaki işbirliği ve koordinasyon Doğu Akdeniz’de de önemli jeopolitik bir depreme yol açar.

Tabii bunun için en önce Türkiye’nin saçma sapan ve aleyhine olan NATO parametrelerinden kurtulması, yeniden bir “Hasta Adam”a karşı hareketlenen Batı Emperyalizmi’ne karşı AvrAsya’nın büyük güçleriyle işbirliği yapması şarttır.

Umarım ki bu kurtuluşun 100. Yılını 9 Eylül’de bu tabloyla kutlarız.  

Hüseyin Vidonalı/Veryansın

 

KAYNAKLAR:

(1) https://www.veryansintv.com/2022-ve-mavi-vatan

https://nationalinterest.org/blog/reboot/why-united-states-building-new-airbase-marianas-islands-198827

https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2021/11/us-china-war/620571/

https://icdt.ir/en/its-time-to-institutionalize-trilateral-russian-iranian-turkish-cooperation-in-eurasia/

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM