Su Uyur Düşman Uyumaz

GİRİŞ: 26.05.2020 13:59      GÜNCELLEME: 26.05.2020 13:59
Rasthaber -  Başlığımızdaki atasözü "uyarı" mahiyetinde bir cümledir. Fakat bu durumu şairimiz M.Akif Ersoy çok çarpıcı bir şekilde betimliyor: "Eğer ibret alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi." Uyarılardan veya yaşanmış acı tecrübelerden ibret alınmamış ki, düşmanlarımız karşısında hem psikolojik, hem fizikî mağlubiyetimiz devam etmektedir. Sevgili okuyucumuz, mağlubiyetten kastımız kutsal Filistin topraklarıdır. Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin toprakları işgal altında olduğu süre biz yaşadığımız coğrafyalarda esir değil miyiz zannediyoruz? Bakınız İslâm İnkîlabı Rehberi Seyyid Ali Hamaneî ne buyuruyor: "Filistin topraklarının her bir karış toprağı, Müslümanların evlerinden bir karış topraktır." Bir başka demecinde benzeri olan şu ifadeleri kullanıyor: "Filistin topraklarının işgal altında bulunması demek, her Müslümanın kendi evinin, kendi hanesinin bir parçasının işgal edilmesi demektir... İslâm dünyası Filistin meselesinden gaflet etmemelidir." Evet, Müslümanlar olarak, ümmet olararak gaflet etmemek için Rehberimiz'in söylediklerinin bilincinde olmamız gerekir. Bunun için de, "Su uyur, düşman uyumaz" kabilinden kullanılan bu atasözünden yola çıkarak düşmanlarımızın plânlarını ve yapıp ettiklerini çok iyi bilmemiz ve ümmet olarak ona göre tavır almamız gerekmektedir.
Bakınız düşman uyumuyor. Siyonist Yahudiler kurmayı tasarladıkları devletin plânını 50 yıl öncesinden yapmışlardı. Hatırlayınız, Siyonist şebeke 1897 tarihinde İsviçre'nin Basel kantonunda bir kongre gerçekleştirmişti. Theodor Herzl'in başkanlığında gerçekleştirilen bu kongrede Filistin topraklarında Yahudi devleti kurma kararı çıkmıştı. Bu amaçla Osmanlı Padişahı Abdülhamid ile de görüşmüşler fakat Saray'dan elleri boş dönmüşlerdi. Buna rağmen hedef ve ideallerinden vazgeçmeyip İngiltere'nin yolunu tutmuşlardı. İngiliz krallığının zaten öteden beri bölgeye yönelik plânları vardı. Artık Siyonistlerle kafa kafaya verip (labaratuvar hassasiyeti içerisinde) yeni yeni plânlar, yeni yeni algoritma ve yol haritaları oluşturmaya koyulmuşlardı.
Başta İngiltere olmak üzere Batılı Haçlı-emperyalist ülkeler Osmanlı'nın hasta hâlini fark ettiği an İslâm coğrafyalarına yedi koldan çullanıverdiler. Bakınız 1912 yılında Balkanlar'ın düşmesiyle birlikte eş zamanlı olarak İngiltere, Fransa ve İtalya Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyalarını istilaya koyuldular. Bu istilacılara karşı büyük savaşlar  verildi. Uzun süren mücadelelerden sonra Batılı müstevliler İslâm coğrafyalarından çekilirken yerlerine kendilerine piyonluk/hizmetçilik yapacak yöneticileri bırakmayı ihmâl etmediler. Öte yandan, Filistin topraklarından çekilirken çok daha kötü bir iş yaparak kanser tümörü Siyonistlere Filistin topraklarının % 56,47'sini bırakmayı ihmâl etmediler. (Filistinlilere ise kendi topraklarının % 43,53'ünü bırakmışlardı.)
Sykes-Picot anlaşmasını ve Balfour Deklarasyonu'nu hatırlayın! 16 Mayıs 1916 tarihinde Osmanlı topraklarını harita üzerinden cetvel çizimi ile parçalayıp küçük küçük uydu devletler ortaya çıkardılar.
İngiliz Mark Sykes ve Fransız Georges Picot kendi isimlerini koydukları "Sykes-Picot" anlaşmasının iki mimarıdırlar. Düşman uyumuyor ve adım adım hedeflerine yürüyor. Dün de böyleydi, bugün de böyle. Bakınız, Sykes-Picot -Picot   anlaşmasından bir yıl sonra yani 2 Kasım 1917 yılında İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour yine kendi ismini koyduğu "Balfour Deklarasyonu"nu yayınladı. Aslında bu deklarasyon Siyonistlerin temsilciliğini yapan Rothschild ailesine yazılmış teminat ve taahhüt mektubudur. Bu mektupta Filistin toprakları üzerinde Yahudilere devlet verme teminatı ve taahhüdü yer almaktadır: "Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Museviler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Musevi olmayan toplumların sivil/dini haklarına ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır." (Son cümleye bakar mısınız? Tamamen teskin etme taktiği. Yani, 'Sizin evinizi - barkınızı elinizden alacağız ama size de 'sivil/dinî' bir takım haklar vereceğiz!')
