Yine amel de aynı şekilde imanı güçlendirir.
Bu böyledir diye tam olarak ameli imandan önemsiz görmek bizi birçok noktalarda yanıltabilir. Örneğin adalet konusu. Dünya üzerinde adaletin iyi ve tercih edilmesi gerektiğine iman etmeyen insan mı vardır? Ancak bu inanç hiçbir zaman için insanları ya da toplumları kurtarmaya yetmemiştir yetmez. Çünkü adalete inanmaktan çok daha önemli olan adaletli olmak adaleti hakim kılmak adaletten tarafa durmaktır. Nice helak olan toplumlar adaletten saptıkları zulümde ileri gittikleri için helak olmuşlardır. Allah da tüm elçilerini adaleti sağlamak ve dünyaya hakim kılmak için göndermiştir. Toplumları sömüren adaletsiz yöneticilerle dinin örnek insanları olan bu ilahi görevlilerden başkasının başa çıkabilmesi öyle mümkün görülmemiştir. Hatta toplum eğer adil değilse Allah onlara adaletli bir yönetimi de vermemiş onları zalimleri tercih ettikleri için karanlıklardan aydınlığa çıkarmamıştır. Bu konu zulmü sistemleştirip yasal hale getirmenin adı olan Tağutlar için kullanmaktadır Kur’an-ı Kerim:
Allah iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlıklara çıkartır, küfredenlerin dostu ise Tağuttur, o onları aydınlıklardan karanlıklara çıkartır.
Siz Allah’ın yasalarından başka kanunlarla ülkesini yöneten tağutların adaletten yana olmadıklarını hiç duydunuz mu? Ya da zahirde ilahi yasalarla hükmeden ancak gerçekte Ehlibeyt (a.s)’ı benimsememiş ve bu yüzden de yönetimi tağuti yönetim olmuş olan kimselerin adalet iddialarının olmadıklarını gördünüz mü? Tüm yöneticiler adaletten yana olduklarını tüm gayelerinin adaleti hakim kılmak olduğunu iddia etmektedirler. Ancak adaleti uygulayacak bir sistem ve davranış ortaya koymadıkları zaman bu inancın ne yararı olabilir ki? Bu hakikatten ne kadarını barındırır. Hatta diliyle adil olduğunu iddia edip amelleriyle çıkardıkları yasa ve ortaya koydukları uygulamalarla zalimlerin ta kendileri olanlar doludur. Gerçekte zalim olan bu yöneticilerin adalete olan imanları onlara Allah katında da özgür ve temiz fıtratlı halk karşısında ne sağlayacak ki!
İmanlı görünmek ama pratikte iman sahibi olmayanları bile dünyevi hedeflerinde başarıya taşıyabilir. Ancak yaşam sadece bu dünyadan ibaret değildir ki! kulları kandırsalar da Allah’ı kandırabilir mi bunlar? Tabi ki hayır. “Gözlerin korkudan dehşete düştüğü gün onlar ne hazırlayıp getirdiklerini göreceklerdir.”
Kur’an’da klasik kelami manada iman amel ayrılığı ve tartışmaya neden olacak bakış açısı yoktur. Tersine bu iki kavram iman edip salih ameller işleyenler şeklinde birlikte kullanılmıştır. Bu birliktelik bize ideal olanın her ikisini de yapmak olduğunu gösterir.
O Halde sorumuzu artık cevaplama zamanı gelmiştir. Madem ki iman daha önemli neden alimler özellikle Müctehidler mesailerinin çoğunu ameli alan olan fıkhi fetva ve hükümleri tespit ve bunları yaymakla meşgul oluyorlar? İnsanların imanları tehlikedeyken hatta toplumlarda iman eksikliği almış yürümüşken neden imandan sonra gelen ameli konularla ilgileniyorlar?
Neden ameli konularda taklit caiz değil de fıkhi ameli konularda taklit caizdir? Neden insan aklıyla kıyası kullanarak imani konularda düşünme ve üretmeye davet edilirken ameli konularda taklit yeterli görülür? Neden imani konuların delillerini bulmak ve bilmek gerekirken, fıkhi hükümlere kaynaklık eden ayet ve hadisleri bilme zorunluluğu yoktur?
Şüphesiz ki bunlar imanın önemsiz olduğunu ispatlayan konular değildir. İman yine de önemlidir. Hatta alimler tüm vaktini imani değil ameli konulara ayırsalar bile…
Çünkü iman kişisel bir olaydır. Kişi aklıyla düşünür ve ya inanır ya inanmaz. Bunun toplumsal bir boyutu yoktur. İman insanlar arası ilişkileri belirleyen bir konu değildir. Hatta daha doğru bir deyişle direk belirleyen bir etken değildir. İman ameli etkiler getirir oluşturur, ve bu amel insanlar arası ilişkilere yön verir onu belirleyici konuma gelmesine vesile olur.
Bu gün örneğin Avrupa’da çok sayıda farklı inanç mensupları barış ve huzur içinde yaşayabilmektedirler. Bunların çünkü amelleri belirli bir hukuk çerçevesinde uygulama sahasında karşılık bulabilmektedir. Bir diğerinin yaşam alanını bozmadığı sürece hukuki alanlar kişilerce kullanılabilmektedir.
Müslümanlar arasında da vahdeti oluşturacak eylem birliğine götürecek ve birinin diğerinin hukukuna müdahaleyi ya da müdahaleden kaçınmasını sağlayacak etken iman değil ameldir. İnsanların inançları ne olursa olsun davranışları aynı oldu mu onlar birlikte yaşayabilirler.
Müctehidlerin imani konulara değil de ameli konulara daha çok vakit ayırmaları toplumdaki hukuki zemini oluşturmak, birlikte yaşamayı sağlamak hatta kulun Allaha karşı doğru davranışlar geliştirmesini sağlamak amacına matuftur. İnsan imani konuda eksikse zararı sadece kendisiyle sınırlıdır. Oysa davranışları yanlışsa diğerlerinin haklarını gasp etmiş olur. Onların yaşam alanlarına girmiş ve onlara zarar vermiş olur. Eğer imani konuda eksik ve yanlış olan kişi başkalarının da inançlarını bozar denirse bu da yine imandan değil inancını başkasıyla paylaşma eyleminden yani amelden kaynaklanmaktadır.
İmani konuların değil de ameli konuların en büyük çalışma alanını almasının ve alimlerle Müctehidlerin en çok bu konularda çalışmalarının bir sebebi de ameli konuların az fıkhi hükümlerinse dünyalar kadar çok oluşundandır. İnsan imanı kendi aklıyla düşünerek de halledebilirken hükümler bilgisine ulaşmak öyle kolay değildir. Büyük bir ilmi çalışma ve birikimi gerektirmektedir.
Münafıkların dışlanmayıp onların da Müslüman muamelesi görmesi de bu konuyu bize açıklamaktadır. Yani adamın imanı yok ama ameli konularda İslami topluma uymakla onlardan bir üye sayılabilmekte ve sorunsuz yaşama hakkı elde etmekte, diğer Müslümanlar gibi onun da malı ve canı güvence altına alınmaktadır.