Allah-u teala
insanı iki boyutlu yaratmıştır; Tabiatı boyutu ve Fıtrat boyutu. İnsanın sahip
olduğu aidiyetlerin bazıları onun Tabiat boyutundan kaynaklanır; Vatan,
milliyet, ırk, dil, örf, kültür, bayrak, makam, mal, mülk gibi aidiyetler dünya
hayatına ait olduğu için dünya ile sınırlıdır.
Bazı aidiyetleri
ise Fıtratından kaynaklanır ve insanın hakikatini oluşturur; Tevhid, velayet,
marifet, iman, izzet, takva, iffet gibi sıfatlar Fıtri aidiyetlerdendir.
Tabiat
aidiyetlerinin hepsi fıtri aidiyetleri korumak, geliştirmek, kemale ulaşmasını
sağlamak içindir.
İnsanın tabiatı,
fıtratının aracıdır ve kalıbıdır. Bunlar Kur’an’da “nimet” diye adlandırılır ve
imtihan vesilesi olduğu vurgulanır.
İnsan bireysel ve
toplumsal hayatını tabiat hayatı ile yaşar, fıtri aidiyetler kemale ulaşsın, yaratılışın
hedefi gerçekleşsin amacı güdülür.
Bu aidiyetler
dünya hayatının birer parçası olarak görülmektedir. İlahi kutsallığı yoktur.
Hatta bu aidiyetler insanın melekut alemine, ilahi değerlere ulaşmasını
engellerse ayağında birer bağdan başka bir şey değildir.
Tabiat
aidiyetlerine takılıp kalan insan, iman ehli olsa da olgunlaşamaz, seyr-u
sulukta yarı yolda kalır, tekâmülünü gerçekleştiremez İnsan bu tabiat
aidiyetlerinin hikmetini anlamadan yaşarsa bu süreç zamanla insanın kişilik ve
kimliğini oluşturur. Ve sonuçta beka ve var olma sebebi olur. Bu aşamadan sonra
artık fıtri aidiyetleri de ona göre şekillenir.
Dünyevi
aidiyetlerin hepsi insanın tabiatına aittir, tabiatından kaynaklanır. Bu
aidiyetleri sevmek kınanmamıştır ama övülmemiş ve methedilmemiştir.
Hz. Ali (as)
insanların tabiat/dünyevi aidiyetlere önem verdiğini bildiği için buyuruyor:
“İnsanlar
dünyanın çocuklarıdır (dünya onların annesidir), kişinin annesini sevmesi
kınanamaz”. Hikmet/303
İnsanın dünyevi
aidiyetlerinden olan “Vatanı sevmek ve milliyetini savunmak insanın dünyevi
sevgilerindendir; insanın vatanı sevmesi tabiatı ve doğası gereği her canlının
doğup büyüdüğü, yaşadığı yeri sevmesi gibidir.
اِعْلَمُٓوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزٖينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِؕ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهٖيجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماًؕ وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَدٖيدٌۙ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌؕ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Bilin ki dünya
yaşayışı, ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir bezentidir ve aranızda bir
övünmedir ve bir mal ve evlat çokluğu gayretidir ancak ve bunlardan ibarettir
de; halbuki dünya yaşayışı, bir yağmura benzer, bitirdiği nebatlar, ekincileri
şaşırtır, sevindirir, sonra kuruyuverir de bir de bakarsın, sapsarı olmuş,
sararıp solmuş, sonra da un ufak olmuş, dağılıp gitmiş; ve ahiretteyse çetin
bir azap var ve Allah'tan yargılanma ve razılık; ve dünya yaşayışı, ancak bir
aldanış metaından ibarettir.“ Hadid/ 20
Bazılarının “dünya
görüşünün ve düşüncelerinin alt yapısını tabiatından kaynaklanan dünyevi
aidiyetler oluşturur.” Hayat felsefesini, yaşam kurallarını bu temel
üzerine kurar. Çoğu zaman fıtri aidiyetlerin önüne geçirir, insanı fıtratından
uzaklaştırır. Ve bu sevgileri imanın önüne geçirir, hatta bazen imanı, dini ona
feda eder. Buna kılıf olarak da kutsalları kullanır ve kutsalların arkasına
saklar, dini ve imanı koruyormuş görüntüsü verir.
Bu düşüncenin
getirdikleri;
‐ Tabiat
aidiyetleri öncelikli olur, fıtri aidiyetler ikinci plâna atılır veya tabiat aidiyetlerinin
gölgesinde kalır.
- Fıtri
aidiyetlerin manası tabiat aidiyetlerinin doğrultusunda yorumlanır/tefsir
edilir.
- Mektebe mensup
olanlar fıtri aidiyetleri tabiatının bir parçası sanır. Zamanla tabiat aidiyetlerini
ya inanç olarak veya inancın bir parçası olarak algılar.
Bazılarının ise “dünya
görüşü ve düşüncelerinin temelini Fıtri aidiyetler oluşturur.”
Fıtri aidiyetler metafizik
alem ile bağı olduğundan varlığı kutsaldır, ebedidir hem bu dünyada hem de
ahirette daimi olma özelliğine sahiptir. Fıtri aidiyetlerin kaynağı melekut
alemidir.
فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّٖينِ حَنٖيفاًؕ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتٖي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاؕ لَا تَبْدٖيلَ لِخَلْقِ اللّٰهِؕ ذٰلِكَ الدّٖينُ الْقَيِّمُࣗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَࣗ
“Artık, yüzünü
tam doğru dine döndür, Allah'ın ilk yarattığı selamet haline ki insanları, o
tabii halde, fıtrat üzere yaratmıştır; Allah'ın yaratışı, din, değiştirilemez;
budur en doğru din ve fakat insanların çoğu bilmez.” Rum/ 30
Manevi ve Rahmani
aidiyetler insanın fıtratından kaynaklanır. Tevhid, velayet,
din, iman, takva, adalet, keramet, izzet, iffet gibi fıtri aidiyetlerin
hepsi insanı arşa yücelten, maddi dünyadan melakut alemine ulaştıran ilahi
değerlerdir.