"Bu deklerasyonu Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım."
(Saygılarımla, Arthur James Balfour")
Düşünebiliyor musunuz, İngiltere adına dönemin dışişleri bakanı bu taahhütü veriyor ve 20 sene sonra verdikleri sözü yerine getiriyorlar. "Su uyur, düşman uyumaz."
Elbette şunu da itiraf etmiş olalım ki, o yıllarda başta İzzettin Kassam liderliğindeki direniş grubu olmak üzere bölgede faaliyette bulunan birçok cihatçı unsur Filistin'in tam bağımsızlığı için kıyasıya mücadele verdiler, kıyasıya savaştılar ancak bu yeterli olmadı. Çünkü bu grupların ellerinde donanımlı muharrib güç, ekipman ve yeterli silah yoktu. Kısacası ortada orantısız ve asimetrik bir savaş vardı. İngilizler bölgeden çekilirken eğittikleri ve her türlü silahla donattıkları Yahudi çeteleri profesyonel orduya dönüştürmüştü. Bölgeden Osmanlı askerinin de çekilmiş olması Siyonist çeteler için büyük bir fırsattı. 1917'den 1948 yılına kadar İngilizlerle birlikte katliam yaptılar. Hatta Çanakkale Harbi'nde bile Siyonist gönüllü çeteler tecrübe edinmek için İngiliz komutanların emrinde savaşmışlardı. Su uyuyor, düşman uyumuyor ve sürekli hazırlık yapıyordu.
14 Mayıs 1948 tarihine gelindiğinde İngilizler henüz askerî birliklerini çekmeden saat 16.00'da radyolardan bas bas bağırarak işgal devletini ilân ettiler. Bir gün sonrasında İngiliz birlikleri de bölgeyi terk edince hiç vakit kaybetmeden katliamlara giriştiler.
Bu kesintisiz saldırılar, bu kesintisiz katliam ve işgaller o gün bugündür devam etmektedir.
Son cümlemizdeki "kesintisiz" ifademizde bir düzeltme yapalım. Siyonistlerin çok farklı cephelerde saldırı ve şeytanî plânları kesintisiz devam ediyor fakat direniş cephesinin demir yumruğunu yiyince sersemleyip zillet içerisinde geri çekildiği yerler de oluyor. Lübnan ve Gazze saldırılarında her defasında geri püskürtülerek üst üste yemiş olduğu darbeler Siyonist eşkiya sürüsü için zillet değil de nedir? Fakat bizim bu satırlarda ifade etmek istediğimiz asıl mesele başlığımızda kullandığımız atasözünün biz İslâm ümmetine hatırlattıklarıdır. Düşman ABD'ye sırtını dayamış zayıf bulduğu noktalardan yoluna devam ediyor. Özellikle Batı Şeria'nın savunmasız olması Siyonist düşmana öyle cesaret veriyor ki, orada sürekli işgal ve talanlarına devam ediyorlar. Gasp ettikleri Batı Şeria topraklarında sürekli yeni yerleşim birimleri açıyorlar.
"Düşman uyumuyor" derken, "düşman sürekli bir şeyler yapıyor." demek istiyoruz. Ümmet olarak bizim sadece uyanık olmamız yeterli değil, uyanık olmamızın beraberinde getirdiği sorumluluklar var. Biz bunu sadece direniş cephesinden beklememeliyiz. Nasıl ki, Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin toprakları bizim namus-u ekberimiz ise başımızdaki yöneticiler için de aynı namus söz konusudur. Bu topraklarda yaşayan Müslümanlar olarak biz bu hassasiyeti ve dik duruşu sadece Merhum Erbakan Hocamız'dan görmüştük. D-8 projesi içerisindeki İslâm Savunma Paktı Kudüs Ordusu'nun eşdeğeri idi. Bakınız "düşman uyumuyor" dedik. Siyonist düşman sırf Erbakan Hocamız'ın projelerini akamete uğratmak için TSK içerisindeki piyonlarını kullanıp 28 Şubat post-modern darbesini yaptırmıştı. Ve bu darbeyi aleni bir şekilde yaptılar. Hatırlayınız, dönemin Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız ve Kültür Daire Başkanı Hüseyin Avni Yazıcı'nın organize ettiği "Kudüs Günü" etkinliğine tahammül edemediler ve tankları sokaklara indirdiler. Demek oluyor ki, mesele Kudüs olunca, mesele kutsal Filistin toprakları olunca Siyonistler ve yerli piyonları uyumuyor ve derhâl harekete geçiyor. Peki biz ümmet olarak başımızdaki yöneticilerle birlikte ne zaman kış uykusundan uyanacağız? Ne zaman harekete geçeceğiz? Biz ümmet olarak mesûl olduğumuz kadar, başımızdaki yöneticiler de mesûldür. Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerin Filistin meselesine ilgisizliği en hafifiyle bir gaflet, bir dalalet uykusudur.
Uyarılan insanların uyanması temennisiyle..

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM