Bu günlerde Seyh Sait’in ölüm yıldönümü vesilesi ile konu
bilhassa kendi camiamızda tartışmaya açılmış ve her iki tarafta Ehlibeyt
öğretisiyle şereflenmiş kardeşlerimiz cedel noktasını aşarak hiç de uygun
olmayan üslup ve karşılıklı kırıcı ifadelerle mesele üzerinden birbirlerini üzüyorlar.
Her zaman tarihi şahsiyetler ve olaylar ile ilgili yapılacak
değerlendirmelerin objektif olabilmesi için bu günkü düşünce inanç ve aidiyetlerimizin
dışında kendi tarihi ve dinamikleri içinde olayları değerlendirmemiz gerektiği
eğer bunu yapmaz isek adaletli bir bakış ortaya koyamayacağımızı söylerim.
Şeyh Sait İsyanı diye resmi tarihe yazılmış ayaklanmayı
değerlendirirken de dönemin konjonktürel, siyasi coğrafi ve kültürel tüm
etkilerin nazarında yapılması adil olurdu. Ama bazı arkadaşlarımız bunu yaparken
bu hassasiyeti biraz yitirerek tek yönlü bir bakış açısı ile olayları
değerlendirerek maalesef tartışmaları da başlatan taraf oldular.
Öncelikle Kurtuluş Savaşını veren bu halkın Türkiye
Cumhuriyeti rejimini kuran yöneticilerden ayırarak samimiyetlerine inanıyor
emekleri, mücadeleleri ve şehadetlerini kutsal kabul ediyorum. Kurtuluş savaşı
her ne kadar sonuçları itibarı ile birtakım olumsuzluklar barındırsa da Anadolu
halkının İslam dinine verdikleri inanç ve saygı ve bağlılıklarının eseri bir
mücadeledir ve kutsaldır. Yöneticilerin kurtuluştan sonra direnişe verdikleri
yön ve bu yöndeki sapmaları bu mücadele için canlarını ortaya koyan bu yüce
halkı bağlamaz. Bu bağlamda Kurtuluş Savaşı Çanakkale savaşının devamıdır.
Ayrıntılara girip bu yazının konusunu aşan polemiklere fırsat vermek
istemiyorum. Bir başka yazıda belki…
ŞEYH SAİD İSYANININ NEDERLERİ:
1-Türkiye Cumhuriyeti Rejiminin izlediği ırkçı
siyaset:
Netice itibarı ile Kurtuluş savaşı başarıyla sonuçlanmış ve
yeni T.C Devletinin kurulması özellikle Kurtuluş savaşından sonra hızla
yayılmış milliyetçi ve ırkçı dalganın tüm dünyayı 2.Dünya savaşına sürüklediği
bir döneme denk gelmiştir. Çanakkale de ve Kurtuluş savaşında birlikte savaşan
Türk, Kürt, Çerkez vs. milletler bir anda rejimin ırkçı saikleri sebebiyle
Türkler dışında tüm milletler bir şekilde T.C rejimi için tehdit haline gelmiş
daha doğrusu getirilmiştir.
Osmanlının parçalanma sürecinde Siyonizmin öncelikle
Türklerin ve Osmanlıya bağlı diğer milletler arasında Milliyetçilik akımının
gelişmesi için yoğun bir çaba sarf ettiği aşikardır. Her millet için özel
yetiştirilmiş ajanların hem milliyetçilik akımlarını hem de isyan hareketlerini
kışkırtarak bu topraklarda cirit attıkları tarihi vesikalarla kanıtlanmıştır.
Mesela bunlardan Moiz Kohen, İttihat ve Terakkinin içine sızarak burada Türk
Milliyetçiliği propagandası yaptığı Türk Edebiyatı dergisinde Munis Tekinalp
ismi ile milliyetçi düşünceyi işleyen yazılar yazdığı daha sonra Diyarbakırlı
Kürt Ziya Gökalp ile tanışarak onu ilmik ilmik işlediği ve Türkçülüğün
Esaslarını yazacak kadar Türk Milliyetçisi haline getirdiği birçok eserde
yazılmıştır. Bunun gibi Araplara, Kürtlere, Ermenilere ve Rumlara da gönderilen
onlarca Siyonist ajanların her millete ayrı ayrı kendi milletlerinin ırk propagandasını
yaptıkları aşikardır. Bunlardan en meşhur olanları Araplara gönderilen İngiliz
(Siyonist) ajan Lawrence’nin onları nasıl kışkırtarak Osmanlı’ya isyan ettirdikleri
tarihi kayıtlara geçmiştir.
Yani T.C devletinin temel dinamiği aslında ırk üzerine
kurulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da bu esas dairesinde
politikalar geliştirmesi bir şekilde sağlanmıştır.
Rudolph Rummel ‘e
göre 1919-1922 yılları arasında, 264.000 Rum ve 250.000 Ermeni öldürüldü.
İngiliz tarihçi ve gazeteci Meşhur tarihçi Toynbee’ye göre Karadeniz
bölgelerinde tamamen yakılmış Rum köyleri vardı. Sivas valisi Ebubekir Hazim Tepeyran 1919 da
katliamların onları rapor etmeye dayanamayacı kadar korkunç olduğunu söylenen
sözleri tarihi kayıtları geçti. Ayrıca 1921 yılında Nurettin Paşa komutasında
11.181 Rum’un öldürüldüğünü rapor etti. Taner Akçam’ın söylediğine göre,
Nurettin Paşa Anadolu’da kalan bütün Rum ve Ermeni nüfusunu öldürmeyi önerdi
ancak Mustafa Kemal tarafından reddedildi. (Taner Akçam A Shameful Act: The
Armenian Genocide and tah Wuestion of Turkish Responsibility ss.327)
Karadeniz’de Rum köylerine Topal Osman önderliğinde yapılan
katliamların anlatıları halk arasında gizleyip Türk milliyetçiliği koruyucu bir
kalkan olarak kullandıkları bilinir.
Türkiye Cumhuriyeti gerek Dersim gerek Koçgir ve gerekse Rum
ve Ermenilere karşı izlediği agresif ve sert muamelenin katılığı ve yapılan
müdahalenin acımasızlığı izledikleri Irkçı politikanın izlerini açıkça
gösteriyordu. Dersim’de mağaralara sığınan insanlar kimyasal zehirli gazlar ile
katledildi. Sivil köyler uçaklarla bombalandı. Koçgir isyanında kadın ve çocuk
sivil köylüler dere yatağında toplanarak mitralyözlerle tarandı. Rum köyleri
içindeki insanlarla birlikte yakıldı.
Tüm bu olayların seyrinden T.C rejiminin Türk Milliyetçiliği
ve çoğu zaman ırkçılığını siyasi çizgisinde temel aldığı aşikâr olmuştur.
Şey Sait İsyanı böyle bir iklimin var olduğu Anadolu’da ve T.C
rejiminin tek ırka dayalı ve diğer kavimleri yok sayan ve asimilasyon,
alinasyon ve hatta jenosid ile yok etmeyi düşünecek kadar katılaştığı bir
ortamda ortaya çıkmış ve neticede de önceki tüm isyanlarda olduğu gibi sert ve
acımasızca karşılık bulmuştur.
2-Türkiye Cumhuriyeti Rejiminin izlediği laik ve din
karşıtı siyaset:
Şeyh Sait. Ehli Sünnettir ve Nakşi ekolündendir. Osmanlı
İmparatorluğu evet bize göre Emevi Sünniliğinin kendine özgü versiyonunu
üretmiş nev-i şahsına münhasır bir dini ekol geliştirmişti. Halifelik Yavuz
Sultan Selim zamanında kılıç ile ele geçirilmiş ve kutsal emanetler İstanbul’a
getirilmişti. Abdülhamit dönemine kadarda halifeliğin herhangi bir siyasi
oluşumu ve varlığı Osmanlı içinde asla var olmamıştır.
