Rusya, Türkiye ve İran cumhurbaşkanları arasında bu yıl 19
Temmuz'da Tahran'da yapılan üçlü görüşmeden bu yana, Türkiye'den Cumhurbaşkanı
Esad ile Erdoğan arasında uzlaşmaya dair sinyaller geliyor.
Suriye ise kulakları sağır eden bir sessizliğe devam ediyor.
İki ülke arasında en üst düzeyde güvenlik görüşmelerine rağmen Reuters’in
sızdırdığı bilgilere göre Suriye Türkiye ile görüşmeyi reddetti.
Peki dört tarafın hesapları ne? Siyasi kulvarda nereye
gidiyorlar?
Ukrayna'daki savaş, başka bir uluslararası siyasi uyum
düzeyi yarattı ve daha fazla uluslararası ve bölgesel kutuplaşmaya yol açtı.
İlk derecede İran ve Türkiye'nin, ikinci derecede Körfez ülkeleri ile birlikte
Suudi Arabistan'ın bölgesel rollerine dikkat çekti. Bu durum üç ülkenin tüm
küresel politikaları etkileme yeteneğini gösterdi. Bu durum Amerika Birleşik
Devletleri'ni ve Batı dünyasının ülkelerini düşündürerek, egemen Batılı
uluslararası sistemin yapısını koruma mücadelesinde bu kendini hesapların
üstünde tutan gruba yeni hesaplar dayattı.
ABD Beyaz Saray Sözcüsü John Kirby'nin Rusya ile İran
arasındaki yüksek düzeydeki ilişkilere ilişkin ifadesi, uluslararası terör
devleti ABD’nin endişesinin boyutunu belki de en doğru aktaran ifadeydi.
Terörün sponsoru ABD Batı
düşmanlığının yoğunluğunu paylaşan iki ülkenin ilişkisini "tam savunma ortaklığı"
olarak nitelendirdi. Yaptırımlar onları ortak bir yüzleşmeye doğru itti.
Ortaklık seçeneği ve bu çatışmadan çıkışın ancak özelde Amerikan projesini,
genel olarak Batı projesini yenerek olabileceği inancı bu iki ülkeyi elbette
ortak bir savunmaya itti.
Elbette bu mesele ABD'nin Batı Asya bölgesinden, özellikle
Irak, Suriye ve Lübnan'dan çekilmesi için üst düzey bir koordinasyon
gerektirmekte. Doğu Akdeniz'deki büyük rolüne ek olarak, Suriye savaşındaki
olumsuz rolünden sonra bile Türkiye'nin aktif işbirliğine de ihtiyaç var.
Konu sadece Rusya-İran ortaklığıyla sınırlı kalmadı. Batı
dünyasının aidiyet kapılarının kapatıldığı ve Avrupa Birliği'ne girmesi
engellenen Türkiye, Doğu ile Batı arasında bir köprü olarak vazgeçilmez bir
eksen oldu ve Ukrayna savaşında kartlarını güçlendirme fırsatı buldu. Bu durum
ayrıca içinde bulunduğu büyük ekonomik krizden çıkmasına yardım eden bir
yatırım fırsatına dönüştü.
Türkiye, Rusya'nın kendisini Doğu Akdeniz'den gelen
enerjinin dağıtımı için ana merkez haline getirme konusundaki teşvikini
bölgesel ve uluslararası rolünü artırması için bir fırsat olarak gördü. Elbette
bu gelişmeler yaşanırken bu durumu kendi iktidarının devamlılığına ve
istikrarına bir gerekçe olarak da sunması kaçınılmazdı.
Bununla beraber iktidarın istikrarı, Türkiye'nin durumuna siyasi
ve ekonomik olarak gölge düşüren ve Erdoğan'ın yeniden seçilme şansını azaltan
Suriye savaşının sona erdirilmesini de gerektiriyor.
Ancak, Şam'ın Türkiye ile tam uzlaşma sağlanmadan Suriye'de
istikrarın sağlanamayacağına olan inancına rağmen, Suriye’nin hesabı üç tarafın
hesaplarıyla tam olarak örtüşmüyor.
Mart 2011'in ortalarından sonra yaptığı gibi, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın politikalarındaki gel gitlerden duyulan endişe, bir yandan Suriye ile anlaşmayı kabul
ederken bir yandan Türkiye'ye bağlı Suriyeli muhaliflerin ortaklığını dikkate
alan bir siyasi çözüm formülü bulmayı gerektiren uzlaşma sonucunda Suriye’nin
siyasi, ekonomik ve askeri kararlılığında merkeziliğini yitirmesine karşı uyarıda
bulunulması… Tüm bunlar, hükümetin kuzey Suriye topraklarındaki işgalini devam
ettirmesi, bu topraklardan çıkmayışı ve
terör örgütlerinin tasfiyesinde temsil edilen koşullarını yerine getirme
konusundaki isteksizliğinin ardından Suriye liderliğini Moskova'da toplanmayı
reddetmeye sevk etti.
Görünüşe göre üç Astana tarafı uzlaşmak için acele ediyor ve Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde; Moskova ve
Tahran, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iktidarının devam etmesini tercih ediyor. Bunun
sebebi Erdoğan’ın karşısındaki altılı ittifakın aksine, onlarla herhangi bir
anlaşmayı hayata geçirebilecek güçlü adamın o olduğuna inanmaları. Çünkü altılı
ittifak birbirinden farklı ideolojilere sahip. Yani bu demek oluyor ki bu
altılı ittifak ile bir anlaşmaya varmaları için önce bu ittifakın kendi içinde
uzlaşmasını beklemek lazım. Uluslararası ve bölgesel çatışma konusunda farklı
çıkar ve vizyonlara sahip olmaları bürokratik yönün ortaya çıkmasına ve
uygulamanın ve anlaşmaların etkisinin uzamasına neden olacaktır.
İki ülke için tehdit oluşturan bir başka konu da, iki
başkentin Türkiye'deki tüm siyasi güçlerin farklı bir şekilde de olsa Amerikan
şemsiyesi altında çalıştığını düşünmesidir. Ayrıca bu iki ülkenin diğer bir
çekincesi bu partilerin; ister İran ve
Türkiye'yi başarısının iki temel dayanağı olarak gören ‘Avrasya anlayışı’
unvanıyla olsun ya da ister kurtuluşu ancak “İsrail”in devrilmesinde gören
‘Tahran-Şam ekseni’nin unvanı ile olsun yeni bir bölgesel ve uluslararası düzen
inşa etmeyi başarmış tüm kazanımlarını yok edebileceğini düşünmesidir.
Tüm bunlar devam ederken Şam, devam eden işgale, muazzam
ekonomik baskılara ve normal hayatın aksamasına rağmen uzlaşma görüşmesini
Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasına erteleme kararı aldı.