* * *
Manastır’da “Kızılkoca” taifesi olarak kayıt altına alınan
yörük Türkmenlerinin Anadolu’daki bakiyeleri Alevi meşreplidir. Buna karşılık, Selanik’te “Karakoca” olarak
kayıtlı taife ise, Orta Asya’da Turfan şehri yakınlarında bulunan, Budist
inançlı son Türk hanlığı olan Karakoca (Koçu beyliği) hanlığına dayanır. 14. Yüzyılda Oğuz-Nâme’yi yazan
Reşîdü'd-dîn’e göre, Dede Korkut da aynı şekilde, Bayat boyunun Karakoca
taifesindendir.
* * *
Yakın Alevilik tarihi alanında oldukça önemli araştırmaları
ile bilinen Baki Öz’e göre, 1925 yılında yürürlüğe giren 677 sayılı “Tekke ve
Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve
İlgasına Dair Kanun” özünde Cumhuriyet’e düşmanlık besleyen ve faaliyet yürüten
tarikatları hedef almıştı. Öz’e göre, “Devletle öteden beri daha sıkı
bürokratik ilişkiler içerisinde olan Mevleviler, Konya Mevlevi Dergahı’nı hemen
açabilmişlerdir. 6 Nisan 1926 tarih ve 3426 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla ve
İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Halil Edhem ile Kültür(Hars) Müdürü Hamit
Zübeyr (Koşan) Bey’in raporlarıyla yeniden ziyarete açılmıştır.” “Bektaşiler
ise, Mevleviler’in çabasını gösterememiş, dergahlarının yeniden açılmasına
çalışmamışlardır.” “Atatürk Hatay olaylarından önce, İzmir gezisi günlerinde
Denizli eski mebusu Bektaşi babası Hüseyin Mazlum Baba’nın oğlu Mümtaz
Bababalım’ı kabul ederek Bektaşilik kurumlarını yeni koşullara ve günün
gereksinimlerine göre, yeni bir tüzük ile yapılandırarak canlandırılmasını
önermiştir. Hatay olayları ve ölümünün araya girmesi bu tasarıların yaşama
geçmesine olanak vermemiştir.”
* * *
Baki Öz’ün bu yorumlarından anlıyoruz ki, Mustafa Kemal
Atatürk’ün Alevi inançlı toplumun ibadetlerini resmiyete kavuşturma yönünde
iradesi vardır. Ancak, koşullar bu düşüncenin hayata geçirilmesini
engellemiştir.
* * *
İnönü ve Bayar-Menderes dönemlerinde de, Alevilerin
ibadethanelerinin resmiyete kavuşturulması savsaklandı. Bu yönde Atatürk’ten
sonra ilk girişim, Cemal Gürsel’den geldi. 1963 yılında, liderliğini daha sonra
Adalet Bakanı olacak Malatya’lı hukuk fakültesi öğrencisi Seyfi Oktay’ın
yaptığı bir grup Alevi genç kamuoyuna bir bildiri yayınladılar. Bildirinin
içeriğinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tüm inançlara eşit mesafede olması ve
Alevilerin de bir inanç topluluğu olarak tanınması gerektiği talep ediliyordu.
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel bu talebi ciddiye aldı ve üniversite öğrencilerinden
oluşan gençleri görüşmeye davet etti. Cumhurbaşkanı Gürsel, gençlerin Hacı
Bektaş Velî türbesinin açılması talebine derhal karşılık verdi ve 1964 yılında
türbe müze statüsünde açıldı. Anayasa Komisyonu Başkanı Ord. Prof. Dr. Sıdık
Sami Onar’ın da devletin Sünni ve Alevilere eşit mesafede olması gerektiği
yönünde kanaat bildirmesi üzerine, 1963 yılında, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde
Mezhepler Dairesi kurulması için bir yasa tasarısı hazırlandı. Mezhepler
Dairesi’nde oluşturulacak Alevi Masası, bu inanç yoluna bağlı yurttaşların
ibadet ve diğer işleri ile yetkili olacaktı.
* * *
Sünni mezhepçi kesimin o dönem gazetelerde yazdıklarını
(uydurduklarını demek aslında daha doğru) buraya almıyorum. Ama, hiçbir zaman devrimci olamayan
“statükocu” İsmet İnönü’nün, tarikatların mezhepçilik çığırtkanlığı karşısında
tasarıyı geri çektiğini de belirtmem gerekir. Bir ek daha: İnönü mezhepçilerin
karşısında boyun eğerken, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, aynı dönemde Ankara’da
düzenlenen bir cem törenine katılmıştı!
* * *
1965 yılında Nurcu tarikatına bağlı olduğu bilinen İbrahim
Elmalı’nın, Adalet Partisi hükümeti tarafından Diyanet İşleri Başkanlığına
getirilmesi ile birlikte, DİB ile Alevilerin arası tamamen açıldı. Tarikatlar
tarafından süreç içerisinde işgal edilen DİB, bir nevî Nurcuların ve
Nakşibendîlerin Halidî kolunun liderliği kimseye vermediği tarikatlar
koalisyonu tarafından yönetilir oldu. Ne yazık ki, Türkiye'nin camilerinin
tarikatlar arasında bölüşüldüğü, tarikat kadrolarının imam, müezzin vs adlarla
maaşa bağlandığı ülkemizin gerçeğidir.
* * *
Türkiye’nin iç sorunlarını çözerek, ülkeyi müreffeh ve
demokratik bir geleceğe taşıyacak her siyasetçinin ilk başlaması gereken nokta,
toplumsal çatışma alanlarına odaklanarak, oralarda barışı ve huzuru sağlamak
olmalıdır. Nitekim, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ da, mülteci sorununa
dikkati çekiyor ve hepimizi bu sorunun ileride ülkemizin başına bela
açabileceği uyarısında bulunuyor. Ancak, yine aynı Ümit Özdağ, 1514 yılında
yapılan Çaldıran savaşından bu yana, zaman zaman şiddetlenerek süregelen
Alevilerle ilgili soruna aynı titizlikle yaklaşmıyor. Mülteciler konusunda
gösterdiği hassasiyeti, hepsi bu vatan için gözünü kırpmadan düşen şehitlerin
evlatları olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Alevilere yönelik göstermiyor.
* * *
Özdağ, Aydın’da ziyaret ettiği cemevinde kendisine
yöneltilen, TBMM’de cemevlerinin ibadethane statüsüne ilişkin girişimde bulunup
bulunmayacağına ilişkin soruya, “Bizim parti olarak böyle bir önergemiz olmadı.
Bundan sonra da olmayacak. Selefi ve diğer tarikatlar çıkıp onlar da aynı şeyi
isteyecek.” cevabını vermiş.
* * *
Özdağ'ın öncelikle bilmesi gereken, cemevlerinin ibadethane
statüsü diye “yasama sorunu” bulunmadığıdır. Ayrıca, Alevilerin Özdağ’ın
teveccühüne de ihtiyacı yoktur! Tersine, Özdağ’ın Alevi seçmenlerin teveccühüne
ihtiyacı olduğu bir gerçektir!
* * *
2007 tarihli “Hasan
ve Eylem Zengin/Türkiye Kararı”, 2014 tarihli “Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür
Merkezi Vakfı/Türkiye Davası”, 2014 tarihli “Mansur Yalçın ve Diğerleri/Türkiye
Davası Kararı”, 2016 tarihli “İzzettin Doğan ve Diğerleri/Türkiye Davası
Kararı”, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Alevi inancı nedeniyle sistematik
haksızlığa ve ayrımcılığa uğrayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının açtığı ve
kazandığı davalardır. Türkiye’nin 1954 yılında TBMM’de onayladığı Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 46. Maddesi, bu sözleşme dayanağında oluşturulan Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının taraf devletler açısından kesin
bağlayıcılığını içerir. Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı (CEM Vakfı)
AİHM kararını ülke içinde Yargıtay’a da götürmüş ve Türkiye Cumhuriyeti
tarafından uygulanmasının zorunluluğunu da teyit ettirmiştir. Buna göre; hiçbir
devletin hiçbir vatandaşının neye inanıp neye inanmayacağına müdahale
edemeyeceğinden ve inançlarından dolayı farklı muamele yapamayacağından
bahisle, cemevleri de Alevilerin ibadethanesi olarak, camiler, kiliseler ve
sinagogların faydalandığı tüm uygulamalardan aynı şekilde ve kapsamda
faydalanmalıdır! Yani; cemevlerinin ibadethane statüsü gibi bir sorun
yoktur! Cemevleri ibadethanedir ve
Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tüm diğer ibadethanelerin faydalandığı avantajlardan
aynı şekilde faydalanması zorunluluğu vardır!
* * *
AK Parti hükümetleri 7 yıldır Yargıtay onayı ile kesinleşmiş
bu kararı uygulamaya sokmamakta direniyor! Kiliselere, sinagoglara tanınan
haklar, cemevlerine tanınmıyor! Çünkü, milyarlık devasa bir bütçenin ve
gayrımenkulün üzerinde oturan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı parselleyen
tarikatlar Alevilerin her yurttaş gibi inançlarını eşit hukuk düzeni içerisinde
yaşamalarını, kendi imtiyazları için tehlike olarak değerlendiriyorlar!
* * *
Erdoğan’dan Kılıçdaroğlu’na, Bahçeli’den Akşener’e,
Karamollaoğlu’dan Destici’ye, Davutoğlu’dan İnce’ye, Babacan’dan Sarıgül’e,
Perinçek’ten Özdağ’a tüm siyasetçilerin neden Diyanet İşleri Başkanlığı
konusunda aynı görüşü sahiplendiklerini ülkesinin geleceğinden kaygılı seçmen,
ama özellikle de Alevi seçmen iyi değerlendirmelidir.
* * *
Türkiye’nin artık statükocu siyasetçiye ihtiyacı da,
tahammülü de yoktur. Türkiye’nin, ülkeyi geleceğe taşıyacak devrimci
siyasetçilere ihtiyacı vardır.
* * *
Son olarak şunu da ekleyelim: Türkiye Cumhuriyeti’nde
Alevileri kazanan bir siyasetçi, sadece ülke içinde değil, bütün Türk ve
Müslüman coğrafyada yüz milyonlarca insanın kalbini kazanır. Azerbaycan’da,
Özbekistan’da, Kırgızistan’da, Kazakistan’da ABD piyonları olarak ülkeleri
karıştıran ve darbe girişimlerine katılarak ülkemiz hakkında olumsuz bir görüş
oluşmasına neden olan sahte Türkçü ve Fetöcü unsurların yarattığı tahribatı
ortadan kaldırır. Balkanlarda, Orta Doğu’da, Orta Asya’da yüz milyonlarca Hz.
Ali ve Ehli Beyt sevgisi ile yaşayan Müslümanları kazanır. Seçim sizin: Ele geçirdikleri statükoyu ve maddi imkanları
kaybetmemek uğruna Türkiye içinde toplumsal sorunların çözülmesine direnen
mezhepçiler mi? Yoksa, Türk ve İslam dünyasında yüz milyonlarca insanın kalbini
kazanıp ülkemizi saygın bir lider yapmak mı?