Biz Şeyh Sait’i kendi düşünce ve ekolümüz nazarında değerlendirirsek
hatalı davranmış oluruz ki bu günlerde bu tartışmayı başlatan arkadaşlar bu
hataya düşmüşlerdir. Şeyh Sait’in Sünni oluşu, Nakşi oluşu ve Osmanlı’yı bir
din devleti kabul edişi ve Halifeliğe bağlılığı bizim inanç esaslarımızdan
değil onun kendi inanç esasları ve iç dinamiklerine göre değerlendirmek hak ve
adalet açısından doğru bir yaklaşım olur. Yani bir Alevi Caferi nazarında bakıp
da çoğu kimsenin yaptığı gibi” İşte bunlar Emevi inancına tabilerdi bizleri Rafizi
görürlerdi yozlaşmışlardı eğer bunların istediği rejim hakîm olsaydı
Alevi-Caferi kesime hayat hakkı tanımazlardı” anlayışı ile tarihi olayları
değerlendirmek objektif olmaz. Sonuçta Seyh Sait hakkında yapılan en ciddi
itham onun Kürt ayaklanması yaptığı, Kürdistanı kurmak istediği ve dolayısı ile
Vatan haini olduğu İngilizlerle iş birliği yaptığı ithamlarıdır ve bu yazının
amacı bu ithamlara cevap vermektir. Burada teolojik bir tartışma ya da dini
mezhebi bir münazara yapılmıyor. Zaten bu tür münazara ve mülahazalar çok
farklı ortamlarda ilmi ve bilimsel eserlerde yeterince ortaya konulmuştur. Biz
bir Müslüman olarak tarihte olan bir olayı adil bir şekilde tahlil etmeye
çalışıyoruz. Bu yüzden Şeyh Sait’in Osmanlıya ve Sünni-Nakşi inanca sahip
olması bizim bu konudaki tarafsızlığımızı zedelememeli.
Şeyh Said’in hassasiyeti dini bir hassasiyettir ve İslam
adına duyduğu endişe isyanın sebeplerindendir. Fakat bunu bilen rejim onu
Kürtçülük kalkışması ile itham ederek meseleyi çarpıtma yöntemini seçmiştir.
Çünkü eğer İslami bir ayaklanma olduğunu kabul etseydi Kürtler dışında bu
hassasiyeti olan birçok kavim, siyasetçi, aydın ve Türk din adamları ve halkını
da bu kavganın içine sokmuş olacaklardı.
Şeyh Said isyanı çıkmadan çok önce Kurtuluş Savaşının önde
gelen aydın ve Paşaları Atatürk hükümetinin dine karşı siyasetinden ve tek
parti yönetiminin totaliter bir rejime dönmesinden endişe duymuşlar ve bu
nedenle 17 Kasım 1924 de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurarak çok
partili ve daha demokratik bir döneme ilk adımı atmışlardı. Genel başkanlığını
ise Doğu Cephesi komutanı Erzurum ve Sivas Kongrelerinin asıl planlayıcısı ve
Kurtuluş Savaşının gizlenen kahramanı Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Cebesoy,
Hüseyin Rauf Orbay gibi milli mücadelenin meşhur öncüleri de üye olmuşlardı. Bu
partinin tüzüğüne konulan 6. Madde de ise “T.C Fırkası dini düşünce ve
inançlara saygılıdır” şeklinde bir ibare konmuştu. Hatta bu partinin önde gelen üyelerinden
Fethi Bey konuşmalarında “Terakkiperverler dindardır CHP ise dini batırıyor.
Biz dini ihya ve muhafaza edeceğiz” şeklinde ifadeler kullanıyordu. (Metin
Toker, Ş.Sait İsyanı)
İsyandan iki üç hafta önce Terakkiperver Fırkanın Erzurum
Milletvekili Ziyaeddin Efendi TBMM kürsüsünde iktidar partisini eleştirerek
ağır ifadeler kullanmıştı: “Yeniliğin içki içme , dans, plaj sefasından başka
bir şey ifade etmediğini, fuhuşun arttığını, Müslüman kadınların edeplerini
kaybetme yolunda olduklarını, sarhoşluğun himaye, hatta teşvik olunduğunu en
önemlisi dini duyguların rencide edildiğini, yeni rejimin sadece ahlaksızlık
getirdiğini rezil bir yönetimin memleketi çamurların iççine sürüklediğini” ilan
ediyordu.
