“İran çizgisinde faaliyet yürüttüğü iddiasında olan bir
kısım ‘sonradan görme’ Şii kişi ve çevrelerin de bu mezhep fitnesi kazanına
odun taşımak yerine onu söndürecek işler yapmalarında büyük fayda var. Rahmetli
Ali Şeriati’nin İran’da Tudeh Partisi’nin neden başarısız olduğunu açıklarken
verdiği örneğin bir benzerini bu tür yeni mühtedilik iddiasında olan sonradan
şiileşmiş kişi ve grupların pratiklerinde de görüyoruz. Yaptıkları ile en çok
İran’a ve Müslümanlar arasında birliğe zarar verirken İŞİD ve benzeri
oryantalizm aparatlarının değirmenine de su taşıyorlar..”
İçinde “sonradan görme” “mezhep fitnesi kazanına odun
taşımak” “sonradan şiileşmiş” “vahdete zarar verirken “İşid’e benzer
oryantalist aparatların değirmenine su taşımak” gibi talihsiz ifadeler beni
üzdüğü kadar biraz da hiddetlendirdi.
Yazarın yazısının içeriğinde olmasını dilediği ve “İslam
dünyasında anın fıkhından yola çıkarak bugün artık fiili bir karşılığı olmayan
kelami tartışmaları bir kenara koyup -üzerinde ittifak yapılamayan veya
yapılması da gerekmeyen kısımları her tarafın kendi iç tartışma zeminine
bırakıp herkesin üzerinde ittifak edeceği olmazsa olmazlar etrafında
şekillenecek- TEK VE ORTAK BİR AKİDE çalışmasına öncülük edilmesi başta İran
olmak üzere tüm aklı başında Müslümanların ortak sorumluluğudur.”
Cümlesi ile ifade ettiği TEK ve Ortak bir Akide ‘nin
oluşması arzusuna karşı aslında yeni bir tartışma zeminini kendi açmış oldu ve
böylelikle “fitneye odun taşıyanlaralar” sınıfına maalesef kendisi de girmiş
oldu.
Elbette bizde gereksiz ve afaki tartışmaların hem de bu
günkü gündemler içinde olmasını arzu etmeyiz ancak bu ifadeler karşısında cevap
hakkımız doğmuş olmakla birlikte yazarın oluşturduğu haksız ve olumsuz kanaatin
İslam kardeşliği ve vahdete ve bilhassa direniş kültürüne vereceği zararları
ifadelerin muhatabı, tarafı olarak gidermek üzerimize vazifedir.
Öncelikle “sonradan görme” ifadesindeki pespayeliğe
dikkatinizi çekmek isterim ki vahdet ehli olup gerçekten birlik ve beraberliği
isteyen ortak akide çalışmasını tavsiye eden bir Müslüman’ın asla başka bir
Müslüman kardeşi için kullanmayacağı bayağılıkta bir söz ve hakaret ifadesidir.
Bununla birlikte
MUHTEDİ kelimesi ise başka dinlerden veya dinsizken İslam’a geçen kişiler için
kullanılan bir kelime olduğu için bizim gibi zaten İslam dininin dahilinde olan
Tevhid, Nübüvet ve İman ehli olup Kur’an’a, ahirete, kıyamete, inanan kişiler
için ağır bir hakarettir.
Şiileşmişler ifadesindeki bayağılığa ise aldırmasam da
aslında yazarın bu ifade şeklinin teşeyyü ederek Ehlibeyt mektebine girmiş olan
Müslümanlar hakkında önyargı ve kızgınlığa sahip olduğunu gizlemeye çalışmasına
rağmen kendini ele verdiğini müşahede ediyorum.
Tüm bu ağır hakaretlerin üzerine en çok “İran’a ve
Müslümanlar arasında birliğe zarar verirken İŞİD ve benzeri oryantalizm
aparatlarının değirmenine de su taşıyorlar” ifadesi ise artık hakareti aşmış ve
İFTİRA statüsüne kavuşmuştur.
(Bu cümlede İran ve Müslümanlar ifadesini kullanmış olması
sanki Müslümanlar ile Müslüman olmayan başka unsuların arasındaki bir birlikten
bahsediyormuş anlamını oluşturup İran ve Şiileri İslam dairesi dışında mı görüyorsun
diye sorulara sebep olabilir.)
