İşgalle birlikte Afganistan halkı değişik etnik kökenli
kavimlerden müteşekkil savaşçı gruplarla Sovyet işgal güçlerine karşı mukavemet
ve direniş süreci başlatmış oldu.
Afganistan'ın demografik yapısı Peştun, Tacik, Hazara,
Özbek, Türkmen, Beluç, Peşei, Nuristani, Aymak, Arap, Kırgız, Kızılbaş, Göçer
ve Brohi gibi etnik kökenli halklardan oluşmaktadır.
Bu gruplar kendi bulundukları bölgelerde zor koşullarda
amansız bir gerilla savaşı vererek 15 Şubat 1989 yılında Sovyet işgalcilerini
bi iznillah ülkelerinden kovmayı başarmış oldular. Ancak iş hükümeti kurmaya
gelince nifak ve ihtilaflar devreye girdi ve bir türlü istikrarlı bir hükümet
kuramadılar. Kısacası etnosantrik duyguların devreye girmesiyle, her etnik grup
kendi kavminin Afganistan'a egemen olmasını istediğinden dolayı bu sefer ülke
iç çatışmalara sahne olmaya başladı. 1996 yılına kadar bu iç savaş nice kardeş
kanı dökülerek devam etti. İç çatışmalar esnasında Pakistan'da eğitim gören
Afganlı göçmen gençler Taliban (Öğrenciler) hareketini oluşturdular. İlginç
olan bu örgütü eğiten ve donatan ABD, finans eden ise Suudi Arabistan'dan başkası
değildi. Zaten diğer gruplar Sovyetlere karşı savaşırken yine o örgütlere de
ABD ve Suud rejimi yardım ediyordu...
ABD ve Suud rejiminin eğitip donattığı ve finans ettiği
Taliban, 3 Kasım 1994 yılında Kandahar kentini ele geçirdi ve iki yıl
içerisinde hemen hemen bütün Afganistan'ı kontrol altına almış oldu.
"İslâm Emirliği" adı altında Taliban yönetimi Afganistan için yeni
bir dönemdi. 1996 yılından 2001 ABD işgaline kadar Taliban din adına, şeriat
adına bin küsur yıllık fıkıh kurallarıyla uyguladığı baskıcı ve şiddet içerikli
politikalarından dolayı dünya kamuoyu ve İslâm âlemi nezdinde kötü bir imaja
sahip oldu. Gelişmeler tam da ABD'nin istediği gibiydi. ABD bir zamanlar
Kızılderili klanlara yaptığını şimdi İslâm coğrafyalarında etnik ve mezhebi farklılıkları
kaşıyarak yapıyor. Birbirlerine hasım olan her iki tarafa silah veriyor, eğitip
donatıyor ve birbirine kırdırıp sonra da işgale girişiyor. ABD bu şeytanî
emelleriyle birlikte ayrıca insanlar birbirlerinin kanını döksün diye dünyanın
190 ülkesine silah satıyor...
Merhum Humeynî boşuna, "Büyük şeytan Amerika"
dememiş...
Bu süreçte Taliban hükümetini Pakistan, Türkmenistan, Suudi
Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tanımıştı. Taliban'ın Vehabî
zihniyetinde olması hasebiyle BAE ve Suudi Arabistan tarafından tanınıp
desteklenmesi doğaldır. Pakistan ve Türkmenistan ise komşu oldukları için
tanıdıkları kanaatindeyiz. Peki diğer bir komşusu olan İran Taliban hükümetini
neden tanımadı? Üstelik o da bir İslâm devleti.
Hayır efendim, arada dağlar kadar fark var. Zira tarihe de
baktığımızda İslâm şeriatı ile yönetildiği iddia edilen nice devletler vardı ki
bunlar monarşi yönetim anlayışına dayalı baskıcı/saltanat rejimleriydi.
