Hiçliğe Giden Yol

GİRİŞ: 12.08.2024 15:30      GÜNCELLEME: 12.08.2024 15:30
Rasthaber -  Modern dünya görüşünün, siyaset tarzının, Amerikan demokrasisinin, Filistin halkına yönelik Siyonist soykırımı ayakta alkışladığı; modernliğin, aydınlanma değerlerinin ve modern demokrasilerin, haçlı emperyalizmi için meşruiyet zemini oluşturduğu, despot-faşist gerçekliğin küreselleştiği bir dönemde; ulus-devletçi/milliyetçi/mezhepçi derin patolojilerin, patolojik bencilliklerin, politik hamaset kültürünün yükselişe geçtiği, İslam toplumlarında, İslami ufuk ve irade gözden kayboluyor. Siyasal iktidarlar İslam’ı araçsallaştırdıkları için bu ufuk ve irade kaybı hiçbir şekilde umursanmıyor. İslam toplumlarında her gün yeni ufuklar açılması, somut ve mümkün tahayyüller ve projeler üzerinde çalışılması gerekirken bunlar yapılmıyor ve her gün bütün ufukları dehşetle karartan bağnazlıklar ve ihanetler sergileniyor, bir bilgelik ortamında tartışılması gereken görüş ayrılıkları ne yazık ki barbar karşıtlıklara neden olabiliyor.

İslam dünyası toplumlarında politik liderlerin, eleştirel bağlamda, kendi yetersizliklerinin, yanılsamalarının, iradesizliklerinin, ufuksuzlukların, bencilliklerinin farkına vararak kişisel ihtiraslarının neden olduğu ahlaki yıkımları görerek gerçek dünyanın farkında olarak İslam’ın geleceği için sorumluluk almaları gerekirken; eşsiz ve benzersiz oportünizmlerle, eşsiz ve benzersiz popülizmlerle kazanılmış politik başarılarla saltanatlarını sürdürüyor olmaları, zillet ve alçalışa boyun eğmeleri, politik popülist konformizmi derin bir biçimde içselleştirmeleri, tarihsel/büyük bir çürüme ve aymazlıkla karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir.

Varoluşsal ve tarihsel bir dönemeçte bulunan İslam toplumları, muhafazakar sağcılık ve sağcı muhafazakarlık tarafından, ahlaki ve zihinsel anlamda kötürümleştirildikleri için bu varoluşsal dönemeci de ihmal ve israf ediyor, savsaklıyor. Türkiye’de seküler ve muhafazakar kesimler arasında öteden beri görülegelen/yaşanan farklılıklar ortadan kalkıyor ve her iki kesim de tüketim tercihleri bağlamında, aynı düzlemde buluşuyor. Dünyayı ve tarihi olduğu haliyle yaşamaya mahkum olan İslam dünyası ülkeleri, dünyayı/tarihi İslami anlamda bağımsızlık ve özgürlük içerisinde yaşama mücadelesi veren İslami direniş hareketlerini utanç verici bir biçimde yalnızlığa terk ediyor, bu konuda hiç de masum olmayan bir sessizliği seçiyor. İslam dünyası olarak bilinen dünya, Gazze halkına yönelik Siyonist soykırım ve haçlı emperyalizmi karşısında siyasal etkisizliği, iradesizliği ve aczi seçerek hiçliğe giden yolda ilerliyor. Bugün, toplumlarımız, İsrail karşısında tarihsel bir siyasal sefaleti normalleştirmiş bulunuyor.

