Ayrıca şunu da belirtmiş olalım ki, belirli bir kesim bu
hırsızlık olaylarını Suriyelilerin yaptığını iddia etmekte. Oysa yakalananlara
bakıldığında bunların çoğu öz itibariyle Türk vatandaşı olduğu görülüyor.
Bu tezviratları yapanlara ve iftira atanlara sormak lazım,
siz Yahudilerin yaptığı gibi kendinize günah keçisi mi arıyorsunuz?
İşin garip tarafı, güvenlik güçleri yok mu ki, öfkeli
gençler böylesine vahşi bir yöntemle adaleti sağlayacaklarını sanıyorlar?
Bu yöntem ve yapılanlar doğru değil. Anlıyoruz, böylesine
üzüntü veren kaos ortamında sinirler son derece gergin. Biriken bu öfke adeta
toslayacak yer arıyor.
Oysa her koşulda öfkemize sahip çıkmamız, sağduyuyu korumamız
gerekiyor.
Bu fevri gücü, bu biriken öfkeyi kimsenin inisiyatifine terk
etmemeliyiz.
Yargısız infaz ve linç normalimiz olmamalı. Linç ve yargısız
infaz alkışlanamaz. Ama bunu yapanlar var. El insaf...
Elleri bağlı ve yüzü koyun yatırılmış hırsızın başına tekme
ile vurmak neyin nesi? Öldüresiye copla dövmek de neyin nesi? Kardeşim savaşta
mıyız? Esire bile böylesi vahşiyane muamele yapamazsın. Savaşın bile bir hukuku
var.
Bu mu senin vicdanın?
En çok senin sağduyulu olman gereken yerde ne bu şiddete
teşne tutumun?
Her devlet, her hukuk sistemi kamusal alanda güvenlik ve
adaleti tesis için vardır. Can ve mal güvenliğini sağlamak için vardır. Deprem
kaosu da beraberinde getirir ama bu otorite boşluğu oluştu anlamına gelmez.
Bırak da işi güvenlik güçleri yapsın. İllâ durumdan vazife çıkaracaksan asayişe
yardımcı ol. Asayişi sağlayacam diye sen de terör estirme. Kamusal güvenlik
için emniyet güçleri ne güne duruyor? Yapmayın gençler, öfkenize mukayyet olun.
Bu üzücü gelişmeler karşısında durup kendimizi sorgulamalıyız.
Güvenlik adına ilkel, linç sevici güruhun yaptığı ihlaller
sosyal medyada o kadar fazla ve teşvik edici bir şekilde paylaşılıyor ki, yarın
birkaç kişi sevmediği birini dövüp videoya çekse, iftira atarak isim verse,
adamın hayatını karartmış olurlar.
Düşünün, sırf biri size husumet besliyor diye, iftira
atacak. Ve siz linç edilip, belki öldürüleceksiniz.
Veya atılan bir iftira ile belki de ömür boyu hapiste
kalacaksınız.
Dün bir amca vardı,
öylesine çaresiz kalmış ki, açık açık itiraf ederek ve büyük
bir mahcubiyet içerisinde bayan spikere "hırsızlık yaptık kızım"
diyordu.
İhtiyacı olduğu için bir marketten gıda ürünleri almış.
Çamaşır makinesi sırtlayan, tv çalan veya TIR'ın önünü kesip
yağmacılık yapanlar elbette hukuk önünde yargılanmalıdırlar. Suçları tespit edilenler gereği gibi
cezalandırılmalıdır.
Ama insafı çürümüş, adalet anlayışı dibe vurmuş öfkeli
gençlerin eline bırakmayın bu insanları. Bunlar nefislerine uymuş, eğitimsiz,
zır cahil kişilerdir.
Kadim tarihten bu yana insanlar devlet olgusunu ve hukuk
sistemini toplumsal düzenin tanzimi ve toplum güvenliği için oluşturmuşlar.
Sosyal insicama olan gereksinim bunu zorunlu kılmaktadır. Arkadaşlar, yasalar
adaletin temini için vardır. Ortak yasalar etrafında oluşturulan konsensüs toplumun
huzuru ve insicamı içindir. Kurallar, yasalar ve hukuk birliğimizi ve
dirliğimizi sağlayan unsurlar olmalıdır. Hukuk düzeni herkesin eşit şekilde
uyması gereken kurallar manzumesidir. Unutmayalım, İmâm Ali buyuruyor ki,
"Devletin dinî adalettir." Biz de diyoruz ki, "İnsanın dini
merhamettir." Merhametin olmadığı yerde ne ibadet vardır ne de Allah'a
kulluk. Bu böyle biline...
Devlet insanın refahı, huzuru ve güvenliği için vardır. Bu
yüzden İmâm Ali'nin buyurduğu gibi, "Devletin dini adalettir." Adaletin
olmadığı yerde ise "orman kanunu" vardır. Bugün öfkeli gençlerin
uygulamaya kalktığı "orman kanunu"ndan başka bir şey değildir.
Elbette, millet canıyla uğraşırken yağmacıların yaptığı asla
kabul edilemez.
Polisin/güvenlik güçlerinin görevi asayişi sağlayıp, bu tür
hırsızlık girişiminde bulunanları adalete teslim etmektir. Bunlar cezaevlerinde
ıslah edilmeliler. Rehabilite edilmeliler. Oradan profesyonel hırsız olarak
çıkmamalılar. O kadar üzücü ki, bugün hırsızlık suçundan hapse girenler için
orası buluşma ve örgütlenme yeri olmaktadır. Kendi tecrübelerini bir birlerine
aktarırken profesyonelleşiyorlar. Hani bir darb-ı mesel var, "Merd-i Kıpti
şecaat arz ederken sirkatin söylermiş." Bugünkü Türkçe ile: "Hırsız
yiğitlikten/kahramanlıktan söz ederken marifetmiş gibi yaptığı soygunları
anlatırmış." Bunlar hapiste rehabilite ve ıslah edilmedikleri için son
derece yüz kızartıcı ve onur kırıcı hırsızlık ve soygun eylemini marifet gibi
birbirlerine anlatmaktadırlar. Ya kardeşim, bu toplum böyle iflah olur mu?
Kronikleşmiş bu meselenin üzerine ivedilikle gidilmeli.
Bugün olağanüstü bir durum var diye hukuku ve gerekli olan
yasal düzenlemeleri bir tarafa bırakamayız. Bu zümreye "orman kanunu"
değil, hukuk uygulanmalı. Kısmî olarak otorite boşluğu gözüküyor olsa da kimse
"orman kanunu" adına inisiyatif kullanmamalı, bu durumdan vazife
çıkarmamalıdır. İyi bir iş yapmak istiyorlarsa emniyet güçlerine yardımcı
olmalılar.
Üzülerek ifade etmiş olalım ki bizim ülkemizde insanlar
yağma için mağduriyetin ve acının yaşandığı bu şehirlerimize diğer şehirlerden
örgütlenerek geliyorlarsa vah bizim memleketimize! Demek ki ne eğitim
sistemimiz ne hukukumuz bir işe yaramıyor. Şu hâlde eğitim müfredatımız ahlâkî değerlerimizle
bezenip kombine edilerek yeni bir formatla yürürlüğe sokulmalı. Atalarımız
boşuna dememiş, "Kork Allah'tan korkmayandan." Allah'a karşı haşyet
duymayan, Allah'tan utanmayan insandan her şey beklenir. Bizim toplumumuz bu
eğitim müfredatı ile yüce ahlâkî değerlerimizden ve insanı insan yapan
erdemlerimizden süratle uzaklaşmaktadır. Her alanda bir ahlâkî erozyon
yaşanıyor ki, sormayın gitsin! Def olup gitsin! Ama gitsin demekle gitmiyor
işte. Az önce ifade ettiğimiz gibi yeni bir reset ve yeni bir formatla köklü
çözümlere ihtiyacımız var. Bugün yine aynı şekilde anayasal düzenimiz hukukun
üstünlüğü prensibine uyularak aidiyet değerlerimizle insicam içerisinde yeniden
revize edilmeli. Maatteessüf ki "Köpekleri salmışlar, taşları
bağlamışlar" darb-ı meseli gibi laçkalaşmış hukuk sisteminde yasalar
caydırıcı olmamaktadır. Hatta birçok yasa var ki, istismara çok açık. Bir de
buna az önce ifade ettiğimiz gibi müfredat ve eğitim eksikliği eklenince
cehalet ve fakirlik hırsızlığı ve her türlü kıreminel olayları beraberinde
getirmektedir.
Hukuk düzeni öyle olmalı ki, suç işleyen, toplumun huzurunu
bozan, hırsızlığı yapan ve hırsızlığa kleptomani boyutunda temayülü olan
kişileri cezaevinde uygulanacak rehabilite ile tekrar sosyal hayata kazandırmak
için ıslah çalışmalarında bulunulmalı.
Tekrar edecek olursak, eğer bu sistem yürümediğine göre,
devletin çarklarındaki sıkıntının giderilmesi gerekir.
Milletin gördüğü yağmacıyı dövmesi, burnunu kırması,
coplaması, hatta büyük bir iştiyak ile kulağını kesmesi vesaire adalet
değildir. Adalet böyle tahakkuk ettirilmez. Böyle ıslah olmaz...
Hele hele ülkenin polisi askeri adam dövüyorsa, şu hâlde ne
gerek var hukuka ne gerek var mahkemeye ne gerek var devlete. Sahi siz
"tek parti - ceberut dönemi" gibi seyyar mahkemeler mi kuruyorsunuz?
Topluma böyle mi adalet dağıtacaksınız? Elinde silahı, gücü olan, yetkisi olan
diğerlerini alt etsin, öyle mi?!
Bu apaçık yanlış bir yaklaşım.
Elbette bir de şöyle bir durum var, soyguncular bu işi
ellerinde silahla yapmaya teşebbüs edecek olurlarsa, nefsî müdafaa devreye
girer, ayrıca bu durumda polisin yetkisi zaten karşılık vermektir. Bu ayrı
konu...
Burada ifade etmek istediğimiz, polisin kendini devletle
özdeşleştirip onun yerine ortak kural ihdas etmesi yanlış.
Hukuk ve anayasa herkes için bağlayıcı olmalı. Kanun herkesi
bağlar.
Kimse kanundan üstün değildir.
Kanun ve yasalarda “masumiyet karinesi” esastır.