10 Temmuz 2000’de devlet başkanlığı koltuğuna oturtulan
Beşar Esad iktidarı döneminde benimsenen özelleştirme, açık pazar, özellikle
Katar, Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere, yabancı sermaye
teşviki politikalarıyla ‘orta direk’ önce çatladı ardından en alttakiler
sınıfının kalabalıklaşmasına sebep oldu.
Bu açılımlar sonucunda Beşar Esad Avrupa, ABD ve Arap
sermayesi tarafından ‘Dimaşk-Şam Baharı'nın kahramanı olarak propaganda edildi.
İki Esad iktidarı döneminde, 1991’den itibaren Sovyet Rusya’nın olmadığı, iki
kutuplu dünya nizamının ABD ve AB lehine bozulduğu şartlarda, komşusu İsrail
ile daimi bir çatışma içinde olan Suriye’nin “geçmişten farklı ve radikal
kararlarla Suriye’nin içinde bulunduğu darboğazdan çıkıp ekonomik büyüme, refah
ve huzuru Şam’a getirebileceğine” itikadı güçlüydü. Aksi takdirde “Suriye’nin
soyutlanması, düşmanlaştırılması ve ağır bir bedel ödemesi kaçınılmaz olacaktı”
inancı hâkimdi. Bu tespit Suriye’nin içinde bulunduğu gerçeklikle
bağdaşmaktaydı.
ABD-İSRAİL DENKLEMİ VE SURİYE'NİN AÇMAZI
Ama ve lakin Suriye egemenliğini nasıl koruyacak, Moskova,
Tahran, Pekin, Havana, genelde Arap Birliği'ni özelde “anti-sömürgeci,
devrimci” Cezayir, Tunus, Mısır gibi ülkelerle geleneksel iyi ilişkilerini
nasıl muhafaza edecek ve “merkezi mesele” olarak gördüğü Filistin, Golan,
Lübnan konularında ne kadar taviz verebilecekti? “ABD ve İsrail ile düşman
olmak tehlikelidir ancak onlarla dost olmak ölümcüldür” inancına ne olacaktı?
ABD, Avrupa ve İsrail’in hâkimiyet kurduğu dünya ticareti, sermayesi ve
talepleriyle nasıl baş edecekti.
Baba Bush-Baker (1989-1993) dönemlerinde ABD’nin Suriye dış
siyaseti BM kararları ve “toprağa mukabil barış” prensibi üzerinden
Suriye-İsrail sorunlarının çözümüne yani çatışmasızlık prensibine odaklıydı.
İsrail’de de bu prensibi kabul eden taraftar az değildi.
Ancak toprak almaya, yeni toprakları işgal etmeye, dışarıdan getireceği yeni
Yahudi nüfusuyla çoğalmaya endeksli büyümeyi stratejik hedef olarak benimsemiş
İsrail’in askeri, ekonomik, finans makinesinin sahipleri Bush-Baker kararı
karşısında şaşkın ve öfkeliydi. Ama ve lakin 1991’de buhran yaşayan Sovyet
Rusya’dan İsrail’e taşınmak istenen bir milyon Rusya Yahudi’sinin nakli ve
Filistin’e yerleştirilmesi için İsrail’in ihtiyacı olan 10 milyar dolar ABD
hibesi, İsrail’in ABD’nin koruyucu ve besleyici eline bağımlı olması, Tel
Aviv’in “toprağa karşılık barış” formülünü kabul etmesinde etkin bir rol
oynadı.
YENİ DÜZEN VAADİ
Hafız Esad, 1991’de Irak lideri Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i
işgal etmesi sonucunda Arap Birliği ve BM kararlarına uygun, Irak ordusunun
çıkartılması için ABD ve asker gönderen ülkelere 60 milyar dolar ödeme yapan
Suudi finans desteğini alabilmek uğruna ve ABD koalisyonu ile dayanışma
çerçevesinde Irak’a karşı, savaşa fiilen katılmamış olsa da, asker gönderdi.
Baba Bush ve Dışişleri Bakanı James Baker, Hafız Esad’ın bu kararını takdir
etmiş ve Irak savaşından sonra “toprağa karşılık barış” ilkesine istinaden
özelde Suriye-İsrail, genelde tüm bölgemize ‘Bush-Baker Doktrini’ çerçevesinde yeni
bir düzen tesis edeceğini vadetmişti.