İslam toplumları her tür otorite ile özdeşleştikleri, her türlü otoriteyi bir biçimde kutsallaştırarak, her türlü eleştiriden muaf saydıkları için; radikal eleştirileri, radikal tehdit olarak gören iktidarları tebcil etmeye devam ediyor. Bu nedenle de bu toplumlarda edilgenliklerin ve teslimiyetçiliklerin temel nedenleri hiç tartışılmıyor, gündeme getirilmiyor, hayatın ve düşüncenin tektipleştirilmesi hayati bir sorun olarak görülmüyor. Toplumlarımızda, yapısal/kalıcı çeşitlilikleri, etnik farklılığı, mezhep farklılığını ilkel mülahazalarla reddeden bir barbarlık biçimi toplumsallaşıyor, siyasallaşıyor. Toplumlarımız, içerisinde bulundukları yapısal/genel yabancılaşmalarla yüzleşme ihtiyacı duymuyor, ütopik umutlar etrafında savruluyor. Kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan kesimlerin, mistik-sufi düşünce tarafından şeyleştirilen kitlelerin, iktidar çıkar ve ayrıcalıklarından yararlanabilmek için, yerli-milli bir faşizmle uzlaşmaları, uzlaşabilmeleri, içerisinde yaşadığımız toplumun nihai bir yozlaşma ile bütünleştiğini gösterir. Nihai yozlaşma, hangi toplumda yaşanıyor olursa olsun, yeni başlangıçlar yapmayı gerektirir. Yeni başlangıçlar yapılmadığı takdirde, İslami bilincin özgürleşmesi başka bir çağa kalacaktır.

İslami anlamda kurucu yeni bir neslin, kurucu yeni bir başlangıcın, kurucu yeni bir dönüm noktasının, yirmibirinci yüzyılın ağır sorunlarını, ağır tehditlerini ve dinamiklerini kavrayabilmek için, bütün ufukları, bütün boyutları taramaları, evrensel düşünsel yolculuk için, evrensel bilinç yolculuğu için, düşünsel birliktelikler-dayanışmalar oluşturmaları gerekir. Bunlar yapılmadığı takdirde, ontolojik ve epistemolojik anlamda tarihten dışlanan Müslümanlar, karşı karşıya bulundukları yenilgilerle, sömürgeci rakipleriyle hesaplaşamazlar. Bugünün ağır ve derin sorunlarına geçmişin kalıntılarıyla cevap verilemez. Madunların/mağlupların umutlarını hamaset kültürüyle istismar etmemek gerekir. Günümüz dünyasında, İslam dünyasında da maalesef, pozitivist ve pragmatik zihniyet, toplumları ruhsuzluğa, kayıtsızlığa, vicdansızlığa sevk ediyor, insanları, insanlıktan çıkarıyor. Pozitivist/pragmatist ve ırkçı zihniyet, bir yanda batılı-beyaz-üstün insanlar ve bunlarla uzlaşan insanlarla, bir diğer yanda da bunlarla uzlaşmayı reddeden, bunun için direniş yolunu seçen toplama kampı sakini, insanlık dışına itilmiş insanlardan oluşan bir dünya oluşturuyor. Çıkarcı ve bencil akıllar, ilkesizlikleri, ahlaksızlıkları ve ihanetleri sıradanlaştıran barbar bir akla dönüşebiliyor. Çıkarcı ve bencil akıl, saray dalkavukları fakihler, medya kahinleri, medya aydınları, İslam’ı modernleştirmek isteyen filozoflar, egosantrik felaket tellalı faşist kadrolar, İslam dünyası tiranlarını şımartmak için sıraya girmiş bulunuyor. Bütün bu çevreler gittikçe büyüyen manevi-irfani yoksullaşmayı, yabancılaşmayı asla görmüyor, hissetmiyor.

