Siyasetçinin Alevilerle İmtihanı

GİRİŞ: 15.07.2022 12:40      GÜNCELLEME: 15.07.2022 12:40
Rasthaber -  Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Osmanlı devletinin yüzlerce yıldır çözmediği ve hatta neden olduğu sorunları da kucağında buldu. Bu sorunlardan belki de en eski ve en kritik olanı Alevi inançlı topluluk ile toplumsal ve hukuksal ilişkilerin niteliği idi. Kimilerine göre, kendisi de Bektaşi meşrepli olduğundan, kimilerine göre ise, Aydınlanmacı devlet felsefesini benimsediğinden dolayı, Mustafa Kemal Atatürk’ün Alevilerle ilişkisi ölünceye kadar olumlu seviyede seyretmiştir.

* * *

Manastır’da “Kızılkoca” taifesi olarak kayıt altına alınan yörük Türkmenlerinin Anadolu’daki bakiyeleri Alevi meşreplidir.  Buna karşılık, Selanik’te “Karakoca” olarak kayıtlı taife ise, Orta Asya’da Turfan şehri yakınlarında bulunan, Budist inançlı son Türk hanlığı olan Karakoca (Koçu beyliği) hanlığına dayanır.  14. Yüzyılda Oğuz-Nâme’yi yazan Reşîdü'd-dîn’e göre, Dede Korkut da aynı şekilde, Bayat boyunun Karakoca taifesindendir.

* * *

Yakın Alevilik tarihi alanında oldukça önemli araştırmaları ile bilinen Baki Öz’e göre, 1925 yılında yürürlüğe giren 677 sayılı “Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” özünde Cumhuriyet’e düşmanlık besleyen ve faaliyet yürüten tarikatları hedef almıştı. Öz’e göre, “Devletle öteden beri daha sıkı bürokratik ilişkiler içerisinde olan Mevleviler, Konya Mevlevi Dergahı’nı hemen açabilmişlerdir. 6 Nisan 1926 tarih ve 3426 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Halil Edhem ile Kültür(Hars) Müdürü Hamit Zübeyr (Koşan) Bey’in raporlarıyla yeniden ziyarete açılmıştır.” “Bektaşiler ise, Mevleviler’in çabasını gösterememiş, dergahlarının yeniden açılmasına çalışmamışlardır.” “Atatürk Hatay olaylarından önce, İzmir gezisi günlerinde Denizli eski mebusu Bektaşi babası Hüseyin Mazlum Baba’nın oğlu Mümtaz Bababalım’ı kabul ederek Bektaşilik kurumlarını yeni koşullara ve günün gereksinimlerine göre, yeni bir tüzük ile yapılandırarak canlandırılmasını önermiştir. Hatay olayları ve ölümünün araya girmesi bu tasarıların yaşama geçmesine olanak vermemiştir.”

* * *

Baki Öz’ün bu yorumlarından anlıyoruz ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün Alevi inançlı toplumun ibadetlerini resmiyete kavuşturma yönünde iradesi vardır. Ancak, koşullar bu düşüncenin hayata geçirilmesini engellemiştir.

* * *

İnönü ve Bayar-Menderes dönemlerinde de, Alevilerin ibadethanelerinin resmiyete kavuşturulması savsaklandı. Bu yönde Atatürk’ten sonra ilk girişim, Cemal Gürsel’den geldi. 1963 yılında, liderliğini daha sonra Adalet Bakanı olacak Malatya’lı hukuk fakültesi öğrencisi Seyfi Oktay’ın yaptığı bir grup Alevi genç kamuoyuna bir bildiri yayınladılar. Bildirinin içeriğinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tüm inançlara eşit mesafede olması ve Alevilerin de bir inanç topluluğu olarak tanınması gerektiği talep ediliyordu. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel bu talebi ciddiye aldı ve üniversite öğrencilerinden oluşan gençleri görüşmeye davet etti. Cumhurbaşkanı Gürsel, gençlerin Hacı Bektaş Velî türbesinin açılması talebine derhal karşılık verdi ve 1964 yılında türbe müze statüsünde açıldı. Anayasa Komisyonu Başkanı Ord. Prof. Dr. Sıdık Sami Onar’ın da devletin Sünni ve Alevilere eşit mesafede olması gerektiği yönünde kanaat bildirmesi üzerine, 1963 yılında, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Mezhepler Dairesi kurulması için bir yasa tasarısı hazırlandı. Mezhepler Dairesi’nde oluşturulacak Alevi Masası, bu inanç yoluna bağlı yurttaşların ibadet ve diğer işleri ile yetkili olacaktı.

