CIA' analistleri Irak'taki aşiretlerin istihbaratını çok iyi
analiz ettiler ve her bir aşiretin stratejik önemini belirleyip puanladılar.
CIA, Körfez savaşından önce ve işgal sürecinde Irak'taki akrabalarını ziyarete
gidip gelen ABD vatandaşı veya ticaret için gidip gelen Arapların aile
üyeleriyle çalıştı bir bilgi ağı oluşturarak uzun ve ayrıntılı bir süreç
sonucunda Iraktaki aşiretlerin gen ve kavmi haritalarını çıkararak geniş bir
bilgi bankası oluşturdu. Bu arşivi oluşturduktan sonra ABD li siyasetçileri
için daha basite indirerek karmaşık olan bu aile bağları ve çıkar ilişkilerini
bakanlar ve başkan için tek sayfalık not kağıtlarına basit özetler halinde
sunabilecek geniş bir çalışma grubuna ve istihbarat üretim yapısına sahipti.
Bundan sonrası her şey kitapçıktan takip edilebilecek kadar pratik hale gelmiş
bir şekilde uygulamaya konulur ve harekat takır takır bu planlara göre
yürütülüyordu.
ABD her şeyi daha Körfeze gelmeden planlamış Saddam’ı nerede
avlayacaklarını ilgili yönetim kadrolarının parlamentonun ve askeri kışla ve
merkezlerinin nasıl ele geçirileceğini prova ve tatbikatlarını daha ülkeye
gelmeden yapmıştı. Tabi ki CIA, Baas Partisi ve Saddam ile daha önce ayrılarak
ters düşen generallerden birini ülkenin başına getirmek istiyordu ama bunu
başaramadı.
1992 yılında vefat eden Büyük taklit mercilerinden Ayetullah
Hoyi’nin vefatından sonra onun takipçilerinin çoğunluğu öğrencisi Ayetullah
Sistani’yi taklit etmeye başlamışlardı. Bu yüzden
Irak’ı işgal eden ABD son çare olarak Ayetullah Hoyi’nin
oğlu "Abdülmecid Hoyi" ile iletişim kurabilmeyi umuyorlardı. Hoyi,
Necef'e döndükten bir hafta sonra, İmam Ali'yi ziyaret ederken
Mukteda Sadr’ın taraftarları tarafından türbe içinde
saldırıya uğradı ve öldürüldü. Ölüm emrini Mukteda Sadr’ın verdiği şüphe
götürmüyordu. Her iki tarafında
ailelerinden büyük taklit mercileri olan bu iki aşiret böyle kutsal bir yerde
kimin sunacağı hangi makam için çatışıyorlardı dersiniz?
Mukteda'nın, Irak ve Şii dünyasında çok muteber görülen Sadr
ailesi ile soy isimlerini taşımaktan başka uzaktan yakından hiçbir benzerliği
ve alakası yoktur. Babası Saddam Hüseyin'in güvenlik güçleri tarafından şehit
edilmiştir. İki erkek kardeşi de babalarının yolunda Saddam’a boyun eğmedikleri
için şehit edilmişlerdi. Mukteza ise
onların aksine dini konularda ve zalime karşı mücadele konusunda hiçbir gayret
ve başarısı yoktur. Güzel konuşuyordu. Hitabeti iyi ve coşturucudur. Ama
yaşıtlarına ve onun seviyesinde medrese eğitimi almış olan arkadaşlarına göre
dini bilgisi çok yetersizdir. Medrese eğitimine ve kurumsal dini işlere hiç
ilgisi yoktu. O keyfine düşkün bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirdi. Tetris
benzeri oyunlara olan düşkünlüğünden medresede bile “Mollayi Atari” diye
anılırdı. Bu yüzden babası onunla ilgili hiçbir plan yapmadı. Çünkü küçük oğlu
ile ilgili tüm umutlarını yitirmişti. Sadr'ın babası ölümünden önce oğlu ile
ilişkilerini bitirmiş hatta onu bir nebze hayatından silmişti.
Mukteda Sadr tembel, komformist ve eğlence düşkünü olabilir. Ama o hak etmediği aile mirasını kardeşlerinin şehadetiyle kucağında bulunca eksikliğini hırs ve yolsuzlukla kapatmıştır! Onun için Necef, kutsal bir inancın merkezi ve bu mektebin en önemli şahsiyetlerinden biri olan İmam Ali'(s.a.a) nin türbesinin bulunduğu mekan olmaktan daha ziyade, onun aracılığıyla kendine güç ve servet sağlayan bir ticarethaneden ibaretti.
Mafya taktikleri ile entrika ve kaprisler ile şiddet ile
popülizm ve hamaset ile dini argüman ve ritüelleri kullanarak Irak’ın
gettolarında, kenar mahallelerinde karşılık buldu ve bu zemini iyi bir şekilde
değerlendirerek artık Irak’ın siyasi kaderinde yaptırımı olan bir güç haline
geldi. Başka bir muhalif El Hekim’in öldürülmesinde de Mukteza Sadr’ın adı
geçmektedir. İşgal sonrası birçok aşiret, kavim ve muhalifleri ile çatıştı
binlerce insanın ölmesine sebep oldu.
Öyle ki Irak siyasi fraksiyonları ve politikacıları etkin grupları onu
hiç sevmemelerine ve hatta nefret etmelerine rağmen onunla anlaşmalar yapıp
ittifak kurmak zorunda kaldılar.
Netice itibari ile Sadr hareketi avâmi, radikal, kontrolsüz
ve fundamentalist bir yapıya bürünerek İslam’ın Şia’nın ve özellikle de Sadr
ailesinden gelen olgunluk ve saygınlığın tersine bir hareket haline gelerek
problemleri Irak siyasetine ve mektebi Müslümanların ilişki ve dini yaşamlarına
da sirayet ettirerek bir yozlaşmayı da beraberinde getirdi. Her seçim dönemi hükümet kurulma aşamasında
diğer grupların yaşadıkları durum Sadr’ın kaprislerine katlanmak, isteklerine
rıza göstermek, şımarıklığını görmezden gelmek ve kendilerine gelebilecek
zararları engellemek için zoraki saygı göstermekten ibaretti.
İran ise Sadr'ı yönetmek için farklı stratejiler uyguladı.
Pers siyaseti eskiden beri izlediği yöntem asla tüm yumurtaları aynı sepete
koymamak üzeredir. İran Sadr'a çeşitli kolaylıklar sağladığında bile Bedir
Tugayları gibi grupları da destekledi. Sadr'ı kontrol etmek zorlaşınca, Tahran
desteğini rakiplerine aktardı. Ama Sadr İran’a olan tüm antipatisine rağmen
tatminsizdi ve biryandan da İran'dan daha fazla destek almak için uğraşıyordu.
Elbette CIA ve emperyalizmin kurduğu Pazar içinde Sadr ‘ın başka destekçilere
yönelmemesi pek mümkün de değildi. Onun oportünist yaklaşımı ve Arap
milliyetçiliği ile İran karşıtlığının da etkisi ile bundan üç beş yıl önce
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne yaklaşmasına sebep oldu. Salman
ile defalarca görüştü.
Elbette bu Washington uzun vadeli çalışma ve
manüplasyonlarının sonucu da olsa ABD Sadr'ın yeni İran karşıtı duruşunu çok
sevdi ve bulunmaz bir çare olarak destekledi. İran’ın Irak’ta özellik Hacı
Kasım ile artan militarize destek ve kontrolünü azaltmak için bundan daha iyi
bir nimet olamazdı.
Sadr, Amerikalı yetkililerle doğrudan konuşmayı veya
görüşmeyi reddetse de görüşmeler seçilmiş yumuşak ve mutedil ve kıymetli
elçilerin aracılığıyla yıllarca devam etti. Bugün birçok Ortadoğu analisti
Sadr'ın Başbakan Mustafa Kazemi ve Irak Kürdistan Demokrat Partisi ile fiili
ittifakının hem anlamlı hem de entelektüel dönüşünün bir sembolü olduğuna
zannediyor. Ama bilmiyorlar ki bu sonuçta ABD, CIA ve diğerlerinin ne kadar
yoğun çabaları olmuştur.
Ancak Sadr bencil karakterinden taviz verip asla değişmez.
Sadr’ın zorunlulukları vardır ve onları gözetir. Sadr her aşama ve durumu
kullanır devreye koyar başarılı olmayınca başka bir duruma geçer ki isterse bu
durum öncekinin tam tersi olsun. Bugün Sadr’ın istifa, özür ve merceiyetin
emrine itaat gibi lanse edilen son açıklamaları her zamanki gibi camiada
hoşgörü ve umutla karşılandı. Ama bu Sadr’ın ömrü boyunca sergilediği kurnaz
stratejisidir.
