Pakistan'ın Peşaver kentinde Şiîlere ait İmâmiye camiine
Cuma namazında düzenlenen saldırıda ilk belirlemelere göre 63 kişi hayatını
kaybetti ve 200 dolayında yaralı var. Bu insanlık dışı eylemlerin ikisini de
DEAŞ terör örgütünün üstlendiği bildirildi.
Müslümanlar olarak terörü lânetle kınıyoruz elbette ancak bu
tür üzücü olayların vuku bulmaması için sadece polisiye tedbirler almak yeterli
olmamaktadır. Bu vahşi eylemi yapanların nasıl bir zihniyete, nasıl bir ruh
hâline sahip oldukları ve böylesine canavarca düşüncelerin oluşmasına sebep
olan etkenlerin neler olduğunu iyi tespit etmek lazım. Yani insan denen bu
mahlûkların ne tür beyin yıkamalara tabi tutulduğu, nasıl ruhsal mutasyona
uğradıkları, edindikleri bu canavarca düşünceleri hangi kaynaklardan beslenip
aldıkları tespit edilip o kaynakların kurtulmasına ilişkin ciddi adımlar
atılması gerektiği kanaatindeyiz. Tedbirler nasıl alınmalı? Burada elbette
başta hükümetler olmak üzere alimlerimize, yazarlarımıza, eğitmenlerimize ve
kanaat önderlerimize büyük ödevler düşmektedir. Buna ilişkin iki husus öne
çıkmaktadır. Birincisi, farklı mezheplerden olanları, "sapık fırka"
ve "batıl mezhep" diye tekfir edip müntesiplerini mezhep adına kin ve
düşmanlığa tahrik ederek şiddete yönelten cemaat liderleri tespit edilip
bunlara en ağır müeyyideler uygulamak için haklarında adli işlemler
başlatılmalı. İkincisi "muzır neşriyat" (sakıncalı yayınlar) tespit
edilip bunlar "düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti" kapsamından
çıkarılıp mutlaka yasaklanmalı. Bu tür eserleri bulunduranlar "mezhep
farklılığı gözeterek halkı kin ve düşmanlığa (matbuat yolu ile) tahrik
etmek" maddesi ile yargılanmalı. Zira bu toplu cinayetlerin tek bir nedeni
var, mezhep fanatizmi. Bu yüzden köklü zihinsel değişime ihtiyaç var. Önlem
için üçüncü bir şık olarak diyebiliriz ki, ilkokullardan başlamak üzere ders
müfredatlarına terör ve şiddet eylemlerinin insanlık dışı canavarlık olduğu
işlenmeli. Ayrıca ders formasyonu öyle hazırlanmalı ki, öğretmenler ellerindeki
eğitim programı ile öğrencilerin beyinlerine merhamet ve insan sevgisini en
ince teferruatına kadar nakşetmeli. Bu öğrenciler toplum hayatına katılırken
her türlü şiddet duygusundan arınmış, nezaket ve kibarlığı özümsemiş ve bu
hasletleri kişiliklerinin bir parçası hâline gelmiştir olmalılar. Elbette
müfredat hazırlanırken inanç ve aidiyet değerlerimiz referans alınmalı. İslâm
her şeyden önce merhamet dinidir. İslâm'da insan hayatı kutsaldır. Gençlerimize
bu öğretilmeli. Allah Teâlâ insanı "eşref-i mahluk" olarak yaratmış.
Her insanın yaşam hakkı vardır.
Fakat beyni dumura uğramış bir terörist bunu asla düşünmez.
O şiddete ve öldürmeye kurgulanmıştır.
