Suriye Ve Bush-Baker Doktrini

GİRİŞ: 04.06.2025 08:12      GÜNCELLEME: 04.06.2025 08:12
Rasthaber -  Siyasette tekelci hükümranlık, başta ekonomi ve finans olmak üzere ülkenin tüm serveti üzerinde mutlak hegemonyayı musallat eder. 17 Nisan 1946’da Suriye milleti uzun yıllar süren siyasi ve silahlı kurtuluş mücadelesi sonucunda, tabii coğrafyası üzerinde egemenlik sağlamasa da, bugün bildiğimiz Suriye Arap Cumhuriyeti'ni kurdu. Takriben iki bin senesine kadar Suriye’nin en belirgin özelliği, hükümetlerin ve askeri cuntaların isimleri ve söylemleri hangi minvalde olursa olsun, 'orta direk' ekonomi merkezli bir sistemi inşa etmiş olmasıydı.

10 Temmuz 2000’de devlet başkanlığı koltuğuna oturtulan Beşar Esad iktidarı döneminde benimsenen özelleştirme, açık pazar, özellikle Katar, Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere, yabancı sermaye teşviki politikalarıyla ‘orta direk’ önce çatladı ardından en alttakiler sınıfının kalabalıklaşmasına sebep oldu.

Bu açılımlar sonucunda Beşar Esad Avrupa, ABD ve Arap sermayesi tarafından ‘Dimaşk-Şam Baharı'nın kahramanı olarak propaganda edildi. İki Esad iktidarı döneminde, 1991’den itibaren Sovyet Rusya’nın olmadığı, iki kutuplu dünya nizamının ABD ve AB lehine bozulduğu şartlarda, komşusu İsrail ile daimi bir çatışma içinde olan Suriye’nin “geçmişten farklı ve radikal kararlarla Suriye’nin içinde bulunduğu darboğazdan çıkıp ekonomik büyüme, refah ve huzuru Şam’a getirebileceğine” itikadı güçlüydü. Aksi takdirde “Suriye’nin soyutlanması, düşmanlaştırılması ve ağır bir bedel ödemesi kaçınılmaz olacaktı” inancı hâkimdi. Bu tespit Suriye’nin içinde bulunduğu gerçeklikle bağdaşmaktaydı.

ABD-İSRAİL DENKLEMİ VE SURİYE'NİN AÇMAZI

Ama ve lakin Suriye egemenliğini nasıl koruyacak, Moskova, Tahran, Pekin, Havana, genelde Arap Birliği'ni özelde “anti-sömürgeci, devrimci” Cezayir, Tunus, Mısır gibi ülkelerle geleneksel iyi ilişkilerini nasıl muhafaza edecek ve “merkezi mesele” olarak gördüğü Filistin, Golan, Lübnan konularında ne kadar taviz verebilecekti? “ABD ve İsrail ile düşman olmak tehlikelidir ancak onlarla dost olmak ölümcüldür” inancına ne olacaktı? ABD, Avrupa ve İsrail’in hâkimiyet kurduğu dünya ticareti, sermayesi ve talepleriyle nasıl baş edecekti.

Baba Bush-Baker (1989-1993) dönemlerinde ABD’nin Suriye dış siyaseti BM kararları ve “toprağa mukabil barış” prensibi üzerinden Suriye-İsrail sorunlarının çözümüne yani çatışmasızlık prensibine odaklıydı.

İsrail’de de bu prensibi kabul eden taraftar az değildi. Ancak toprak almaya, yeni toprakları işgal etmeye, dışarıdan getireceği yeni Yahudi nüfusuyla çoğalmaya endeksli büyümeyi stratejik hedef olarak benimsemiş İsrail’in askeri, ekonomik, finans makinesinin sahipleri Bush-Baker kararı karşısında şaşkın ve öfkeliydi. Ama ve lakin 1991’de buhran yaşayan Sovyet Rusya’dan İsrail’e taşınmak istenen bir milyon Rusya Yahudi’sinin nakli ve Filistin’e yerleştirilmesi için İsrail’in ihtiyacı olan 10 milyar dolar ABD hibesi, İsrail’in ABD’nin koruyucu ve besleyici eline bağımlı olması, Tel Aviv’in “toprağa karşılık barış” formülünü kabul etmesinde etkin bir rol oynadı.

YENİ DÜZEN VAADİ

Hafız Esad, 1991’de Irak lideri Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesi sonucunda Arap Birliği ve BM kararlarına uygun, Irak ordusunun çıkartılması için ABD ve asker gönderen ülkelere 60 milyar dolar ödeme yapan Suudi finans desteğini alabilmek uğruna ve ABD koalisyonu ile dayanışma çerçevesinde Irak’a karşı, savaşa fiilen katılmamış olsa da, asker gönderdi. Baba Bush ve Dışişleri Bakanı James Baker, Hafız Esad’ın bu kararını takdir etmiş ve Irak savaşından sonra “toprağa karşılık barış” ilkesine istinaden özelde Suriye-İsrail, genelde tüm bölgemize ‘Bush-Baker Doktrini’ çerçevesinde yeni bir düzen tesis edeceğini vadetmişti.

30 Ekim 1991’de İspanya hükûmetinin ev sahipliğini üstlendiği, ABD ve SSCB (ABD yanlısı Gorbaçov iktidarı) tarafından desteklenen Madrid Konferansı, BM Güvenlik Konseyinin 242 nolu kararına istinaden, “İsrail işgal ettiği topraklarından çekilecek, asli sahipleri Suriye, Filistin ve Lübnan’a iade edecek buna mukabil bu ülkeler İsrail ile savaş halini kaldıracak ve İsrail ile barış yapacak” temel ilkesini hayata geçirmek amacıyla başladı.

Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, ABD Başkanı Bush’un öncülüğünde yapılan toplantıya şahsen katılmazken, İsrail Başbakanı İzak Şamir toplantıda hazır bulundu. 1949 (Malta Arap-İsrail) görüşmelerinden sonra Suriye, İsrail, Filistin, Lübnan ve Ürdün ilk kez yüz yüze görüşmelerin olduğu uluslararası bir konferansta bir araya geldi. İlk gün görüşmeleri çok gergin ve karşılıklı suçlamalarla geçti. Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara, Şamir’in aranan bir terörist olduğunu ve bizzat katıldığı bombalı eylemlerle sadece Arapları değil, İngiliz askerlerini de öldürdüğünü fotoğraf ve belgelerle paylaştı. ABD ve Rusya’nın devreye girmesiyle konferans devam etti.

OSLO'DA KURULAN MASA

İsrail, BM kararına uyacağını taahhüt etti. ABD, 10 milyar doları, Rusya ise 1 milyon Yahudi vatandaşını İsrail’e verdi. 1993’e kadar süren dolaylı, dolaysız görüşmeler İsrail’in ayak diretmesi ve zaten zoraki konferansa katılmak zorunda kalan, kendini aşağılanmış hisseden Tel Aviv’in işgal ettiği toprakları bırakmaya niyetli olmaması sebebiyle konferans başladığı gibi bitti. İsrail, ABD tarafına Filistin ve Ürdün meselelerini Suriye ve Lübnan’ı dâhil etmeden ikili ilişkilerle çözmek niyetinde olduğunu telkin etti. Filistin Lideri Yaser Arafat 13 Eylül 1993’te, ABD yeni Başkanı Bill Clinton (1993-2001), Suudi-Katar sermayesi ve Ürdün Kralı Hüseyin’in telkinleriyle, Suriye ve Lübnan’ı dâhil etmeden, gizlice İsrail tarafıyla Oslo, Norveç’te masaya oturdu.

BM kararlarına ve “İki devleti çözüm” ilkesine dayalı görüşmeler önce inkâr edildi ardından ayyuka çıktı. Dünya medyası barış ve Filistin meselesinin çözüldüğünü müjdeledi. Oslo’da, Clinton’un katılımıyla Washington D.C.’de, Taba’da (Mısır) imzalar atıldı. Ama İsrail bahanelerle veya “faali meçhul terör eylemlerini” gerekçe göstererek anlaşmalara uymadı. Arafat, Suriye ve Lübnan’dan özür diledi. 10 Haziran 2000’de, yıllar sonra girmesi yasak olan Şam’a geldi. Hafız Esad’ın cenaze törenine katıldı. 11 Kasım 2004’te Filistin devletini göremeden, İsrail’in daha geniş toprakları işgal ettiğini görerek öldü veya öldürüldü.

TARİHİN YANKISI

Tarih, ibret alınmazsa, dersler çıkarılmazsa, aynı hatalar tekrarlanırsa veya hatalara sebep olan politikalarda ısrarcı olunursa ve onlar alamadı ama biz sinekten bal alabiliriz itikadında olunursa veyahut gaflet, dalalet ve hıyanet içinde olurlarsa benzer facialar ve sonuçlar kaçınılmaz olur. Aktörleri ve söylemleri farklı benzer bir süreci, “Suriye ve bölgemizde yaşamak üzereyiz. Bu meseleyi bir sonraki yazımızda “Trump-Barak Doktrini” başlığı altında irdeleyeceğiz.

Mehmet Yuva

YORUMLAR

REKLAM