ÖLDÜRÜLEN KOMUTAN
Albay, Irak ve Suriye’de kutsal mekânları korumakla mükellef
milis kuvvetleri eğiten birimin komutanıymış. Görevleri hakkında daha fazla
iddialar var; Irak’ta Haşdi Şabi, Suriye’de Kudüs Ordusu, Lübnan’da Hizbullah
kuvvetlerine askeri danışmanlık yapmış. İHA ve SİHA’lar dâhil birçok silah
türünde uzmanmış. Kıssadan hisse, sıradan bir asker değil. Peki, bu derece
önemli bir Albayın bizim Murat 124 benzeri dandik bir arabada, önemli dış
görevlerde bulunan subaylara, nükleer sahada çalışan bilim adamlarına,
özellikle Irak ve Suriye’de faal istihbarat elemanlarına karşı suikastların
olağan hale geldiği Tahran’da korumasız, İran Parlamentosuna yakın bir
mahallede, ikamet ettiği sokakta bu kadar rahat katledilmesi nasıl
açıklanabilir? İsrail’de yayın yapan Kanal 13 ve Kanal 12 televizyonları, Albay
Hasan Seyit Hudayi’nin kısa bir zaman önce Suriye’den Tahran’a döndüğünü iddia
etmişti.
SUİKAST SURİYE DÖNÜŞÜ
Peki Albayın Suriye’den İran’a ne vakit döndüğünü,
faaliyetlerini ve nerede hangi eylemleri yapacağını açıklayan İsrail
televizyonu Kanal 13 ve Kanal 12’ye bu bilgiyi servis eden kim? İddiaya göre
MOSSAD ajanları İran’da Albay Hasan Seyit Hudayi’nin yardımcısı 52 yaşındaki
Mansur Resuli’yi kaçırmış ve kendisini sorgulamış. İtiraflarını kayıt altına
almış. İddia odur ki, Resuli, Albay Hasan Seyit Hudayi’nin emriyle İstanbul’da
İsrail Konsolosluğunda görevli bir diplomatı, Almanya’da görevli bir Amerikalı
generali ve Fransa’da bir gazeteciyi öldürmek için hazırlık yaptıklarını itiraf
etmiş. Ayrıca Resuli’nin Albay Hudayi’nin İsrail akademisyenlerini, iş
adamlarını ve emekli askeri personeli İran hesabına casusluk yapmak veya
kaçırmak, Kıbrıs’ta beş İsrailliyi öldürmek için kurulan özel bir birimin
başında olduğunu itiraf ettiğini iddia etmiş. Bu video 8 Mayıs’ta
yayımlanmıştı. Mansur Resuli Nisan ayında zorla alıkonulduğunu, işkenceye maruz
kaldığını ve bu açıklamaları yapmaya zorlandığını açıklamıştı. Bu olaydan 14
gün sonra Albay Hasan Seyit Hudayi suikasta maruz kaldı.
CİNAYET NEDEN ÖNLENEMEDİ?
İran polisi, suikasttan hemen sonra İran’da bir ‘İsrail
Casusluk Şebekesini’ ele geçirdiklerini açıklamış! Cinayetten sonra bu kadar
hızlı casusluk şebekesini çökerten polis suikastı neden önleyememiş? İranlı
yetkililerin hayati önemde olan subayları ve bilim adamlarının katledildiği her
cinayetin ardından, “intikamı alınacak, İsrail bunun bedelini ödeyecek’ açıklamaları
yerine kendi ülkesinde subaylarını, bilim adamlarını koruması gerekmez mi? Ocak
2020’de Trump’ın emriyle Irak’ta öldürülen Kudüs Ordusu Komutanı Kasım
Süleymani, ardından Kasım 2020’de Devrim Muhafızları Ordusunda Tuğgeneral,
Nükleer Fizikçi ve İran’ın Nükleer Programında kıdemli bir yetkili olan Muhsin
Fahrizade suikastlarla can verdiler. İşlenen bu kadar cinayete rağmen İsrail,
ABD ve İran’daki suikast timleri halen nasıl bu kadar rahat hareket
edebilmektedir? Zira bu suikast için günlerce süren alan taraması, her detay
hakkında data toplanması, gözlem, yakın takip gibi çalışmaların yapıldığı
aşikar. Olay mahallinde polisten önce
fotoğraf çekenlerin zuhur etmesi, araba içinde cansız yatan evlatlarına bakan
aile efratlarının, direksiyon başında katledilmiş bir Albayın farklı
zaviyelerden fotoğraflarının çekilmesi ve dünya medyasına servis edilmesi nasıl
mümkün olmuş?