Neyse yazarın bilinçaltı rahatsızlıklarının izini daha fazla
sürmektense camiada MÜSTEPSİR olarak tanımlanan ve aslında bu kesimin iyi
niyetli bir ifade olan bu tabirden bile hoşlanmadıklarını belirterek ülkemizde
ve dünyada sayıları milyonları aşan ve din sosyolojisinde bazı cahil ve
bilinçsizlerin iftiralarından ziyade çok daha OLUMLU etkileri olan bu
insanlardan size biraz bahsedeyim.
İlk olarak bu kesim مستبصير müstebsir ismi ile
anılır ki bu ismi bu insanlar kendi kendine takmadı. Genel olarak bu kesimden
olan arkadaşlara bu ifadeyi kullandığınızda memnun olmazlar. Sebebi bu
kelimenin olumsuz bir ifade ettiğinin düşündüklerinden değil bilakis anlamı
itibarı ile “BASİRET EHLİ” manasına gelir. Onların bu ifadeden
hoşlanmamalarının sebebi kendilerinin Şİİ Ehlibeyt ekolünden ayrı bir sınıf
olarak katogorilendirilmelerine sebep olabileceği endişesinden ibarettir.
Maalesef bahse konu yazıda da gözlemlendiği üzere bir takım önyargılı ve kendi
mezhebi ve sınıfsal hastalıklarından kurtulamamış bazı zevatın kaba ifade ve
tanımlamalarına sebep olduğundan biraz bu endişelerinde haklıdırlar.
Müstebsir kavramı daha çok Sünni ekolünden Ehlibeyt ekolüne
teşeyyü eden cenah için kullanılan bir kavramdır. Bu insanların hepsi tahkik
ehli sorgulayan ve ilim sahibi insanlardır. Kendi mezheplerinin kaynaklarını
didik didik etmiş ve hata ve çarpıklıkları görüp terk etmişlerdir. Bu bir
bilinç ve gayretli sorgulamanın neticesidir. Bu noktada bu tahkik, sorgulama ve
araştırma işi sadece Sünnilikten gelen Müslümanlara da ait değildir. Bu
cümleden devam etmek üzere ben MÜSTEPSİR kavramının kapsamını, ifade ettiği
“basiret” manası noktasında dikkate alarak dahada genişletiyorum.
Yani bu tabir, Ehlibeytin ve velayetin özüne vakıf olan
geleneksellikten kurtulmuş atalarının dar kalıplarını aşabilmiş tüm Alevi,
Caferi, Şii, Ehlibeyt aşığı herkese bulundukları atıl, ahbari, geleneksel,
fanatik muhafazakar ve sınırlayıcı her türlü önyargılardan arınmış bir bilince
erişen tüm inanç sahiplerine yöneliktir.
Daha da açmak gerekirse anadan babadan Şii, Alevi
doğmalarına rağmen zamanla özünden uzaklaşmış sadece bir takım ritüellere
hapsolmuş ve bu halleri ile Ehlibeytin temel mesajından uzaklaştıkları gibi
zamanın anlayışına düzenlerine, hegemonyasına malzeme olmaktan öteye gitmeyen
geleneksel, milliyetçi, muhafazakar, seküler sentezler ile çarpıtılmış bir dini
inançtan sıyrılarak başta İslam Devriminin etkisi ile İlahi, Nebevi ve Hüseyni
bir bilince erişerek zamanın düzenlerine zalimlerine ve bilhassa kendi nefsi
hasletlerine karşı devrimci bir mücadele içine giren ve DİRENİŞ ruhunu kazanan
Şii, Alevi tüm kardeşlerde MÜSTEPSİR kapsamı içindedirler ve bana göre asıl müstebsirlerde
onlardır. Şahsım adına ben İslam Devriminin aydınları ve alimleri ile birlikte
bu kardeşlerimizden de fazlası ile fayda gördüm ve etkilendim.