Emevîler ve Abbasîler buna en somut örnek. Bugün Suudi Arabistan da İslâm
şeriatı ile yönetildiği iddia edilmektedir. Oysa Suudi Arabistan İslâm'a en
büyük ihaneti eden bir rejimdir. Suudi Arabistan aynı zamanda büyük şeytan
ABD'nin piyonu ve Siyonist çetenin güdümünde olan bir rejimdir. Bakınız, Suud
Arabistan rejimi ABD ve Siyonist İsrail'in buyruğu ile 7 seneden beri mazlum
Yemen halkını bombalamaktadır. Suud aşireti İngiliz ajanı Lawrence ile
işbirliği yapıp Osmanlı'yı arkadan hançerleyerek bu rejimi kurdular. Şunu
bilmiş olalım ki, bu rejim asla İslâmî bir yönetim anlayışına sahip değildir.
Suud rejiminin İslâm'la hiçbir alâkası yoktur. Bir gariban çaresizlikten
hırsızlık yapınca şeriat adına elini kesiyorlar. Oysa en büyük hırsız
kendileri. O petrol gelirlerinde tüyü bitmemiş yetimin hakkı var.
Konuyu dağıtmadan sadede gelecek olursak. Taliban ilk dönem
iktidarında son derece totaliter bir yöntemle halkına despotik baskılar
uyguladı. Ülke yönetimini ele geçirene kadar muhalif gördüğü grupları zapturapt
altına almak ve tasfiye etmek adına katliamlar yaptı. Kısacası Taliban en
acımasız yöntemlerle karşısındaki gruplarla savaştı. Yine aynı şekilde ele
geçirdikleri şehirlerde sivil halka yönelik son derece baskı politikaları
uygulayıp keyfi infazlarda bulundular. Özellikle Mezar-ı Şerif halkı Şiî olması
hasebiyle burada mezhep taassubu ile insanlara zulmedildi, infazlar yapıldı.
Ayrıca İran İslâm Cumhuriyeti konsolosluğuna baskın yaparak 12 diplomatı
kurşuna dizdiler. Oysa, "Elçiye zevâl olmaz " diye bir darb-ı mesel
var ve bu kural bütün dünyada geçerlidir. Yani dünyanın her yerinde elçilerin
dokunulmazlıkları vardır. Ama bu vahşi katil sürüsü bu kurala da riayet etmedi.
Böylesine hak-hukuk tanımayan/şiddete teşne kadrodan adil bir yönetim tesis
etmesi elbette beklenemezdi.
Nitekim 1996 yılından 2001 yılına kadar, yani beş yıllık
iktidarları dönemimde sadece kadınlara değil bütün Afganistan halkına (sosyal
hayatın her alanında) zulmettiler.
İşin en kötü tarafı ise bu zulüm ve baskı politikalarını din
adına, İslâm adına yapıyorlardı. Onların bu çağdışı, bu insanlık dışı
uygulamalarından dolayı yüce dinimiz İslâm da zarar görmüştü. Batılılar ve
içimizdeki seküler cenah, "eğer İslâm buysa bizden uzak olsun"
diyorlardı.
Büyük şeytan ABD'nin tam istediği bir manzara ortaya
çıkmıştı. ABD bu durum için fırsat kolluyordu. 11 Eylül saldırısını bahane
ederek Afganistan'ı işgal etti. Oysa daha sonraları yapılan derin ve kapsamlı
araştırmalarla 11 Eylül saldırısını bizzat ABD'nin organize ettiği ortaya
çıktı. (Binaların iç yapısındaki çelik konstrüksiyonun "aspes" zehiri
salgıladığı için belediye iskân ruhsatını iptal etmek isteyince ikiz kulelerin
sahibi firma elini çabuk tutup (bu gelişmeyi gizli tutarak) gidip İsviçre'de 6
milyar dolara bu iki gökdeleni sigorta yaptırıyor. Ayrıca ikiz kulelerin
mahsenindeki altın deposu saldırıdan kısa süre önce boşaltılıp daha güvenli bir
yere naklediliyor. Uçakların yapacakları kamikazi ile kulelerin yıkılamayacağı
bilindiği için olaydan bir hafta önce binaların elektriği kesiliyor ve
plânlanan katlara zaman ayarlı dinamitler/patlayıcılar yerleştiriliyor. Dahası,
11 Eylül Yahudiler için kutsal bir gün olduğu için bir tek Yahudi o gün işbaşı
yapmıyor. Aslında büyük resimdeki pazıla bakıp bütün bileşenleri göz önüne
getirdiğimizde bu organizasyonu ABD siyasetinde etkin olan hangi derin
mihrakların yapmış olduğu ayan beyan anlaşılmaktadır.)