Hatırlayalım, 15 Mart 2019 tarihinde Yeni Zelanda'nın
Christchurch şehrindeki El Nur Camii ve Linwood İslâm Merkezi'ne terör
saldırısı yapılmıştı. Bu saldırılarda 51 insanımız hayatını kaybetmiş, 49 kişi
yaralanmıştı. Batı'da nasıl ki medya ve belirli mihraklar tarafından sürekli
İslâmofobi (İslâm korkusu), İslâm'a ve Müslümanlara karşı nefret, ayrımcılık,
düşmanlık ve kin aşısı yapılıyorsa İslâm dünyasında da hoca efendi diye bilinen
bir takım zevat ve bazı eli kalem tutan kesim mezhep taassubu ile insanları kin
ve düşmanlığa tahrik etmektedirler. Özelde bu ayrımcılık/ötekileştirme ve
nefret aşısı "Ehl-i Sünnet" retoriği üzerinden yapılmaktadır. İmâm
Ali'nin buyurduğu gibi, "Doğru söz üzerinden batıl murad
edilmektedir." Tarihî verilere göre bu işi ilk başlatan kişi hicrî 295
yılında Harun Reşid olmaktadır. Bakınız, başta İmâm Malik ve İmâm Hanife olmak
üzere geçmişte birçok mezhep imâmı ve mezhep müntesipleri sultanlara itaat
etmediklerinden ve kadılık görevi almadıklarından dolayı zindanlara tıkılıp
işkencelerden geçirilmiş. İmam Malik ve İmam Hanife'nin zindanlarda öldüğü
rivayet edilmektedir. Ayrıca bazı Ehl-i Beyt imâmları da zehirletilerek şehid
edilmişlerdi. Harun Reşid döneminde ise bir takım âlimler saraylara yerleşip
fetva makamına oturmuşlar. Bunlar vasıtası ile halk arasında "Zalim de
olsa, fasık da olsa yöneticilerinize itaat ediniz" anlayışı neşvü nema
bulmuş. Kısacası sultanlara itaati meşru gören mezhepler Harun Reşid tarafından
legal hâle getirilmiş. Dağıtılan ulûfeler işin cabası.. Kendilerini meşru
görmeyen mezhepler ise batıl olarak nitelenip halk nezdinde asla itibar
edilmemesi gerektiği, bunlardan kız alıp verilmemesi, kestiğinin yenmemesi,
bunlardan uzak durulması gerektiği, hatta bunların kanının helâl olduğu
pompalanmış. Sonuçta Ehl-i Beyt muhibbi olan Şiîler, kendilerini Harun Reşid'in
tanımlaması ile "Ehl-i Sünnet" olarak gören taassup ehli kişiler
tarafından "batıl ehli" ve "sapık fırka" olarak görülür
olmuş. İşin içine "tekfir" olgusu da katılınca bu anlayış, şiddete
teşne kişilerde kin ve nefrete dönüşerek zaman zaman terör eylemlerine
sebebiyet vermektedir. En son Pakistan'da yaşanan terör eylemi bu sapkın
zihniyete istinaden yapılmıştır. Bu terör eyleminin Vehhabî DEAŞ terfından
üstlenilmesi manidar değil mi?
Oysa bunların gerçek Ehl-i Sünnet ile hiçbir alâkaları yok.
Bakınız Ehl-i Sünnet'in kavramsal anlamı Sevgili Peygamberimiz'in sünnet-i
seniyesine uymak demektir. İster Şiî olsun, ister Sünni olsun her Müslüman Allah
Resulü'nün olan sünnetine uymak
zorundadır. (Ahzab:21)
Ehl-i Sünnet olmak, yani Sevgili Peygamberimiz'in sünnet-i
seniyesine uymak Müslüman olmanın gereğidir. İmâna taallûk eden bu olgu hiçbir
hizbin, hiçbir ekol ve cemaatin tekelinde olamaz. Bu kavram üzerinden İslâm
ümmeti içerisinde ayrımcılık ve bölücülük yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu
kavram hiçbir hizbin tekelinde değildir. Ayrımcılık kişiyi şirke kadar sokar.
Zira Yüce Rabbimiz Enbiyâ Sûresi'nin 92'nci ayetinde, "Sizin ümmetiniz bir
tek ümmettir ben de sizin Rabbinizim o hâlde bana kulluk edin." diye
buyuruyor. Bir tek ümmet olan Müslümanları hangi saikle olursa olsun bölmeye
kalkmak tek kelime ile şirktir. Sevgili Peygamberimiz ne güzel bir ikazda
bulunuyor: "İmân etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe
imân etmiş olamazsınız." Daha bundan ötesi var mı? Dinimizde kızgın
bakmak, surat ekşitmek ve ses tonunu yükseltmek haramken (Abese:1. Lokman:19)
bu şiddet ve terör eylemleri neyin nesi? Bakınız, Allah Teâlâ Mâide Sûresi'nin
32'nci ayetinde "taammüden bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş
gibidir" diyor ve Nisa Sûresi'nin 93'ncü ayetinde ise bu cürmü işleyenin
yeri "ebedi cehennemdir" diyor. Daha bundan ötesi var mı? Başta da
belirttiğimiz gibi İslâm dininde insan hayatı kutsaldır ve insanın
dokunulmazlığı vardır. Amerikan işgalcilerine karşı yirmi yıldan beri verilen
mücadeleden sonra bağımsızlığına kavuşan Afganistan halkı terör belasından da
çok çekti. Beklenti ve duamız o ki, Afganistan ve Pakistan Hükümetleri ne yapıp
edip bu terör belasına karşı çok ciddi önlemler almalıdır. Türkiye halkı mezhep
taassubundan dolayı olmasa da etnik ayrımcılık ve etnik bölücülük tarafından
terörden çok çekmektedir. Terörün her çeşidine karşı olmalıyız. İslâm sevgi ve
merhamet dinidir keşke bunu şiddete teşne olanlar da anlasa..
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: "Ben yüce ahlâkı
tamamlamak üzere görevlendirildim."
İslâm, ümmet genelinde ve tek bir çatı altında (bütün
kurumlarıyla) müesses bir nizama dönüşürse yüce ahlâk anlayışı da toplumlara
hakim olacaktır bi iznillah..
"Bir toplum kendi özlerinde olan ahlâk anlayışını
değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez." (Rad: 11)