Yazı serimize devam
edelim “gençlik kendini bulamadan kaybetti”, “kimlik ve kişilik tanımı” ve
şimdi “sistemin çocukları” başlığı altında devam etmek istiyorum.
Sistemin çocukları
derken çocukları kastetmiyorum, sen, ben, bizleriz büyük küçük demeden hepimizi
kapsıyor. Çünkü bu sistem hepimize hitap ediyor, hepimize yön veriyor,
hepimizde ayar çekiyor. Öylesine ki her türler renge girebiliyor; devrimci,
dinci, laik, kapitalist vs. Bunlar sistemin varyantları. Bu konu çok önceleri
işlediğim bir konu adına MATRIKS demiştim. Sistemin bir matriksi var bu
matriksi her kullanıcıya göre şekil almakta öylesine ki her kısma hitap
edebiliyor. Bizlerin çekişmelerinde besleniyor her bir akımı (farklılığı)
diğerine düşman kılıyor çünkü insanların egosantrik yapılarından besleniyor ve güçlendiriyor.
İnsanları politik, etimolojik, teolojik, sosyal polemiklerle metodik olarak
ayrıştırıyor, korku ve kaos üzerine insanları birbirine düşman kılıyor,
insanlarda geri kalını tamamlıyor. Yazımda bu sistemi kimin akıl ettiğini
sorgulamıyorum sorum; Bizler kendimize zarar verdiğimizi bilerek neden bu oyunu
devam ettiriyoruz? “O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi)
yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar.
Allah ise, bozgunculuğu sevmez.” (Bakara-286)
Daha önceki yazılarımda
insan tanımı yapmıştım, insan ruh ve bedenden oluşuyor diyerek açılımını
yapmıştım burada o açılıma tekrardan girmeyeceğim. Vücuda fonksiyonelim
kazandıran ruh ve ona dahil olan nefsi, nefsin direksiyonu olan hür iradenin
konumlamasından bahsetmeye çalışacağım.
İnsanın hür iradesinin
kontrolü akıl & düşüncededir. Eğer hür irade brüt nefsin eline geçerse yani
hür iradeyi alıp nefse teslim etmek ve nefsinde akla hükmetmesi bizlerin
egosantrik bir yapıya bürünmemizi sağalmakta. Bu mücadele hayatımız boyunca
devam eden bir ikilemdir fakat siz nefsi “egosantrik” yapıyı güçlendirecek bir
sistem içinde yaşarsanız bugünü ki yaşadıklarımız kaçınmaz olur. Daha açık
söylersek “hür iradenin aynada ters bir yansıması” gerçekleşir. Hür irade = özgürlükse
bunun yansıması kölelik olur.
Açıklayalım, insan-ı
sadece madde vücutla sınırlayan zihniyet, insan gerçeğinden çok uzaktadır.
İnsanın (özü) üzerinde adına vücut dediğimiz bir elbise vardır ve bu elbise
zamanla maddenin gereği üzeri yıpranıyor ve sonra da atıp gidiyoruz. Kalıcı
olan bizim özümüzdür. Özümüz, bize Düşüneme & Akıl etme kabiliyetini,
nefisi ve de hayatı (can) veren bizati ruhumuzdur. İnsanın hür iradesi insan
seçebilme ve seçilme kabiliyeti veren insanın özüdür ki biz, bu öze nefis de
diyoruz.
İnsan kendi nefsine
hâkim değilse o insanın hür olduğundan bahsedemeyiz. Gerçek hür insan (Hür
iradesine sahip), nefsini eğiten ve yönlendirebilendir. İnsan nefsine hâkim
olabiliyorsa hür iradesine sahip, asli özünü koruyan kişidir.
Hürriyet & Özgürlük; Kendi tanıyıp, nefsani
arzu ve isteklerini ayırt edip 3. bir tarafın etkisinde kalmadan hayatına
hükmederek yön verendir. Günümüz toplumlarında hayvani duygulara yapılan tüm
fesatlara özgürlük & hürriyet” denemekte ve özgürlük ve hürriyet adıyla
insanlar zulmedilmektedir. Günümüz tanımlamasıyla hür iradeye sahip olmak aklı
servis dışı bırakmak, düşünmemek toplumu yönlendirenlerin kölesi olmak ve de öz
nefsine zulmetmektir. İnsanoğlu
meleklerden çok üstün olabileceği gibi hayvanlardan da daha aşağı olabilecek
bir yapıdadır çünkü insanda Meleklerini sıfatı olan düşünme & Akıl ve
hayvanların sıfatı olan şehvet & Arzu insanda toplanmıştır. İnsan oğlu bu
iki sıfata sahip bir yapıda dengeli bir şekilde yaşamaya uygun
yaratılmıştır ki insana hayvanlardan ve meleklerde daha üstün olabilme
kabiliyetini vermiştir. Bu denge bizleri hayatında önemli bir rol oynamaktadır,
dolaysıyla özümüz olan nefsimiz bu dengenin anahtarıdır. Hür irade ise bu
anahtara SAHİP / HAKİM olmaktır. 
“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden
arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Sems 7-9)
Nefis için haram ve
helal ya da iyi veya kötü diye bir tanımlama yoktur. Nefis bir çocuk gibidir
arzular, her şeye sahip olmak ister kısaca o insanın fiziksel arzuları ve
egosantrik duyguları tatmin için uğraş verir. Fakat insan Aklı & düşüncesi
bunun yönlendirmesini sağlar, kalp ise rahmet & hikmetli olmasını
gerçekleştirir. Bazıları kalbi sadece bir et parçası görür fakat demez ki beyin
et bile olmayan hammaddesi yağlardan oluşmuş bir lapadır. (Yağlar beyin
için çok gerekli bir besin öğesidir. Beyin dokusunun yüzde 60 kadarı, balıktan
alabileceğiniz bir omega-3 yağı olan DHA'dan ibarettir.) Kalp, insan-ı hayata tutan ve hayata bağlayan, hiç durmadan
ve aksamadan çalışan bir organıdır. Hayat dediğimizde ilk akla gelen kalptir
beyin değildir. Soru: Yediğiniz bir
yemek&giydiğiniz bir elbisenin, yemeğin tattı veya gözle gördüğünüz
elbisenin rengini modelini beyin sağladı ama onu sevip sevmediğinizi kim size
hissettirdi? Alkolü içeceklerin zararı olduğu bilindiği halde içiliyor, sigara
zarları olduğu bilindiği halde içiliyor neden? Kalbinizi ikna etmelisiniz
beyninizi değil. Ne yazık ki insanlar kalbi sadece kardiyak hasatlığı ile
anımsıyor fakat kalbi atan kişide de ölü olabilir “Kalpsiz” & “merhametsiz”
deriz. ya da olması gereken Vicdanlı, Rahmetli, sevgili deriz.
İnsan, nefsine
hükmedince insana insan olma özeliğini verir fakat ayni nefis kendi halin
bırakılıp üçüncü tarafını kontrolüne girince insanı hayvandan da aşağı
kılabilir. İnsanlar vücudun fiziksel gelişimi için nasıl proteinler ve gıdalar
ihtiyacı var ise nefsi içinde onu eğitecek, ona yönünü gösterecek hikmetli ilim ve bilgilere ihtiyacı
vardır. Nefsini düşmanı kara cahilliktir (egosantrik olmak). (Cahil
insan hatasını kabul edebilir. Fakat kara cahil hiçbir zaman hatasını kabul
etmediği gibi hatası katiyen görmez) “Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine
zulmettiler” (Hud-101). Nefis,
insani sorguya çekecektir neden benim ile ilgilenmedin, neden beni
yönlendirmedin, neden beni eğitmedin, sapıklığa düşmüş bir şahsın annesini
babasını sorguladığı gibi. "Kendi kitabını oku; bugün nefsin hesap
sorucu olarak sana yeter.” (Isra-14)
************
Yazıma başladıktan sonra
oluşan doğanın kendini hatırlatması depremi bu kısımda işlemek istiyorum. Evelen,
Yüce Rabbimizden Ölenlerimize Rahmet, Yaralılarımıza acil şifa, sağ
kurtulanlarımıza sabır ve metanet diliyorum ve bizlerin de gerçek ve hakikati
görmemiz için bir vesile olmasını temenni ediyorum.
“Kula bela gelmez hak
yazmayınca, Hak bela yazmaz kul azmayınca” demiş Hz. Mevlâna.