ABD dünyanın gözünün içine baka baka uydurduğu bu yalan ve
bir o kadar da absürt olan iddiasıyla Afganistan'ı, iki yıl sonrasında ise
Irak'ı da işgal etti. Sömürgeci ABD kendi tarihi sürecinde değişik yöntemlerle
göz diktiği ülkeye bir şekilde çöküyor. İslâm coğrafyasında çökemediği tek ülke
İran.. Bunun övüncü tüm İran halkına ait...
İfade ettiğimiz gibi büyük şeytan ABD ikiz kuleleri bahane
ederek Afganistan'ı işgal etti. İşgalle gelen zulüm ve baskı politikaları tam
20 yıl sürdü. Usame bin Ladin'i bahane ederek Afganistan halkının üzerinde tam
bir terör havası estirdi. ABD, uzun yıllar sürdürdüğü sürek avı sonucu, 2 Mayıs
2011 günü Pakistan'ın Abbottabad şehrinde El-Kaide lideri Usame bin Ladin'in
kaldığı eve operasyon düzenlediğini ve El-Kaide lideri Usame bin Ladin'i
öldürdüğünü ilân etti. Sonra Umman Denizi'ne bir cesedin atılması sahnesini
dünya medyasına servis etti. Bu olay bir muamma olarak tarihe geçmiş oldu. ABD,
sözüm ona hedefine ulaşmıştı ancak işgalini ve zulümlerini on yıl daha
sürdürdü. ABD'nin Afganistan'dan çıkmaya niyeti yoktu ancak tarihinde en uzun
işgaline rağmen Taliban'dan ve dolayısıyla perde arkasındaki Kudüs Gücü'nün
sağladığı destekten dolayı yediği darbelerle Afganistan'ı zillet içerisinde
terk etmek zorunda kaldı.
Şimdi Taliban "İslâm Emirliği" adını verdiği
rejimini kurmanın uğraş ve çabasında. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki,
Taliban 1996 yılında iktidara geldikten sonra yaptığı uygulamalarına
baktığımızda sicilinin bozuk olduğu görülecektir. Şimdi umut ediyoruz ki,
Taliban geçmişten ders alarak taahhüt ettiği prensiplere riayet eder. Aksi
takdirde geçmişinde yapmış olduğu hataları tekrar edecek olursa kaba tabirle
kendi ayağına sıkmış olacak. Taliban eline geçirdiği bu fırsatı iyi
değerlendirmeli. Aksi takdirde yeni sıkıntılar, yeni çatışmalar, hatta yeni
işgaller devreye girer ve olan Afgan halkına olur. Açıkçası Taliban'ı çok yönlü
zorlu bir sınav bekliyor. 42 yıldan beri savaş ve iç savaş yaşayan Afganistan
büyük bir yıkıma maruz kaldı. Bu ara sadece Taliban'a değil Müslüman ülkelere
de büyük ödevler düşmektedir. Anlıyoruz, Taliban'ın bozuk sicilinden dolayı
Müslüman ülkeler tanıyıp tanımama hususunda mütereddit. Fakat mesele Taliban'ı
tanıyıp tanımama olmamalı, teyakkuz hâlinde olunsun ancak bu perişan yurdun
kalkınması için bir şekilde dayanışmaya girilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Belki bu vesile ile Taliban kendisine çeki düzen verir ve geçmişteki hatalarını
bu ikinci döneminde tekrarlamaz. Umut ve temennimiz bu yönde...