FAREZDAK’IN UYARISI
Arabi şair Farezdak (ö. 114/732), Emevi döneminin en meşhur
hiciv (iğneleyici sözlerle yergi) şairidir. Tam ismi Ebû Firâs Hemmâm Bin Gālib
Bin Sa‘saa El-Temîmî. Yezit ve Valilerinden mustarip Irak ahalisi kendilerini
kurtarmak için Resul Allah’ın torunu ve Hz. Ali’nin evladı İmam Hüseyin’den
yardım talebinde bulunur ve kendisini Irak’a davet ederler. Medine’den hareket
eden İmam Hüseyin bu davete ailesi ve 70 küsur yoldaşı ile icabet eder.
İmam Hüseyin’in yola çıktığını haber alan Şair Farezdak,
İmam Hüseyin’i uyarmak amacıyla bir beyit okur; “Ey Resul Allah’ın Torunu! Ey
Allah’ın Aslanı, Zülfikar’ın sahibi Ali’nin Oğlu Bilmez misin? Ehli Irak, Ehli
Şikak (bölücü) ve Ehli Nifaktır (münafıktır). Kalpleri (Gönülleri) seninle ama
kılıçları Emevilerle olacaktır.” demiş ve ihanete uğrayacağını, bu tuzağa
düşmemesini istemiştir. İmam Hüseyin ve yoldaşları bugün Irak sınırları içinde
kalan Kerbela’da üzerlerine gönderilen 5000 kişilik ordu tarafından
katledilmişlerdir. Bununla yetinmeyen Yezid Medine ve Mekke’yi yıkmış, talan
etmiş ve Kâbe’yi mancınıklarla tahrip etmiştir.
EV SAHİBİNİN HİÇ Mİ SUÇU YOK?
Şair Farezdak uyarısında haklı çıkmış ve günümüzde yaşanan
bölücü ve nifak olayların perde arkası izah edilirken o meşhur, “kalpleri
seninle ama kılıçları Emevilerle” sözüne atıfta bulunulur. ABD, İsrail,
İngiltere ve bu kuvvetlerle dost ve müttefik olanlar çağımızın Yezitleridir.
Acı olan şudur ki, insanımızı bu şer kuvvetlerine kurban edenler de bizden.
Hani üstat Ruhi Su’nun dizilerinde dediği gibi; “Ağaç demiş ki baltaya, sen
beni kesemezdin ama ne yapayım ki sapın benden. Bak şu ağacın bilincine sen,
ölen ben öldüren benden.” Evi bir haraminin talanına maruz kalan Nasrettin Hoca
yeterince önlem almadığı için kendisini azarlayan karısına, “şu hırsızın hiç mi
suçu yok?” diye sormuştu. Ama ve lakin bu sefer soruyu tersten soracağız; “Ev
sahibinin hiç mi suçu yok?”
Bu kadar Yezit üreten bataklığı nasıl yarattık? Çağımızın
Yezitleri İsrail, ABD, İngiltere, AB devletlerine para, makam, mezhep, etnik,
tarihi veya başka sebepler dolayısıyla Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta, İran’da uşaklık
eden tetikçilerin, siyasilerin, oligarkların aramızda olması kimin suçu?