Bizler bu depremin oluş
sebebini her türlü yollarla açıklayabiliriz, kimileri bilimsel olarak fay
hatlarının aşır derecede enerji yüklenmesi neticesinde enerjinin boşalması der,
kimileri doğanın kanunu der, kimileri proje HAARP der, kimileri kul azdı Allah
kuluna bazı gerçekleri hatırlatıyor der. Herkes kendi bakış açısından doğru der
fakat ironi olan bu depremi ne yazık ki herkes kendi çıkarı doğrultusunda bir
fırsat aracına da çevirmekte. Fakat hiçbir kimse bunu ana sebebini gerçek
manada aramamakta.
Öncelikle şunu iyi
bilmeliyiz, Allah kuluna zulme etmez ve de istemez. yazımızın ilk
girişinde bunu farklı olarak açıklamaya çalıştık, Kul bütünü kötülükleri kendi
elliyle yapar. Çünkü kul bencildir, hırslıdır, açgözlüdür, doyumsuzdur,
cahildir, kendisinden başkası umurunda değildir (egosantrik) dolaysıyla yaptığı
tüm eylemleri bu çerçevede gerçekleştirir. Bu çerçevede yaptığı fiillerin neticeleri
“olumsuzu” geri dönüş olarak bizi bulur. Kıtlıktan bahsedilmekte, kuraklıktan
bahsedilmekte savaşlar ise ortada bu bağlamada yazımın girişindeki konuya geri
dönüyoruz yapılan özgürlük ve hürriyet tanımı insanları insanlıktan çıkarıp
sistemi kuranların oyuncağı kölesi yaptı. İnsanın egosantrik hal almasıyla
adalet ve hakkaniyet ortadan kayboldu ahlaksızlık her şekliyle yaşantımız oldu
o ise zulüm, mutsuzluk, bencilik, modern hırsızlık, vs.… tetikleyerek doğanın
dengesini bozdu ve doğal afetler kaçınılmaz oldu. Toplum olarak biz ilk depremi
sosyal hayatımızda yaşadık fakat bunu kimse farkına varmadı çünkü insanlar
bunun adına özgür yaşam, hür yaşam, çağdaş yaşam diyerek övünerek yaşadı. Fakat
dünyanın dengesini, sosyolojik, coğrafik, jeomorfolojik bağlamlarda açgözlülüğü
hırsı ve çıkarı (egosantrik arzularını tatmin) için alt üst etti. “İnsanların kendi elleriyle yapıp
ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş
yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rum-41) “Şüphesiz
Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde
adâletle hükmetmenizi emrediyor. Böylece Allah size ne güzel öğüt veriyor!
Doğrusu Allah her şeyi hakkiyle işiten, kemâliyle görendir.” (Nisa 58)
Bilimsel açıklamalara
gelince, bilim adamlarının yaptığı açıklamalar sadece bizlerin elimizle
yaptığımız kötülüklerinin kaçınılmaz sonuçlarını bilimsel kelimeleri kullanarak
açıklamak ve tanımlamak oluyor ki onlarda gerçek “sebep & sonuç” gerçeğinden
uzak kalıyorlar. Bilim adamları gerçeği çok iyi biliyor olmalılar gerek çünkü
her şey bir düzen ve formül üzeri var olmuştur ki biz buna Allah'ın değişmez
kuralı (sünnetullah) diyoruz. "Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur).
Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın." (Fetih-23).
Eğer Allah'ın düzeni her gün değişikliğe uğramış olsaydı bugün bilim &
ilim ve teknoloji diye bir şey olmazdı. Dolaysıyla, Doğanın dengesini bozan bizleriz, insanın insanlıktan
çıkaran bizleriz, doğal olan sosyal yaşantımızı alt-üst eden yine bizleriz.
Açgözlülük, bencilik, paraya tapan ve maddeye (para ve varlık) sahip olmak için
her şey ama her şeyi mubah sayan bizleriz.
Sistemi kuranlar
öylesine yapmışlar ki bizleri özgürlük ve hürriyet adıyla istedikleri gibi
dünya menfaatlerini üzerinde et bile olmayan köpek önüne atılan kemik
misal önümüze atıp, insanların kemiği kapmaları için kurdukları kandırıcı
sistemlerle bizleri şekilden şekille sokuyorlar. Bizlerse severek övünerek
göstererek istediklerini yapıyoruz. Aynı köpeğin yaptığı gibi çünkü hayvani
duygularımızla hareket ediyoruz insan olarak düşünmüyoruz.
“ (Oysa onların tek
gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve
eğlenceden ibarettir; ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu
bilselerdi! “(Ankebut-64)
Mustafa Kemal TASPINAR