* * *

Sünni mezhepçi kesimin o dönem gazetelerde yazdıklarını (uydurduklarını demek aslında daha doğru) buraya almıyorum.  Ama, hiçbir zaman devrimci olamayan “statükocu” İsmet İnönü’nün, tarikatların mezhepçilik çığırtkanlığı karşısında tasarıyı geri çektiğini de belirtmem gerekir. Bir ek daha: İnönü mezhepçilerin karşısında boyun eğerken, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, aynı dönemde Ankara’da düzenlenen bir cem törenine katılmıştı!

 * * *

1965 yılında Nurcu tarikatına bağlı olduğu bilinen İbrahim Elmalı’nın, Adalet Partisi hükümeti tarafından Diyanet İşleri Başkanlığına getirilmesi ile birlikte, DİB ile Alevilerin arası tamamen açıldı. Tarikatlar tarafından süreç içerisinde işgal edilen DİB, bir nevî Nurcuların ve Nakşibendîlerin Halidî kolunun liderliği kimseye vermediği tarikatlar koalisyonu tarafından yönetilir oldu. Ne yazık ki, Türkiye'nin camilerinin tarikatlar arasında bölüşüldüğü, tarikat kadrolarının imam, müezzin vs adlarla maaşa bağlandığı ülkemizin gerçeğidir.

* * *

Türkiye’nin iç sorunlarını çözerek, ülkeyi müreffeh ve demokratik bir geleceğe taşıyacak her siyasetçinin ilk başlaması gereken nokta, toplumsal çatışma alanlarına odaklanarak, oralarda barışı ve huzuru sağlamak olmalıdır. Nitekim, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ da, mülteci sorununa dikkati çekiyor ve hepimizi bu sorunun ileride ülkemizin başına bela açabileceği uyarısında bulunuyor. Ancak, yine aynı Ümit Özdağ, 1514 yılında yapılan Çaldıran savaşından bu yana, zaman zaman şiddetlenerek süregelen Alevilerle ilgili soruna aynı titizlikle yaklaşmıyor. Mülteciler konusunda gösterdiği hassasiyeti, hepsi bu vatan için gözünü kırpmadan düşen şehitlerin evlatları olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Alevilere yönelik göstermiyor.

* * *

Özdağ, Aydın’da ziyaret ettiği cemevinde kendisine yöneltilen, TBMM’de cemevlerinin ibadethane statüsüne ilişkin girişimde bulunup bulunmayacağına ilişkin soruya, “Bizim parti olarak böyle bir önergemiz olmadı. Bundan sonra da olmayacak. Selefi ve diğer tarikatlar çıkıp onlar da aynı şeyi isteyecek.” cevabını vermiş.

* * *

Özdağ'ın öncelikle bilmesi gereken, cemevlerinin ibadethane statüsü diye “yasama sorunu” bulunmadığıdır. Ayrıca, Alevilerin Özdağ’ın teveccühüne de ihtiyacı yoktur! Tersine, Özdağ’ın Alevi seçmenlerin teveccühüne ihtiyacı olduğu bir gerçektir!