Bu noktadan sonra müstebsir kardeşlerimiz geleneksel Azeri
Şii camiası ile Ehli Sünnet mezhebine mensup olan Müslümanlar ile ve geleneksel
Alevi Bektaşi vatandaşlarımız ile Muhammedi Alevi İslam bilincinin ve bu
bilince sahip olan direniş mensuplarının arasında en sağlam köprü ve geçiş
noktası olmak vazifesini doğal olarak üstlenmişlerdir. Bunun ile birlikte İslam
Devriminin kazandırdığı ivme ile birlikte tarih boyunca kendilerini saklamak
zorunda kalan kadim Şii camiasının özgüvene ulaşmasını ve topluma açılarak
kendilerini rahatlıkla ifade etmelerine ve aynı zamanda baskılanmış haklarını
isteyecek cesareti bulmalarına da hiç abartısız Müstebsirler öncülük etmiş
vesile olmuşlardır. Bunun bu ülkede somut örnekleri vardır gerekirse tek tek
ortaya koymakta mümkündür.
Müstebsirlerin İran’a ve Müslümanlar arasında birliğe zarar
vermek İŞİD’e benzemek ile suçlayan yazar ve onun zihniyetinde olan kişiler
kimlerdir?
Bunlar kendi içinde bulundukları aşırılık, bidat, fanatizm
ve çıkar ve menfaat makamlarının Müstebsirler tarafından eleştirilmesini
hazmedemeyen bir kitledir. Müstebsirler içinden geldikleri düşünce ekol ve
camiaların hatalarını, hurafelerini, aşırılıklarını eleştirdikleri gibi Şii
camianın içindeki olumsuzlukları ve yanlışları da görmezden gelmeyerek aynı öz
ve aynı bilinç ile eleştirmekten çekinmediler. Elbette bu kesimlerin bu durumda
başvuracakları tek savunma vahdetin zedelendiği ve Müstebsirlerin fanatizim ve
radikallikte İşid gibi yapılara benzediğini iddia ederek çamur atmak olacaktır.
Yakın zamanda bu tür iftira ve karamalar ile muhatap olduk
ve hakkımızda bu karamaları yapan kişileri tek eleştiri noktamız ise vahdeti
birliği ve kardeşliği zedeleyen eylem ve söylemlere girmiş olmalarıdır.
Birini Velayet-i Fakih’e ve İslam Devrimine hakaret
edercesine konuşup ve kendisini camianın sahibi ilan ettiği için eleştirirken
başlangıçta müstebsirler bizim canımız diyen bu kişi müstebsirlere “sefih”
demeye “anadan doğma şiilerimizi ezdirmem …. “ diye başlayan cümleler sarf
etmeye ve sonunda işi tehdit ve saldırı noktasına getirmeye kadar götürdü.
Diğeri bu şahsa tepki koyan bir bildiriye imza atan herkesi “tekfirci” ilan
etti ve bir süre sonra bu şahsın oklarının kendi üzerine çevrilmesi üzerine ne
yapacağını şaşırdı ve sosyal medyada cevap üzerine cevaplar yazdı. Başlangıçta
yanımızda olan ve bu tepkimizde adeta bizi teşvik edip kışkırtan bir diğeri
whatsap gruplarımızdan ayrılsınlar diye ardımızdan dost ve arkadaşlarımıza
talimatlar verdi ve bazıları da çevremizdeki gençleri ikili toplantılar yaparak
onları hakkımızda kışkırtmaya çalıştılar. Bunun haricinde itaatsizlikle,
velayetsizlikle, rehberi dinlememek ile, “asla anadan doğma bir Şii’ye tercih
edilmemek” ile tabir edilip suçlandık “sizde hayır olsaydı geldiğiniz mezheb de
kalırdınız” gibi ahmakça tespitlere de maruz kaldık.
Bütün bu engellere rağmen müstebsirler bu kişi ve kurumların
tabir ve iftiralarından uzak bir şekilde sahip oldukları bilinç, farkındalık
ile var olmaya devam edecekler ve asla hiç kimsenin hatırına gerçekleri ifade
edip haksızlık ve yanlışlara müdahale etmekten çekinmeyecekler. Ehlibeytin ve
onların velayetinin ve bu gün beşeri sistemler arasında en doğru ve
alternatifsiz olan Velayet-i Fakih sisteminin savunucusu olmaktan asla vaz
geçmeyecekler.
Müstebsirler Müslümanlar içinde Ehlibeyt aşığı, Ali Şiası,
Hüseyni olarak tanımlanmaktan gurur duyarlar. Esasında tüm Müslümanlar için en
ideal olan bu tanımlardan başkasına da ihtiyaçları yoktur.
Konu aslında çok daha izaha muhtaçtır ancak şimdilik bu
kadarı yeterlidir diye düşünüyorum. Selam ve dua ile..
Fatih Bilgin