Aynı Şekilde Şeyh Said’de Piran cami minberinden halka
verdiği vaazda şunları söylüyordu.
“Medreseler kapatıldı. Din ve Vakfılar Bakanlığı kaldırıldı
ve din mektepleri Milli Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım yazalar dine
hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden
gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim. (Hasip
Koylan, Ş.Sait İsyanı)
Görüldüğü gibi Şeyh Sait Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
ile aynı hassasiyet ve görüşü paylaşmakta ve söylemleri de bu partinin
söylemleri ile örtüşmektedir. Terakkiperver Milletvekili Fethi Bey Urfa
yöresindendir ve olaylar anında da bölgede bulunmaktadır. Üstelik Şeyh Said’e
bağlı bir şeyhin sohbet halkasındadır.
Gel gör ki rejimin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını tehdit
olarak görmesi ve bu fırka aleyhinde yoğun propagandaya girişmiş olması ve
bugünkü iktidarların yaptığı gibi ülkede var olan tüm olumsuzluk ve kötü
gidişatı muhalefet partisine bağlayan bir propaganda izlemeleri tıpkı bugün
CHP’ye karşı duyulan haksız önyargının aynını Terakkiperver Fırkaya karşıda
oluşturmuştu. Belki de Şeyh Sait Kurtuluş Savaşı liderleri devrimlerle birlikte
gerçek yüzlerini gösterene kadar Milli Mücadeleden memnundu. Ama ortaya konulan
ırkçı ve din karşıtı politika ve Terakkiperver Fırka’ya da siyaset hakkı
vermeyeceklerini net bir şekilde ortaya koymuş olmaları artık Şeyh Sait için
T.C’nin gidişatının geri dönülmez olduğu ve Müslümanların inançlarının mecliste
temsil edilmesine dahi müsaade etmeyeceklerini anlamasına neden olmuş ve
isyanın en büyük sebebi de bu olmuştur.
Şeyh Sait Osmanlı döneminde isyan etmemiştir çünkü Osmanlı
yönetimi dini inançlarına kısıtlama koymuyor özgürce yaşamasına katkı
sağlıyordu. Her ne kadar biz meşru görmesek de o halifelik makamını kendi inanç
ve öğretisi doğrultusunda kabul ediyordu. Biz kendi görüşlerimize nazar alıp
sıf bu yüzden onu mahkûm edemeyiz. Yine
Osmanlı içinde Kürt kimliği ile tanınmış ve yaşadığı bölge Kürdistan ismi ile
anılıyor ve merkeze bağlı bir eyalet muamelesi görüyordu. Ancak T.C kurulduğu
andan itibaren hem dini inancını ve hem de mensup olduğu kavmi bir tehdit
unsuru olarak görmüş ve bu doğrultuda politikalar izleyerek baskı ve despotizm
üretmiştir.
Şeyh Sait isyanın bir Kürt hareketi olmadığı bizzat Milli
Mücadele’nin baş şahsiyetleri İsmet Paşa, Kazım Karabekir paşa ve dahi bir çoğu
tarafından ifade edildiği gibi başta dünya tarihçileri olmak üzere bir çok
tarihçi nazarında da bu gerçek itiraf edilmiştir. İsyan sırasında Türk, Kürt, Zaza ve Alevi
aşiretlerin her birine onlara mektup yazmış ve yok edilmek istenen İslam’a
sahip çıkıp kendilerine destek vermelerini istemiştir. Bu mektupların
hiçbirinde Kürt kelimesi dahi geçmemiş İslam ve Müslümanlık esas unsur
olmuştur. Sonuçta Kürt aşiretlerinden
hiçbiri Şeyh Sait’i desteklememiştir. Sadece bir aşiret ki o da akrabalık
bağından dolayı kayıtsız kalmamıştır. İlginç olan İstiklal Mahkemelerinde
yargılanan Kürtçü Liderlerin hemen hepsi beraat etmiş sadece İslamcı olanlar
ceza almıştır. Bu konuda şüphesi olanlar zamanın gazetelerine, meclis
tutanaklarına ve yabancı basın ve konuyla ilgili yazılar yazan araştırmacıların
eserlerine ve her şeyden önemlisi yakalanan isyancıların yaptıkları savunmaya
bakarak aslında isyanın dini bir isyan olduğunu anlamaları mümkündür.
