SURİYE VE TÜRKİYE’NİN BARIŞ MECBURİYETİ
Hem Suriye ve hem de Türkiye barış içerisinde yaşamak
zorundadır. Hatta, daha ilerisini söyleyeyim: Suriye ve Türkiye yöneticileri
sadece barışı değil, emperyalistlerin Suriye’yi parçalamak amacıyla
kışkırttıkları iç savaş öncesi siyasi atmosfere dönmek zorundadır. Türkiye ile
Suriye’nin karşılıklı olarak gümrük vergilerini kaldırmaları, vize muafiyeti
getirmeleri, sanayi, askeri, kültürel alanlarda stratejik işbirliği
geliştirmeleri her iki ülkenin de hızla ekonomik, sosyal barış konusunda
ilerlemelerini ve bölgesel güçlerini tahkim etmelerini sağlayacaktır. Türkiye,
Batılı emperyalistlerin tuzağına düşerek kucağında bulduğu ve süreç içerisinde
büyük bir sosyal ve ekonomik yük haline dönüşen “mülteci sorunu”nu ancak Suriye
devleti ile beraber, işbirliği içerisinde çözecektir. Aynı şekilde, Suriye’nin
de toprak bütünlüğünü koruyarak iç barışı sağlaması, ekonomik ve sosyal hayatı
canlandırması ve yeniden Ortadoğu’nun egemen ve saygın bir ülkesi olarak
uluslararası siyasi arenada yer alması için Türkiye ile işbirliği gereklidir.
TÜRKİYE VE SURİYE ARASINDA BARIŞ MÜMKÜN MÜ?
Yukarıda yazdıklarımı, bölgenin gerçeklerini okuyamayışım,
Türkiye ile Suriye’nin farklı ve çatışan “bagaj”larının yarattığı engeller, her
iki ülkenin politikalarında yönlendirici “dış etkenler” ve hatta “ütopik solcu”
oluşum gibi pek çok nedenle hafife alabilirsiniz. Hatta, siyaset yazma
sınırlarını “Reis’in ağzından çıkanlar” olarak belirleyen “yandaş düşünürler”,
yukarıdaki ifadelerime karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tahran Zirvesi’nin
bitiminde yapılan basın toplantısındaki sözlerini öne sürebilirler. Ancak,
hepimiz biliyoruz ki, siyasette kararlar çıkarların yönlendirmesi ile alınır.
Bu açıdan değerlendirdiğimizde, hem Türkiye’nin ve hem de Suriye’nin barışmaya
mecbur olduklarını apaçık görebiliriz. Üstelik, uluslararası konjonktör
açısından değerlendirdiğimizde de, bu barışın önünde engel olabilecek veya bu
barışı engelleyebilecek bir güç görünmüyor. Rusya, İran ve Çin bu barıştan en
kazançlı çıkacak ülkelerdir. Yine, pek çok Avrupa ülkesi de, aynı şekilde bu
barıştan hem ekonomik ve hem de siyasi olarak kazanacak ülkeler arasındadır.
İki ülke arasındaki barışın Irak, Mısır ve Libya’daki anlaşmazlıklara da olumlu
etkisi olacağını, hatta İsrail’in dahi bu barıştan kazanacağını göreceğiz.
Türkiye ve Suriye’nin barışması sadece ABD açısından zarar hanesine yazılacak
bir girişim olabilir. Çünkü, ABD; daha somut olarak söylemek gerekirse,
küreselcilerin dünyaya dayattığı Büyük Ortadoğu Projesi Türkiye ile Suriye’nin
barışması sonucunda nihaî olarak çöpe atılmış olacaktır. ABD’nin dünyaya
1991’de SSCB’nin yıkılması sonrasında dayattığı “tek kutuplu dünya
diktatörlüğü” iki ülkenin barışması ile tarihin çöplüğüne atılmış olacaktır.
NASIL BİR BARIŞ?
Türkiye çeşitli platformlarda barışmak için koşul olarak
değil ama, soruna yaklaşımını açıkladı. 1) Tüm çözümlerin Suriye’nin üniter
yapısını bozmadan masaya getirilmesi. 2) Terörizme karşı ortak anlayış ve
işbirliği. 3) Mültecilerin kendi yurtlarına dönebilmelerinin sağlanmasında
ortak çalışma ve işbirliği. 4) Suriye Anayasası’nın toplumun tüm kesimlerinin
katılımı ile hazırlanması. Suriye ise, öncelikle yabancı askeri güçlerin ülkeyi
terk etmesine öncelik veriyor. Terörizmle ortak mücadele konusunda ise, geçmiş
yıllardaki tutumuna göre, daha işbirlikçi bir yakınlaşma olduğunu
söyleyebiliriz. Bugün ortaya çıkan fotoğrafa baktığımızda, Türkiye’nin barış
masasındaki kartlarının büyük ölçüde açık olduğunu, ama Suriye’nin bazı
konuları gündeme daha sonra getirmeyi tercih ettiğini ve bekleyiş içerisinde
olduğunu söyleyebiliriz. Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve üniter yapısının
korunduğu, iç savaş nedeniyle yurtlarını terk etmek zorunda kalan mültecilerin
evlerine dönebildiği, Şam’da toplumun farklı siyasal ve sınıfsal katmanlarını
uzlaşısı ile siyasetin yapılabildiği bir ortamın yaratılması demek, sadece
Suriye değil, tüm Ortadoğu’da dinsel ve etnik terörizmin kurutulması,
emperyalizmin bölgeden çıkarılması, ekonomik ilerleme ve özgürlük demektir. Bu
çerçeveden bakınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da, Suriye Devlet Başkanı Esad’ın
da barış için masaya oturmaları, her şeyden önce kendi ülkelerine ve halklarına
karşı görevleri olarak anlaşılıyor. Barıştan kaçan, karşı taraftan değil,
öncelikle kendi halkına karşı yükümlülüğünden kaçmış sayılacaktır. Sonuç
olarak; Suriye ve Türkiye’nin samimi olarak ve tarihsel kardeşliğimizi
unutmadan oturacakları barış masasından her halükârda kazançlı olarak
kalkacaklarını düşünüyorum. Her iki tarafa da çağrımdır: Gelin, halklarımızın
kardeşliğinin önündeki engelleri kaldıralım. Her iki ülkenin de ekonomik,
siyasi, kültürel ve sosyal gelişmesinde birbirine muhtaç olduğu gerçeğini daha
fazla göz ardı etmeyelim. Her iki ülke kazansın. Biz barışalım, dünya halkları
kazansın.