Acaba
bizler bugün hangi saftayız, hangi taifedeniz, hangi ordunun mensubuyuz? Hak
batıl savaşında çağının Talut’unu dinlemeyen, onunla birlikte olmayan,
olamayan, zavallı bir ümmetin evlatları mıyız? Her şeyi talan edilmiş,
değerleri ayaklar altında ezilen bir millet/ümmet/’in, düşmanlarına karşı
savaşma gücü de olamaz!
Burada
bakara suresinden konu ile ilintili olan ayetleri sadece aktarmakla
yetineceğim. Zira bütün zamanlara hitap eden bu ilahi mesajları okuyan, vicdanı
hür, kalbini, kulağını ve gözlerini yitirmemiş hiçbir bireyin, anlamayacağı
türden ayetler olmadığı apaçıktır.
Sadece
zor zamanlardan geçerken, yeniden bilinç kuşanmak, yeniden saflarımızı dizayn
etmek, yeniden tarihin beyaz sayfasına not düşmek adına, ilahi kaynağımızdan
ilham alarak, okuyup ‘‘tedebbür ve
tefekkür’’ için hatırlatma babında…
246- Mûsâ’dan sonra İsrail oğullarının
ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda
savaşalım” demişlerdi. O, “Ya
üzerinize savaş farz kılındığı halde, savaşmayacak olursanız?” demişti.
Onlar, “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde
Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz
kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah zalimleri hakkıyla
bilendir.
247- Peygamberleri onlara, “Allah size Talut’u hükümdar olarak gönderdi” dedi.
Onlar, “O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha
lâyığız. Ona zenginlik de verilmemiştir” dediler. Peygamberleri şöyle dedi:
“Şüphesiz Allah onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü
artırdı.” Allah mülkünü dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla
bilendir.
248- Peygamberleri onlara şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alameti size o
sandığın gelmesidir. Onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Mûsâ
ailesinin, Harun ailesinin geriye bıraktığından kalıntılar vardır. Onu melekler
taşımaktadır. Eğer inanmış kimselerseniz bunda şüphesiz, sizin için kesin bir
delil vardır.”
249- Tâlût ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah sizi bir ırmakla imtihan
edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir.
Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi
ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride
kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.”
dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu
cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük
topluluklar vardır. Allah sabredenlerle beraberdir”.
250- (Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle
dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu
kâfir kavme karşı bize yardım et.”
251- Derken, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût’u
öldürdü. Allah ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini
öğretti. Eğer Allah’ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı,
yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir"
2/246-251
Acaba
bizler, İslam’ın izzet ve şerefle onurlandırdığı, Müminlerin nihai merciiyetine
gözlerimizi yumarak, ona karşı kulaklarımızı tıkayarak, vatanımızı bir ahtapot
gibi işgal etmiş Amerika ve NATO üslerine karşı direnebileceğimizi mi sanıyoruz?
Kültür
olarak, en mahrem alanlarımıza hâkim olmuş batının emperyalizmine, minik
bebelerin bile daha ‘A’ demeyi söyleyemeden, süt kokan ağzına yerleştirilen,
söylemeye dillerin varamadığı kavramlarla beyinleri iğfal eden eğitimine karşı
duruşumuzu, belirleyeceğimizin nasıllığını başarabileceğimizi mi sanıyoruz?
Ümmetin,
Âlim ve aydın evlatları! ‘‘Allah’a,
Resul’e ve kutsal liderliğe tabi’’ olmadan, başka yerlerde izzet ve şeref
arayarak zaferin sırrına erebileceğini mi sanıyor? "Hâlbuki izzet ancak Allah’ın, resulünün ve müminlerindir. Fakat
münafıklar bunu bilmezler" -63/8
Acaba İslam ve büyük insaniyet ailesinin düşmanlarına hizmeti, kendimiz için
iftihar sayıp, mevki ve makam düşkünü şahsiyetlere tabii olmayı, İlahi
gereklilik kabul eden Ümmetin evlatları olmayı kabullenebilir miyiz?
Bizler,
Talut’un safında olup, ilahi ikaza rağmen önündeki akıp giden nehirden içenler
gibi elimizden bir gün çıkıp gidecek olan dünya ve dünyalık uğruna, günümüz
dünyasındaki Talut’u yalnız bırakanlardan değiliz ve olamayız da!
Alsa
böyle bir şey düşünülemez!
Nasıl
ki dün, Talut’un safında kalan birkaç yüz kişilik ordu, destani bir zaferle
binyıllar zamanı yarıp kendilerini bu güne ulaştırdılarsa!
Nasıl
ki, Kerbela’nın bir avuç serbederan erleri, Huseyn’in yanında, on binler
ordusuna karşı durarak, zaman kavramının son anına dek ölümsüz bir destan
yazdılarsa, bizler de kendi zamanımızın sorumluğunu üstlenmiş, seçkin bir
mektebin evlatları olarak, aynı duruşta olduğumuzu, ne ABD ve ne de Siyonistler
ve nede onların içimizdeki yerli işbirlikçilerinin şüphesi olmasın!
Çünkü
bizler!
Dün
Bedirde, Sıfinde, Nehrevan’da, Kerbela’da olsaydık, hangi safta olacağımızı
biliyorsak, bugünde hangi safta olduğumuzu bilen Aziz bir Ümmetin evlatlarıyız.
Ümmet-i Vahdet, Mektebi Ehl-i Beyt, Ali Şiiliği, Velayet-i Fakih gibi tüm
zamanlara hitap eden, tarihinin başlangıcında Huseyni ve önünde Mehdeviyet’i
olan, yozlaşma kabul etmeyen, Muhammedi öğretilerin cem olduğu bir dinden
besleniyoruz!
Bizler! Uzun mu uzun, yorucu, ezici bir tarihi
olan. Milyon milyon canlar kurban vererek, kan ve gözyaşı sermayesini her asrın
bütün zamanlarına akıtarak bugünlere ulaştırmış ilahi bir mektebin varisiyiz.
Bizler!
Muhammedimizi ve onun evlatlarını kendine kurban alan bir dinin mensuplarıyız!
Bizler!
Şehidi evvelin, Şehidi sani’nin, Şeyh Saduk’un, Molla sadranın, Musa Sadr’ın,
Beheşti’nin, İmam Humeyni(R.a)’in ve bilinen bilinmeyen nicelerin, İlim, irfan
toplamak için bedeller ödeyen, Rabbani Âlimlerin mirasına konmuş bir Mektebin
Müntesipleriyiz.
Bizler!
Abbas Musavi, Çamran, Muğniye, Ebu Mehdi ve Hacı Kasım’ın açtığı yolun
erleriyiz.
Bizler! İngiliz Şialığı, Arap Şialığı,
Azerbaycan Şialığı, Kürdistan Şialığı, Türkistan Şialığı, olmadı yeni bir
hurafe/uyduruk (Avrasya Şialığı) Şia’lık üretecek kadar ebleh olmayan, asil bir
mektebin evlatlarıyız!
Tarihin
her döneminde Muhammed(s.a.a) ve evlatları(a.s) adına huruç eden fikri akımlar
olmuştur. Ancak aynı tarih, bize bu akımların isimlerini kendi sayfasına
yazarak, tarihin tozlu raflarına kaldırdığını da yazmıştır!
Bu
yollardan geçip, bize kadar gelen bu Mektebin, nihayet ‘‘Velayet-i Fakih çatısı’’ altında rüştünü ispatlayıp, olgunluk
sürecini yerelden evrensele dönüştürmüş, Muhammedi İslam’ın, zafer nidalarının
yayılacağı zaman arifesindeyiz!
Yeniden
nefis muhasebemizi yapmamızı, kendimizi Kur-an ve Kur'an sahipleri(Masum
imamlar s.a)’in mektebine göre eğitmemizi, fazlalıklarımızı atıp, eksiklerimizi
Kur-an'i değerlerle donanmış ‘‘Velayet
Mektebi’’nin öncülüğünde, kendimizi tanıyıp tabi olmamızı beraberinde
getiriyoruz.
Binyıllar boyunca süregelen bağnazlık, taassup, taşlaştırma, cehalet, yanlış
gelenek ve törelerden kurtulup, ''kavmiyet,
mezhebiyet ve asabiyet'' duygularından uzak, yeniden kendimizi, kendi
değerlerimizle donatmak gibi zorunlu bir bilincimiz var.
İslami halkların yaşadıkları ülkelerin politikacıları, öncüleri, âlim ve aydınları, ümmet içinde ve ''Ümmetin kutsal öncüsü'' nün önderliğinde çözmesi gereken sorunlarını AB-ABD-BM gibi kendi değerlerine tamamen uzak ve '' Öz İslam düşmanları'' olan kurum ve ülkelerin öncülerinin mahiyetinde sorunlarına çözüm arayışı zillet değil de nedir?
Gayet tabiidir ki bu tür şahsiyetlerin mahiyetindeki halklar da bu zilletten
gayri ihtiyar-i nasibini almak zorunda kalacaklardır! Ve bunun ispatı bugün
itibariyle Afganistan, Filistin, Türkiye, Irak, Suriye ve daha nice İslami
beldelerde aleni bir şekilde görülmektedir.
Hala ‘‘Vahdet Haftası’’ndan gereken
dersi çıkaramadıysak, İslam dininin bize yüklediği sorumluluğun farkında değil
isek ve hala nereden başlamamız gerek diye kendimize sorup, ‘‘neyi nasıl anlamalıyım?’’ arayışına
geçmemişsek, kişilik erozyonuna uğramadığımızı nasıl iddia edebiliriz?
İslam âleminin adeta bir bataklık gibi içine düştüğü ‘‘Amerikancı edilgen siyasal İslam’’ından kurtuluş savaşını, ancak ‘‘İslam’ın tekil Liderliği’’
öncülüğünde başarabileceği, tartışmasız bir gerçekliktir.
Bu
bağlamda, özelde Âlimlere, genelde aydınlara ve sorumlu adanmışlara!
Emir’el mü’minin Ali (a.s)’ın Nehc-ul Belaga’daki hutbesinin hükmi
birlikteliğin anlatıldığı bölüm ile konuyu anlatmaya çalışayım.
Ki
zor zamanlarda üstünde yüzdüğümüz bu vahşet okyanusunda, sığındığımız (Kuran ve
Ehl-i Beyt) limanların, bize nasıl bir merhamet ve şefkatle bağrını açtığını,
ruhumuzun derinliklerine kadar hissedelim!
Hissedelim
ki İslam’a hizmet ettiğini sanıp, ancak aksi hareket eden, kendilerini Âlim ve aydın
sanıp Velayet-i Fakihi kabul etmek istemeyenlerin kumpasına düşmeyelim.
Devam
edecek…
Muhammed
CAN