3-Kim İngiliz ajanı:
Şey Sait’in İngilizler ile iş birliği yaptığı iddiası da
tutarsız bir iddiadır.
Dönemin tüm ayaklanmalarında aynı itham başka şahıslara da
yapılmıştır. Dersim Katliamının müsebbibi rejim bu vahşetlerini örtbas etmek
için Seyit Rıza içinde aynı ithamda bulundular ve İngilizlerden yardım dilenen
bir mektup bile uydurdular. Çerkez Ethem Milli Mücadele’nin en büyük
kahramanlarından iken Atatürk ve İnönü ile fikir ayrılığına düştü diye Yunan
ile işbirliği yapmakla suçladılar.
Lozan’da Musul meselesi netleşmedi ve Cemiyet-i Akvam’a
havale edildi. Elbette bu kuruluş emperyalistlerin kurduğu bir kuruluştu ve o
dönemin hegomonik lideri İngiltere’ye karşı bir karar vermesi mümkün değildi. Musul’u
Milli Misak sınırlarına sokamayan rejim önderleri bunun hezimetini örtbas etmek
için Kürtleri ve Şeyh Sait isyanını bahane ettiler. Seyit Rıza’ya yaptıkları gibi Şeyh Sait için
bir mektup da icad edemediler. İsyanda direnişçilerin elindeki silahların
İngiliz silahları olmasına bahane ederek bu iftirayı yürütmeye çalıştılar ama
Milli Mücadele yıllarında mücadele veren Atatürk ve arkadaşlarının ellerinde de
yabancı menşeeli silahlardan başka silah yoktu ki? General Harrington M.Kemal’e
yolladığı ve İnebolu’da teslim edilen silahlar İtalya, Rusya ve Fransadan
alınan silahlar varken Şeyh Sait’i elinde İngiliz silahlarından dolayı suçlamak
saçmalıktır.
Sonuç olarak Şeyh Sait isyanı hakkında söylenecek çok şeyler
var ve bağımsız tarihçiler resmi tarihin aksine bu tespitleri yaparak onun
haklılığını iade ediyorlar. Şeyh sait ırkçı T.C rejiminin zülmüne uğramış
teslim olmasına rağmen mazlumca öldürülmüş ve hakkında da hiç doğru olmayan
iftiralar atılmıştır. Ne olursa olsun
öldürülme şekilleri ve bu kalkışma bahane edilerek Doğu ve Güneydoğu illerinde
estirilen devlet terörü rejimin haksızlığını ve bilhassa kıyamında
gerekçelerinin haklı olduğunu ortaya koymaktadır. O zamandan bu yana yazılan
resmi tarih ve yapılan propagandalar tarihi gerçekliği örtme ve rejime sahip
güçleri haklı çıkarma amacıyla çarpıtılmış birçok gerçek gizlenmiştir. Tarihi
vesikalar ve olayların seyri iyi değerlendirilip dönemin şartları ve siyasi
konjoktürel yapısı ile birlikte yapılacak adil bir değerlendirmede Şeyh Sait
isyanının abartıldığı ve rejimin kendi siyasi emel ve ırkçı politikalarından
kaynaklanan zafiyetlerini örtme çabalarının haksızlık ve zulmün kaynağı olduğu
anlaşılacaktır.