Sadr Ayetullah Haeri’nin açıklamalarına karşı verdiği sert
cevaba rağmen tüm camiayı ve merceiyetleri karşısına almaktan çekiniyor ve
siyaseti bıraktığı açıklamasını yapıyor. Bu sizi gerçekten değiştiğine ve
hatasını gördüğüne ikna etmesin. O şu anda aleyhine olabilecek tüm oluşumların
yoğunlaşmasını engellemek için bir taktik uyguluyor ve bunu yaparken de yine
bencilliğinden kurtulamıyor ve yirmi yıl boyunca siyaset yapan tüm
oluşumlarında kendisi ile birlikte istifa etmesini ve siyasetten çekilmelerini
dayatıyor. Bunu Irak’taki kaosun giderilmesinin tek çaresi olarak gösteriyor.
Halbuki bu aslında daha sonrası için bırakılmış bir emniyet sibobudur. Yarın
bir gün tekrar siyasete girdiğinde “şartlarım yerine getirilmedi” diyebilecek
bir açık kapı bıraktığından emin olabilirsiniz. Bunun yanında Ayetullah
Haeri’in, babasının yani Sadr ailesinin en son taklit mercei olduğunu unutmamak
gerekir. Belki de en azından onun Taklit Merciliginden çekilmesi ile babası ve
dedelerinin mükallitlerini yeniden bir araya toparlayabilmenin kapısının açıldığını
düşünüyor. Eğer siyasetten arınıp mütevazi bir hale bürünürse belki bunun
mümkün olabileceğini de düşünüyor olabilir.
Sadr için önemli olan tek şey hırsının ve makamının takdir
edilmesidir. O hiç kimse ile aynı fikirde değil ve şimdi mevcut Irak rejiminin
çöküşünü istiyor, çünkü bu rejimin doğasında var olan kontrolsüzlük onu
rahatsız ediyor, ancak siyasi bağları ve tebaası nazarındaki makamı onun bencil
gündemine ve kişisel ihtiraslarına müdahil oluyor. Bu zorunlulukları aşamamak
onu deli ediyor. Aynı şekilde, İran'a
karşı şu anki düşmanlığı, İran İslam Cumhuriyeti ile olan temel farklılıklardan
çok Sadr'ın iktidarı paylaşma veya iktidar üzerindeki tüm etkileri yok etme
arzusuyla ilgilidir. Sadr'ın liderlik hırsı var, ancak babasının veya Necef'teki
mevcut taklit mercilerinin etkisini asla kazanamayacağını biliyor çünkü ilmi ve
ilminin sağlayacağı mercei bir ağırlığı yok. Yine de İran'ın mevcut siyasi
sistemine benzer bir yapıya sahip bir sistemde, iradesini dini bir otorite
kurarak değil daha ziyade siyasi bir güç olarak dayatabilir.
Sadr, hedeflerini belli belirsiz taktik nedenlerle dile
getirebilir, ancak iş ideolojiye geldiğinde, tam olarak ne diyorsa onu
kastediyor. Batıyı küçümsüyor. İsrail karşıtı söylemi samimi. Bu açıdan
İranlılara çok benziyor, ancak mektebi geçerliliği ve meşruiyeti yok. Uzlaşma
ile elde edemeyeceklerini empoze etmeye çalışır. Irak siyasi seçkinleri yirmi
yıl boyunca Sadr'ı kontrol etti. Bununla birlikte, Bağdat'taki siyasi yelpazede
çoğunluğun ikna olduğu şey, 2003 sonrası Irak siyasi düzeninin başarısız
olduğudur. Sistem hızla çöküyor.
Böyle bir durumda Sadr daha tehlikeli hale gelir. Kaos ve
belirsizliğin olduğu yerde fanatizm, güç ve zorbalık hakim olur. ABD’li
politikacıların ve CIA'nın Sadr'ı yönetebileceklerine veya kontrol
edebileceklerine dair artık ikna oldukları nokta burasıdır. Karmaşık bir oyun
oynadıklarına inanıyorlar ama alan açarak veya Sadr'ın yer aldığı koalisyonları
destekleyerek, Devrimin hemen öncesi İran'daki Carter"ın hatalarını
tekrarlıyorlar.
Bu günlerde Irak 1979’daki devrimin hemen öncesi İran’a
benziyor. Hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir. Belki de devrimin gül
bahçesinin kokuları Irak’ı çoktan sarmış Hacı Kasım’ın ektiği tohumlar meyveye
durmuştur. Bütün dünya ile birlikte ABD
bunu çok iyi hesap edip bilmeli.