 * * *

 2007 tarihli “Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye Kararı”, 2014 tarihli “Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı/Türkiye Davası”, 2014 tarihli “Mansur Yalçın ve Diğerleri/Türkiye Davası Kararı”, 2016 tarihli “İzzettin Doğan ve Diğerleri/Türkiye Davası Kararı”, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Alevi inancı nedeniyle sistematik haksızlığa ve ayrımcılığa uğrayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının açtığı ve kazandığı davalardır. Türkiye’nin 1954 yılında TBMM’de onayladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. Maddesi, bu sözleşme dayanağında oluşturulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının taraf devletler açısından kesin bağlayıcılığını içerir. Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı (CEM Vakfı) AİHM kararını ülke içinde Yargıtay’a da götürmüş ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından uygulanmasının zorunluluğunu da teyit ettirmiştir. Buna göre; hiçbir devletin hiçbir vatandaşının neye inanıp neye inanmayacağına müdahale edemeyeceğinden ve inançlarından dolayı farklı muamele yapamayacağından bahisle, cemevleri de Alevilerin ibadethanesi olarak, camiler, kiliseler ve sinagogların faydalandığı tüm uygulamalardan aynı şekilde ve kapsamda faydalanmalıdır! Yani; cemevlerinin ibadethane statüsü gibi bir sorun yoktur!  Cemevleri ibadethanedir ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tüm diğer ibadethanelerin faydalandığı avantajlardan aynı şekilde faydalanması zorunluluğu vardır!

* * *

AK Parti hükümetleri 7 yıldır Yargıtay onayı ile kesinleşmiş bu kararı uygulamaya sokmamakta direniyor! Kiliselere, sinagoglara tanınan haklar, cemevlerine tanınmıyor! Çünkü, milyarlık devasa bir bütçenin ve gayrımenkulün üzerinde oturan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı parselleyen tarikatlar Alevilerin her yurttaş gibi inançlarını eşit hukuk düzeni içerisinde yaşamalarını, kendi imtiyazları için tehlike olarak değerlendiriyorlar!

 * * *

Erdoğan’dan Kılıçdaroğlu’na, Bahçeli’den Akşener’e, Karamollaoğlu’dan Destici’ye, Davutoğlu’dan İnce’ye, Babacan’dan Sarıgül’e, Perinçek’ten Özdağ’a tüm siyasetçilerin neden Diyanet İşleri Başkanlığı konusunda aynı görüşü sahiplendiklerini ülkesinin geleceğinden kaygılı seçmen, ama özellikle de Alevi seçmen iyi değerlendirmelidir.

* * *

Türkiye’nin artık statükocu siyasetçiye ihtiyacı da, tahammülü de yoktur. Türkiye’nin, ülkeyi geleceğe taşıyacak devrimci siyasetçilere ihtiyacı vardır.

* * *

Son olarak şunu da ekleyelim: Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevileri kazanan bir siyasetçi, sadece ülke içinde değil, bütün Türk ve Müslüman coğrafyada yüz milyonlarca insanın kalbini kazanır. Azerbaycan’da, Özbekistan’da, Kırgızistan’da, Kazakistan’da ABD piyonları olarak ülkeleri karıştıran ve darbe girişimlerine katılarak ülkemiz hakkında olumsuz bir görüş oluşmasına neden olan sahte Türkçü ve Fetöcü unsurların yarattığı tahribatı ortadan kaldırır. Balkanlarda, Orta Doğu’da, Orta Asya’da yüz milyonlarca Hz. Ali ve Ehli Beyt sevgisi ile yaşayan Müslümanları kazanır. Seçim sizin:  Ele geçirdikleri statükoyu ve maddi imkanları kaybetmemek uğruna Türkiye içinde toplumsal sorunların çözülmesine direnen mezhepçiler mi? Yoksa, Türk ve İslam dünyasında yüz milyonlarca insanın kalbini kazanıp ülkemizi saygın bir lider yapmak mı?

 

 

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM