(Bakara: 85) Bir başka ayette ise şöyle bir ikazda
bulunulmaktadır: "Allah ve resulü herhangi bir konuda hüküm verdiklerinde
artık mümin bir erkek ve mümin kadın için işlerinde tercih hakları yoktur.
Allah’ın ve Resulü'nün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça
sapmışlardır."
(Ahzab: 36)
Ayetlerden de anlaşıldığı üzere biz işimize gelen, nefsimize
uygun olan kaide ve buyrukları alıp koşulları nefsimize ağır gelen hükümleri
bir tarafa bırakmayız. Öyle ki, Müslüman kelimesinin terminolojik anlamı,
"Allah Teâlâ'nın hükümlerine kayıtsız - şartsız teslim olan kişi"dir.
Elbette aktarmış olduğumuz bu husus gayet anlaşılır ve net..
Ancak piyasada/tedavülde o kadar çok farklı İslâm yorumu var ki, insanlarımız
intisap ettikleri cemaat, tarikat ve mezhep konusunda öylesine aidiyet duygusu
ve savunma refleksi içerisinde "mutmainlik/gönül hoşnutluğu"
yaşamaktadırlar ki, "katışıksız İslâm bu" diyerek, eksik ve
çelişkilerle dolu bir din anlayışlarını pratize etmeye çalışmaktadırlar. Oysa o
yaşadıkları din, özgün İslâm'ı temsil etmiyor. (Etse ümmet bugün bu hâlde
olmaz.) Bugün piyasada mevcut olan İslâm anlayışı müntesiplerine nasıl bir
yaşam biçimi sunmaktadır? Dünyayı dizayn etmek ve insanların edim ve
ibadetlerini huzur ve güvenlik içerisinde yapabilecekleri ortamı sağlaması
gereken İslâm'ın böylesi bir fonksiyonel yapısı büyük yığınlar tarafından göz
ardı edilmiş vaziyette. Namaz, oruç, hac ve kısmen zekât ibadetleri yerine
getirilmeye çalışılmakta. Hepsi bu kadar! Din bu mudur? Eğer tevhidî
değerleriyle birlikte olması gerektiği gibi İslâm hayata müdahil olsa, hayata
yön, şekil ve rengini verse, hayatı dizayn ediyor olsa hiç kuşkusuz bugün
dünyada yaşanan yoksulluk, sefalet, bayındırlık hizmetlerinden mahrumiyet,
bilim ve sanayide geri kalmışlık, etnik çatışmalar, terör eylemleri
olmayacaktı. En önemlisi bütün bu olumsuzlukların baş müsebbibi ve organizatörü
olan Siyonist para spekülatörleri/ küresel şeytanî güçler yeryüzünü kan ve
gözyaşına boğmuyor olacaktı. 2 milyara varan İslâm ümmeti eğer kendisine tevdi
edilen medeniyeti hayata hakim kılsaydı, İslâm'ı iktisadıyla birlikte bir hukuk
sistemi olarak müesses nizam hâline getirmiş olsaydı dünya patronajlığı ve
dünya garantörlüğü ümmetin uhdesinde olacaktı. Bu itibarla ümmet dünyaya şekil
ve yön veriyor olacaktı. "O gün peygamber der ki, 'Ya Rabbim, bu ümmetim
Kûr'ân'ı mahcûr (terk edilmiş) bıraktı." (Furkân:30) Bugün İslâm ümmetinin
Kûr'ân medeniyetinden, Kûr'ân hukukundan, faizsiz Kûr'ân iktisadından ayrı ve
uzak kaldığından dolayı içerisinde bulunduğu olumsuz ve zillet içerisindeki
durumuna baktığımızda ne kadar üzücü bir manzara ile karşılaşmış olmaktayız? Bu
durum aklı selim her Müslüman için kahredici bir durumdur. Fakat ne yazık ki,
yaşadığımız bu coğrafyada İslâm'ın yönetim şekli ne 150 bin dolayındaki DİB
hocalarının, ne bunca cemaat, tarikat, dinî vakıf yöneticilerinin gündemini
oluşturmamaktadır. Oysa bu büyük bir vebâldir. Yüce Rabbimiz din hükümlerinin
anlatılmasına ilişkin Araf ve Cuma surelerinde sert bir üslupla uyarılarda bulunmaktadır.
Ayrıca "tebliğ" mükellefiyeti ile birlikte "emr-i maruf ve
nehy-i münker" sorumluluğu kapsamında her Müslüman devlet
mekanizmasının vücubiyetine ilişkin mesuliyet sahibidir. Bu
ilâhî misyon asla göz ardı edilemez. "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı
bir ümmetsiniz. İyi olanı tesis eder, olumsuz olanı bertaraf edersiniz."
(Âl-i İmrân: 110)
Bugün dünyada yaşanan bunca acıların asıl sebebi küresel
şeytanî güçlerden maada, Müslüman ümmetin ayette belirtildiği üzere
yeryüzündeki misyonlarını kolektif irade olarak kuşanmamış olmasından
dolayıdır. Biz hep şeytanı ve avanesini suçluyoruz. Oysa onlar tıynetlerinde
olanı yapıyorlar ve bizim gaflet içerisinde olmamızdan dolayı kendi emellerinde
muvaffak oluyorlar. Eşyanın tabiatı boşluk kabul etmemektedir. Müslüman ümmet
hak ile iştigal etmezse, hakka sahip çıkmazsa, hakkı hakim kılmazsa bu sefer
Müslümanların boş bıraktığı alanı batıl istila eder. Bütün mesele budur...
Vesselâm..