Allah-u teala
fıtri aidiyetlere nimetten daha yüce olan “minnet” kelimesini kullanmıştır.
İnsanın dünya hayatında “hayat-ı tayyibeye” ancak fıtri aidiyetleri tekamüle
ulaştırarak sahip olabileceği de beyan edilmektedir.
Aynı inanca sahip
Müslümanlar arasında ihtilafın kaynaklarından biri bu noktadır; “İnsanın Dünya
görüşü ve düşüncesinin alt yapısını ve temelini tabiat aidiyetleri mi
oluşturmalı, yoksa fıtri aidiyetler mi?”
Bunu teoride ayırt
etmek kolay olsa da pratikte zannedildiği gibi kolay değildir. En bariz
örneklerinden bir “vatan ve milliyeti sevmek ve savunmak.”
“Vatan-milliyet”
konusuna en çok politikacılar, ırkçı ve kavmiyetçi zihniyete sahip olanlar
vurgu yaparak insanları “vatan-milliyet” duygusu ile sömürürler.
Vatan milliyet
sevgisine kutsal elbise giydirerek kendi beka sorunlarını gidermeye çalışırlar.
Masumdan nakledilen
meşhur “Hubbul vatan minel iman / Vatanı sevmek imandandır” rivayeti maalesef
tarih boyunca yanlış tefsir edilmiş ve edilmektedir.
Bu hadisin sahih
olduğunu ön kabulü ile kısaca bir tefsirine bakalım.
Vatan iki
kısımdır;
Birincisi insanın
doğup büyüdüğü, yaşadığı topraklardır. Bu topraklarda kimin hüküm sürdüğü,
hangi inancın hakim olduğu önemli değildir. Şirk, fesat, zulüm, tağut da hakim
olur, din, şeriat da hakim olabilir. Sınırları belli bir kara parçası kastedilmektedir.
Rivayette
belirtilen ‘sevilmesi imandan olan Vatan‘dan maksat insanın
doğduğu milliyet ve ırkına ait somut toprak parçası ise, taş ve toprağın, su ve
ormanların, dağların ve ovaların, şehir ve köylerin imanın bir paçası olması düşünülemez.
Çünkü dünyevi aidiyetlerin imanın bir parçası olamayacak kadar değersiz
olduğunu her akıl sahibi insan bilir. Böyle olsaydı, bütün dünya vatan olur ve
imanın bir parçası olurdu; Almanya, Amerika, Fransa, İngiltere, İran, Irak,
Hicaz, Yemen vs. ülkelerin Türkiye veya Azerbaycan’dan bir farkı yoktur.
Çünkü her ülke
birilerinin vatanıdır; küfrün ve şirkin hakim olduğu ülkelerde yaşayan yerli Müslümanların
(Alman, Amerikalı, Fransız, İngiliz Müslümanların) ülkelerini sevmeleri imandan
olması gerekecektir.
İnsanın milliyet
ve kavmini fasık, fâcir ve tağut da olsa sevmesi, başka milliyet ve kavimleri
mümin olsa da sevmemesi velâyet mektebinin reddettiği cahiliyet asabiyetinin
nişanesidir.
Rivayette
belirtilen ‘sevilmesi imandan olan Vatan’dan maksat insanın doğup
yaşadığı ülkeye hakim olan yaşam tarzı ise yani soyut dil, kültür, örf,
gelenek, ırk, milliyet ise o zaman sistem fasık, tağut olursa nasıl imanın bir
parçası olur?
Dünya ve dünyaya
ait olan her şeye gönül bağlamak, onu hak görüp, ölçü ve mizan karar kılmak
kınanmıştır. Çünkü “sevilmesi bütün hataların başı olan dünya” insanı fıtri aidiyetlerden
uzaklaştırdığı için kınanmıştır (Hubbudunya re’su kulli hatie). Kınanan bu
dünya yukarıda zikredilen tabiat aidiyetleridir. Çünkü bunların melekut alemiyle
bir bağı yoktur, ancak ona ulaşmak için bir vesiledir.
“Vatan”
kavramının ikinci manası ve rivayetin beyan ettiği şudur; “İmanın bir
parçası olan vatan”, melekut alemi ile bir bağı olan vatandır. Ayatullah
Cevadi Amuli buyuruyor: “İnsan, akıl ve melekut aleminden yeryüzüne
inmiştir. İnsanın vatanı akıl ve melekut alemidir, o vatanı sevmek imandandır. Masumdan
rivayet edilen “sevilmesi imandan olan Vatan” enbiya ve evliyanın geldiği,
ilahi görevlerini tamamlayıp seyr-i suluk ile döndükleri “Melekut ve Akıl
âlemidir.”
Bu alemi sevmek
imandandır. İmanın bir parçası olacak her şey melekuti ve fıtri aidiyetlerden
olması gerekir.
Dünyanın tamamı
dahi bir milletin olsa “imanın bir parçası olacak vatan” olmaya layık değildir.
Resulullah’ın (saa) Medine’si, Hz. Ali’nin (as) Kufe’si dahi imanın bir parçası
olan vatan değildir.
Şeyh Bahai aşağıdaki
beyitte şöyle diyor:
این وطن مصر و عراق و شام نیست
این وطن شهری است کو را نام نیست
"Bu vatan Mısır, Irak ve Şam değil"
"Bu vatan, adı olmayan bir şehirdir."
Sabahattin
Türkyılmaz