30 Ekim 1991’de İspanya hükûmetinin ev sahipliğini
üstlendiği, ABD ve SSCB (ABD yanlısı Gorbaçov iktidarı) tarafından desteklenen
Madrid Konferansı, BM Güvenlik Konseyinin 242 nolu kararına istinaden, “İsrail
işgal ettiği topraklarından çekilecek, asli sahipleri Suriye, Filistin ve
Lübnan’a iade edecek buna mukabil bu ülkeler İsrail ile savaş halini kaldıracak
ve İsrail ile barış yapacak” temel ilkesini hayata geçirmek amacıyla başladı.
Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, ABD Başkanı Bush’un
öncülüğünde yapılan toplantıya şahsen katılmazken, İsrail Başbakanı İzak Şamir
toplantıda hazır bulundu. 1949 (Malta Arap-İsrail) görüşmelerinden sonra
Suriye, İsrail, Filistin, Lübnan ve Ürdün ilk kez yüz yüze görüşmelerin olduğu
uluslararası bir konferansta bir araya geldi. İlk gün görüşmeleri çok gergin ve
karşılıklı suçlamalarla geçti. Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara, Şamir’in
aranan bir terörist olduğunu ve bizzat katıldığı bombalı eylemlerle sadece
Arapları değil, İngiliz askerlerini de öldürdüğünü fotoğraf ve belgelerle
paylaştı. ABD ve Rusya’nın devreye girmesiyle konferans devam etti.
OSLO'DA KURULAN MASA
İsrail, BM kararına uyacağını taahhüt etti. ABD, 10 milyar
doları, Rusya ise 1 milyon Yahudi vatandaşını İsrail’e verdi. 1993’e kadar
süren dolaylı, dolaysız görüşmeler İsrail’in ayak diretmesi ve zaten zoraki
konferansa katılmak zorunda kalan, kendini aşağılanmış hisseden Tel Aviv’in
işgal ettiği toprakları bırakmaya niyetli olmaması sebebiyle konferans
başladığı gibi bitti. İsrail, ABD tarafına Filistin ve Ürdün meselelerini
Suriye ve Lübnan’ı dâhil etmeden ikili ilişkilerle çözmek niyetinde olduğunu
telkin etti. Filistin Lideri Yaser Arafat 13 Eylül 1993’te, ABD yeni Başkanı
Bill Clinton (1993-2001), Suudi-Katar sermayesi ve Ürdün Kralı Hüseyin’in
telkinleriyle, Suriye ve Lübnan’ı dâhil etmeden, gizlice İsrail tarafıyla Oslo,
Norveç’te masaya oturdu.
BM kararlarına ve “İki devleti çözüm” ilkesine dayalı
görüşmeler önce inkâr edildi ardından ayyuka çıktı. Dünya medyası barış ve
Filistin meselesinin çözüldüğünü müjdeledi. Oslo’da, Clinton’un katılımıyla
Washington D.C.’de, Taba’da (Mısır) imzalar atıldı. Ama İsrail bahanelerle veya
“faali meçhul terör eylemlerini” gerekçe göstererek anlaşmalara uymadı. Arafat,
Suriye ve Lübnan’dan özür diledi. 10 Haziran 2000’de, yıllar sonra girmesi
yasak olan Şam’a geldi. Hafız Esad’ın cenaze törenine katıldı. 11 Kasım 2004’te
Filistin devletini göremeden, İsrail’in daha geniş toprakları işgal ettiğini
görerek öldü veya öldürüldü.
TARİHİN YANKISI
Tarih, ibret alınmazsa, dersler çıkarılmazsa, aynı hatalar tekrarlanırsa veya hatalara sebep olan politikalarda ısrarcı olunursa ve onlar alamadı ama biz sinekten bal alabiliriz itikadında olunursa veyahut gaflet, dalalet ve hıyanet içinde olurlarsa benzer facialar ve sonuçlar kaçınılmaz olur. Aktörleri ve söylemleri farklı benzer bir süreci, “Suriye ve bölgemizde yaşamak üzereyiz. Bu meseleyi bir sonraki yazımızda “Trump-Barak Doktrini” başlığı altında irdeleyeceğiz.
Mehmet Yuva