Modern tarih, sömürgeci şiddetin tarihi, günümüzde, Filistin’de, Siyonist-haçlı emperyalizmi bir soykırım şeklinde sürerken bile, İslam ülkesi olarak bilinen ve İslami irade sahip olmayan ülkelerde, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, toplumsal ve siyasal bir alternatif üzerinde çalışma ihtiyacı duymuyor. Entelektüel-akademik yetersizlik-güçsüzlük ve atalet sebebiyle, ontolojik ve epistemolojik anlamda maruz kalınan sömürgeci-seküler çerçeve dokunulmazlığını sürdürüyor. Entelektüel yetersizlik-ufuksuzluk ve atalet sebebiyle, batılı paradigma sistemi nihai anlamda bir sorgulamaya tabi tutulamıyor. Bu nedenle de İslami bilginin, dilin özgürleştirilerek evrenselleştirilmesi, gündem konusu bile yapılamıyor. Değişen dünya, değişime kapalı dünyayı dönüştürmeye, işgal ve istila etmeye devam edebiliyor. Değişmeyen ve direnmeyen toplumlar yapısal edilgenliğe mahkum oluyor. Evrensel anlamda içerik üretme yeteneklerini kaybeden ve geçmişe/yerelliğe mahkum edilen İslam toplumları, ne yazık ki sömürgeci evrensel tarihin bir parçası haline getiriliyor.

İslami anlamda konuşmak için bütün dünya ve bütün halklar için konuşan, bağımsız İslami bir ontoloji ve epistemoloji sistemi gerekir. Modern zamanlar boyunca bilim ve teknoloji, insani amaçlar doğrultusunda değil, ırkçı/sömürgeci/ideolojik amaçlar doğrultusunda kullanıldı, bugün de aynı amaçlar doğrultusunda kullanılıyor. Irkçı ve sömürgeci amaçlar için kullanılan bilimsel/teknolojik ilerleme ideolojisi, dünyayı insanlıktan uzaklaştırarak büyük bir gerilemeye neden oldu. Bugün, yıkıcı teknolojilerin yükselişi, ahlaki/vicdani çöküş pahasına sürdürülüyor. İlerleme ideolojisi, zülüm ve barbarlık üretiyor. Bugünün dünyasını, insafsız kar ve çıkar yasalarıyla, tahakküm yasaları belirliyor. Bu durum dünya çapında ahlaki bir dejenerasyona neden oluyor. Çıkar mülahazalarının belirleyici olduğu toplumlar, niceliksel toplumlar, niteliksel bir topluma geçit vermiyor. Bu durum sözünü ettiğimiz toplumlarda umut kırılmalarına, umut tutulmalarına neden oluyor. Günümüz dünyası, bilim ve teknoloji tarafından yapılandırılan, tekno bilimsel süreçler halinde ilerleyen, ahlaki imkanlara hayat hakkı tanımayan, olumsuz imkanlar dünyasıdır.

7 Ekim 2023 Hamas-İsrail savaşı sırasında da görülebileceği üzere, Avrupamerkezci ırkçı politika gelenekleri bugün de belirleyici olmaya devam ediyor. Kendilerini İslam’a nispet eden, milliyetçilikler, muhafazakarlıklar, mezhepçilikler, eleştirel bilince sahip olmayan soyut ve bağnaz varoluşlar, İslami direniş hareketleri ile, Siyonist-haçlı emperyalizmi arasında süren ölüm kalım mücadelesi sırasında bile İslami kapsayıcılık-kuşatıcılık temelinde değil, dışlayıcı mezhepçilik temelinde bir duruş sergiliyor. Hakim sömürgeci yorumun köleleştirdiği zihinler, hiçbir şekilde kapsayıcı/adil yorumlar yapamıyor. Ölümcül yanılsama ve yabancılaşmayı seçerek araçsal akıl ve rasyonalite temelinde bir tercihte bulunarak, Gazze’ye yönelik katliam ve soykırım boyunca, soykırım/katliam örgütü İsrail’le hem diplomatik hem de ticari ilişkilerini sürdüren Türkiye, bu tercihi ile ahlaki bir enkaz tablosu oluşturuyor.

Toplumlarımız, içerisinde yaşadığımız toplumda da somut olarak görüldüğü üzere, ahlaki farkındalığı kaybettiler. Ruhsuz/konformist/gri, adaletsiz hukukun hakim olduğu toplumlarda yaşıyoruz. Maruz kaldığımız nitelik yoksulluğu, bilgelik yoksulluğu, ilke ve değer yoksulluğu, anlam yoksulluğu sebebiyle, hayatlarımızı, araçsal tercihler, yönelişler, araçsal bağlılıklar/ilişkiler belirliyor. Bir toplumda suç oranlarının hızlı yükselişi, suç örgütlerinin yükselişi, o toplumun kültürsüzlüğü ile yakından ilgilidir. İslam toplumlarında, iktidar sahibi tiranları kutsayan, onların yanlışlarında, yanılsamalarında, yolsuzluklarında, ihanetlerinde bile, herkesin bilemeyeceği bir hikmet arayan gelenek sebebiyle, Gazze’ye yönelik Siyonist-Haçlı sömürgeci seferler arasında İslam ülkelerinde ulema, iktidar ve saltanat sahiplerini, yaşanan soykırım sırasında sergiledikleri sessizlik sebebiyle uyarmamış, onlara, İslami sorumluluklarını hatırlatmamıştır.

Çok ufuklu ve çok boyutlu düşünmeye, çok boyutlu ve çok ufuklu okuryazarlığa, kültürel çoğulculuğa, entelektüel çoğulculuğa hayat hakkı tanımayan etnik bencillikler, mezhepçi bencillikler, bu konular etrafında yoğun bir biçimde sürdürülen tartışmalar, ahlaki ve düşünsel bir felç-iflas durumuyla karşı karşıya bulunduğumuzu, sosyal medya dünyasında sürdürülen tartışmaların dipsiz bir seviyesizliği yansıttığını belirtmek gerekiyor. Geçmişe dönük, temelsiz/aşırı/ölçüsüz idealleştirmelerin, tarihi, hamaset duvarları/surları içerisine hapsetmenin, bugün, Haçlı-Siyonist emperyalizmi karşısında yaşadığımız çok ağır siyasal kötürümlüğü aşma konusunda, bugüne, hiçbir olumlu katkısı olmadığını esefle görmek gerekir. Yerli-milli söylemi, şanlı tarih söylemi, ezan bayrak söylemi, bugün, ne yazık ki, olayların sınamasından geçememiştir. Şeytani emperyalizmler, İslam ülkelerini, özellikle siyasal bağlamda, fırtınaların, kum fırtınalarından söküp aldığı toz parçalarına dönüştürmüştür. Bugünün ağır yenilgileriyle, bozgunlarıyla, sorunlarıyla yüzleşmediğimiz, bu konuda olağanüstü sorumluluklar almadığımız, olağanüstü adanmışlıklar üstlenemediğimiz takdirde, geleceğe asla yol bulamayız. Toplumlarımızda, bugün, maalesef tarihsel aklın yerini, romantik akıl aldığı için bugünün sömürgeci gerçekliği karşısında nerede olduğumuzu, nerede durduğumuzu bilmek, görmek, anlamak istemiyoruz. Abartılı hayranlıklar, kuramsal gevezelikler, abartılı teslimiyetçiliklere neden oluyor.

Bütün sömürgecilik biçimleri, adaletin imkansız olduğu bir dünya oluşturuyor. Günümüzde insan hakları söyleminin yerini, açıkça görüleceği üzere öldürme hakkı almıştır. İçerisinde yaşadığımız dönemde, Gazze’de yaşananlar, haçlı emperyalizminin öldürme hakkını normalleştirdiğini gösteriyor. Irkçı temelde, ideolojik temelde, yanlış tanımlanan modernlikler, modern uygarlık ve evrensellik söylemi, ahlaki bütün kesinliklerin yok sayıldığı, dünyada bütün ilişkilerin tahakküm-itaat ilişkisi temelinde gerçekleştirilmesi gerektiğini bütün toplumlara dayatıyor.

Günümüz dünyasında, İslam toplumları, kaderlerinin kontrolünü kaybetmiş toplumlara dönüşüyor. Bu durum, sözü geçen toplumları, evrensel İslami bilinci/tarihi/dünya görüşünü/hayat tarzını tasavvur ve tahayyül edemeyecek bir konuma sürüklüyor. Toplumların kendilerini etnik/mezhepçi tek boyuta hapsetmeleri, tek boyuta kapanmaları, ilgili toplumları çoklu ufuklara ve bütün Müslümanları, evrensel varoluşun bütünlüğünün bir parçası telakki eden İslami bilince yabancılaştırıyor. Ortak çoğul umutlar için bütün bencillikleri terk etmek gerekiyor.

İslam dünyası ülkelerinde, sağcı-muhafazakar-milliyetçi kesimlerde kronik hale gelen İran karşıtlığı/düşmanlığı/nefreti, solcu-seküler kesimlerde kronik hale gelen İhvan/Hamas/Hizbullah karşıtlığı/düşmanlığı ve nefreti, bu kesimlerin, önyargılarının barbarlığı tarafından zincire vurulduklarını gösteriyor. Bu kesimler, İran’ı da direniş hareketlerini de hakim batı ideolojisinin, sömürgeci ideolojinin bakış açısıyla, oryantalist bakış açısıyla yorumluyor. Batı dünyası ile İslam dünyası arasında yüzyıllardır süregelen çatışma/rekabet/gerilim, iki evrensel dünya görüşü ve hayat tarzı arasında gerçekleşiyor. İslam’ın, geçmişin, yerelin ve soyutun konusu olarak kendisini dünyaya ve tarihe kapatarak sınırlandırdığı dönemlerde, İslam toplumları, kurulu dünya düzeni ile bir şekilde uzlaşarak yollarına devam ettiler. İran’da İslam devriminin tarihe girişi ile birlikte başlayan yeni siyasal süreç, yüzyıllardır süren bu uzlaşmayı reddederek İslam’ın geçmişle ilgili olduğu kadar şimdi ile ve gelecekle, yerelle ilgili olduğu kadar evrenselle de, soyutla ilgili olduğu kadar somutla da ilgileneceğini bütün dünyaya duyurdu, bu devrimci bilinç ve dünya görüşü sebebiyle İran, 45 yıldır, Avro-Amerikan emperyalizmi tarafından, haçlı emperyalizmi tarafından kuşatma ve ambargo altında tutuluyor, tehdit ediliyor, engelleniyor. İslam dünyası toplumları ve direniş hareketleri mücadeleleri batılı dünya görüsüne ve hayat tarzına, emperyalist dayatmalara itaat etmedikleri için, toplama kampları düzenini kabul etmedikleri için siyasal şiddet, askeri şiddet, işgal ve istila, izolasyon, katliam ve soykırım tehdidi altında varlıklarını sürdürmeye çalışıyor.

Modern dünyada, modern bütün kavramlar ve kurumlar, emperyalist çıkarlar için sorumsuzca tahrif ediliyor. Araçsal süreçler, gücü kötüye kullanmakta hiçbir sakınca görmüyor. Bu arada bilgi, bilim ve teknoloji de istenilen doğrultuda kötüye kullanılabiliyor. Modernlikle birlikte, imansız-ahlaksız akıl, zulmü ve sömürgeciliği meşrulaştırırken; akılsız ve düşüncesiz iman da edilgenliği ve teslimiyetçiliği meşrulaştırdı. Mistik edilgenlikler ve teslimiyetçilikler, bireylerin bütün yeteneklerini uyutan bir uyuşturucuya dönüştü. Bu uyuşturuculara maruz kalan topluluklar, hiçbir şekilde gerçek potansiyellerini ortaya koyamadılar. Bu durum üretkenlik yoksulluğu ile malul toplumlar oluşturdu.

Modern seküler siyasetin temelinde, insan hayatını biyolojiye indirgeyen, ırka dayalı biyopolitik rasyonalite, biyopolitik tahakküm ihtirasları var. Avrupamerkezci siyaset felsefesi liberalizmi mutlaklaştırarak, küresel topluma sekülerizmi dayatmak suretiyle İslam’ı etkisiz kılma mücadelesi veriyor. Bu mücadele, İslam’ı, liberal-Protestan Hristiyanlık tarafından belirlenen çerçeve-içerik doğrultusunda konumlandırma-sınırlandırma, gerektiğinde bu çerçeve ve içeriği zor kullanarak, şiddet yoluyla dayatma mücadelesine dönüşüyor. Günümüz Suudi Arabistan’ı bu çerçeve ve içeriği gönüllü olarak, kendi iradesiyle hayata geçirme çalışmaları yapıyor. Günümüz dünyasında, İslam’ı, İslami olmayan bir çerçeve-içerik içerisine hapsetme çalışmaları, dışarıdan liberal, içeriden de milliyetçi-mezhepçi dayatma yoluyla hâlâ sürdürülüyor. Avro-Amerikan proje, İslam ve Müslümanları eşit muhataplar olarak değil bir tahakküm nesnesi olarak görüyor. Avro-Amerikan dünya görüşü, kendilerini tam insan, ötekileştirdikleri unsurları da insan olmayan parazitler olarak görüyor.

İslam ve siyaset tartışmaları, İslamcılık etrafında sürdürülen tartışmalar, emperyalist ve ideolojik liberalizm tarafından, İslam’ı batı ideolojisine katılmak üzere dönüştürmek, İslamcı eğilimleri, hareketleri aşağılayarak mahkum etmek, İslam’ı etkisiz kılarak batı için bir tehdit olmaktan çıkarmak üzere tasarlandı ve hayata geçirildi. Bu nedenle bugün İslam, bütün dünyada ideolojik-ırkçı etiketlerin sınırları içerisinde konuşuluyor, İslami direniş hareketleri de aynı şekilde ideolojik-ırkçı etiketlerin konusu oluyor. Sağ-otoriter-provokatif popülizmin yükselişe geçtiği, liberal dünya görüşünün derin bir kriz ve çöküş içerisinde bulunduğu bir dönemde bile İslam’ın liberal-ideolojik klişelerle, aşağılanmaya çalışılması hayli manidardır.

Modern-yeni dünya düzeni, siyasal içeriği-programı-projesi olmayan, mistik manevi yerli milli muhafazakar sağcı İslami yorumu tehdit olarak görmüyor, bu yorumu temsil eden ülkeleri “müttefik” ülkeler olarak sahipleniyorken, İran’da İslam Devrimiyle birlikte, İslam’ın siyasal yorumunun, evrensel yorumunun, “Ne Doğu Ne Batı Yalnızca İslam” şiarıyla tarihe girişi ile İslam, batılı dünya görüşü ve hayat tarzı için çok büyük bir tehdit ve tehlike olarak tanımlandı, konumlandırıldı. Avrupa merkezci modern proje ortaya konulduğunda, bu proje oryantalist bir proje olarak tasarlandı. Bu proje İslam dünyası ile ilgili kalıcı bir karşıtlık oluşturmak istiyordu. Batı demokrasileri, özgürlüğü yaymak gibi temel bir vizyon/misyonları olduğunu iddia ederken, bu özgürlüğü Hristiyan halklar için istediler. Bunun içindir ki 75 yıldır özgürlük ve bağımsızlık talebinde bulunan Filistin özgürlük hareketlerinin direnişlerine, direniş mücadelelerine, katliamlarla, soykırımlarla, kitlesel sürgünlerle, mülksüzleştirmelerle cevap veriliyor. Batılılar, kendilerini, kendi ülkeleri ve halkları için “özgürlükçü” olarak tanımlarken, batı dışı dünya, özellikle de İslam dünyası için emperyalist-sömürgeci olarak konumlandırıyor. Sömürgeci emperyalist dünya, İslam’ın batı medeniyetine olan hayati katkılarını ısrarla reddederken, İslami etkiden tamamen arındırılmış bir Avrupa fikrini bağnazca savunmaya devam ediyor. Avrupalıların icat ettiği bu bağnaz karşıtlık, Avrupalılarla İslam dünyası arasında bir yakınlık kurulmaması konusunda, politik/kültürel gerilimler/çatışmalar üretiyor, bu konuda, demokrasilerle Hristiyanlığı bütünleştirirken, İslam’ı da otokrasilerle ilişkilendiriyor, akılcılığı, batının ve Hristiyanlığın mülkü gibi görüyor. Bütün bunları böyle gören Avrupa; karaya oturan demokrasileri, çamura saplanan demokrasileri, diktatörlük-faşizm ve tiranlık üreten demokrasileri görmüyor. Gerek küresel anlamda gerekse yerel bağlamlarda, hiçbir analitik esnekliğe-müsamahaya sahip olmayan bencillikler, bağnazlıklar, önyargılar ve keyfi yorumlar, adil olmayan rekabet, baskıcı hiyerarşik ilişkiler, politik/popülist/hamasi/romantik yalanlarla gerçekliğin örtbas edilmesi, ideolojik/ırkçı/mezhepçi etiketlerle konuşmaya devam etmek, kalite ve niteliğe değil hıza önem veren bir dünya, dijital hayaletler dünyası, karanlık bir dünya tablosu oluşturuyor.

islamianaliz

YORUMLAR

Haci Bayazit 27 gün önce
Akıl sahipleri şeytanın insanları islamdan sapıtan 20 civarında hiziplerinde atama terfi ve keordineyi sağlayan mahrem imamlar var’dır; kimdir mahrem imamlar biliyormusun? Peygamber efendimizin vefati sonrası hemen Sakifede toplanarak Biatini bozanlardan Ömerin teşviki ile bu görevi Haşim Oğullarına verirsek bir daha bize dönmez; ama biz aramızda dolandırırız sözleşmesi ile Ebu Bekir halife şeçilir. İmam Ali efendimizin Ebu Bekire Biat için Ömer yanına topladığı adamları ile hakkında Kevser süresi inen Hz Fatıma validemizin Vahy’i-in indiği evin mahremiyetine saldırır kapıyı yakmakla tehdit eder kapının arkasında kalan Fatıma validemiz çocuğunu düşürür. İmam Ali efendimiz Ömer ile kapışır Ömeri altına alır kafasını koparacağı an; Peygamber efendimizin ya Ali benden sonra gelen müsübeye sabret Allah(c.c) ümmeti Ehl-i Beyt üzerinden hesaba çekecek hadisini hatırlar okunan Ezanı duyunca’da sakinleşir “bu işi sonra gelene bırakır.“ Vahy-in indiği eve yapılan bu saldırıyı temeli Sakife’de atılan batıl parelel dinin taraftarları “Emanet/İdareyi haşimilerden Beni Ümeyyenin almasını“ -Kutsuyor- böylece batıl parel dinin mahrem imamları terfi ve atama ile menfat dağılımında taraftarının yatak odası mahremine giriyorlar; uykulu uyanık halde avret mahaline inip kalkarak hem kadına hem kocasına çöküyor bu hale taraftar razı oluyor mahrem imamın keordinesinde payına düşeni alıyor; böylece deccalist sistemde mundar cenabet hiyerarşik düzen sağlanıyor. Şeytanın yardımcısı bütün hizipleri bu şekilde organize oluyor’du artık bütün dünya‘da ifşa ile imha oldular. Allah’ın izni ve yardımı ile dünya maneviyat ve adalet yörüngesine girdi. Hadisi Şerifde Peygamber efendimiz Cenab-ı Allah Kızım Fatıma’ya yapılan eziyet ile kazaplanır; diyor. Batıl parelel dinin temelleri böyle oluşuyor; cehennemin taşları böyle döşeniyor. Hacı Bayazıt 01.01.2024

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM