Kahraman Mı? Hain Mi? Şeyh Sait Kimdir?

GİRİŞ: 02.07.2021 12:55      GÜNCELLEME: 02.07.2021 12:55
Rasthaber -  1990’ın başlarında Şeyh Sait ve arkadaşlarını anmak için düzenlenen programın tertip komitesindeydim. Şeyh Sait’in torunlarından Kasım Fırat teşekkür mahiyetinde bir konuşma yapmak için kürsüye gelmiş ve orada “Kürdistan” kelimesini kullanınca toplantıyı takip eden emniyet komiserlerinin dikkatinden kaçmamış ve akıbetinde tüm tertip komitesi hakkında o zamanın meşhur Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) “Kürtçülük propagandası” yapmaktan soruşturma açılmış ve savcının huzuruna çıkıp ifade vermiştik. Birlikte ifade vermeye gittiğim şu an kendisi de savcı olan can dostumun Çerkez benim de Türk olduğumu öğrenen savcı hayretle yüzümüze bakmış ve o zamanlar PKK saldırılarının yoğun olduğu bir dönem olması hasebi ile gençliğimizi de göz önünde bulundurarak bizlerin “kullanıldığı” yargısına varmış ve bu minvalde nasihat etmiş ve dosyayı kapatmıştı.  Arkadaşıma nasihat ederken “Şeyh Sait dediğin kim yavrum çobanın biri” ifadesini kullanmış. Çıkışta nasıl geçti diye birbirimizden havadis sorunca “Peygamber (as)’da bir çobandı diye cevap verecektim ama mesele uzamasın diye söyleyemedim” diye veryansın etmişti.  Bu olaydan sonra düşünmeden edemedim acaba her ikimizde Kürt olsaydık sonumuz ne olurdu?

Bu günlerde Seyh Sait’in ölüm yıldönümü vesilesi ile konu bilhassa kendi camiamızda tartışmaya açılmış ve her iki tarafta Ehlibeyt öğretisiyle şereflenmiş kardeşlerimiz cedel noktasını aşarak hiç de uygun olmayan üslup ve karşılıklı kırıcı ifadelerle mesele üzerinden birbirlerini üzüyorlar.

Her zaman tarihi şahsiyetler ve olaylar ile ilgili yapılacak değerlendirmelerin objektif olabilmesi için bu günkü düşünce inanç ve aidiyetlerimizin dışında kendi tarihi ve dinamikleri içinde olayları değerlendirmemiz gerektiği eğer bunu yapmaz isek adaletli bir bakış ortaya koyamayacağımızı söylerim.

Şeyh Sait İsyanı diye resmi tarihe yazılmış ayaklanmayı değerlendirirken de dönemin konjonktürel, siyasi coğrafi ve kültürel tüm etkilerin nazarında yapılması adil olurdu. Ama bazı arkadaşlarımız bunu yaparken bu hassasiyeti biraz yitirerek tek yönlü bir bakış açısı ile olayları değerlendirerek maalesef tartışmaları da başlatan taraf oldular.

Öncelikle Kurtuluş Savaşını veren bu halkın Türkiye Cumhuriyeti rejimini kuran yöneticilerden ayırarak samimiyetlerine inanıyor emekleri, mücadeleleri ve şehadetlerini kutsal kabul ediyorum. Kurtuluş savaşı her ne kadar sonuçları itibarı ile birtakım olumsuzluklar barındırsa da Anadolu halkının İslam dinine verdikleri inanç ve saygı ve bağlılıklarının eseri bir mücadeledir ve kutsaldır. Yöneticilerin kurtuluştan sonra direnişe verdikleri yön ve bu yöndeki sapmaları bu mücadele için canlarını ortaya koyan bu yüce halkı bağlamaz. Bu bağlamda Kurtuluş Savaşı Çanakkale savaşının devamıdır. Ayrıntılara girip bu yazının konusunu aşan polemiklere fırsat vermek istemiyorum. Bir başka yazıda belki…

ŞEYH SAİD İSYANININ NEDERLERİ:

1-Türkiye Cumhuriyeti Rejiminin izlediği ırkçı siyaset:

Netice itibarı ile Kurtuluş savaşı başarıyla sonuçlanmış ve yeni T.C Devletinin kurulması özellikle Kurtuluş savaşından sonra hızla yayılmış milliyetçi ve ırkçı dalganın tüm dünyayı 2.Dünya savaşına sürüklediği bir döneme denk gelmiştir. Çanakkale de ve Kurtuluş savaşında birlikte savaşan Türk, Kürt, Çerkez vs. milletler bir anda rejimin ırkçı saikleri sebebiyle Türkler dışında tüm milletler bir şekilde T.C rejimi için tehdit haline gelmiş daha doğrusu getirilmiştir.

Osmanlının parçalanma sürecinde Siyonizmin öncelikle Türklerin ve Osmanlıya bağlı diğer milletler arasında Milliyetçilik akımının gelişmesi için yoğun bir çaba sarf ettiği aşikardır. Her millet için özel yetiştirilmiş ajanların hem milliyetçilik akımlarını hem de isyan hareketlerini kışkırtarak bu topraklarda cirit attıkları tarihi vesikalarla kanıtlanmıştır. Mesela bunlardan Moiz Kohen, İttihat ve Terakkinin içine sızarak burada Türk Milliyetçiliği propagandası yaptığı Türk Edebiyatı dergisinde Munis Tekinalp ismi ile milliyetçi düşünceyi işleyen yazılar yazdığı daha sonra Diyarbakırlı Kürt Ziya Gökalp ile tanışarak onu ilmik ilmik işlediği ve Türkçülüğün Esaslarını yazacak kadar Türk Milliyetçisi haline getirdiği birçok eserde yazılmıştır. Bunun gibi Araplara, Kürtlere, Ermenilere ve Rumlara da gönderilen onlarca Siyonist ajanların her millete ayrı ayrı kendi milletlerinin ırk propagandasını yaptıkları aşikardır. Bunlardan en meşhur olanları Araplara gönderilen İngiliz (Siyonist) ajan Lawrence’nin onları nasıl kışkırtarak Osmanlı’ya isyan ettirdikleri tarihi kayıtlara geçmiştir.

Yani T.C devletinin temel dinamiği aslında ırk üzerine kurulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da bu esas dairesinde politikalar geliştirmesi bir şekilde sağlanmıştır.

Mesela, Dersim’de yaşayan Zaza alevi topluluğunun Osmanlı’dan bu yana var olan bir nevi özerk yapısı bir tehlike olarak algılanıyor ve bilhassa 1926 da Hamdi Bey tarafından hazırlanan ve TBMM’de okunan raporunda Dersim’in Kürtleştiği vesilesi ile çıban olarak tanımlanıyor ve memleketin menfaati için bu çıbanın ameliyat edilerek temizlenmesi farz-ı ayin olarak tanımlanıyordu.  Dersim katliamı neticesinde 13.000 kişi katledildi ve 11.000 kişi yerinden edildi.

Rudolph Rummel ‘e göre 1919-1922 yılları arasında, 264.000 Rum ve 250.000 Ermeni öldürüldü. İngiliz tarihçi ve gazeteci Meşhur tarihçi Toynbee’ye göre Karadeniz bölgelerinde tamamen yakılmış Rum köyleri vardı.  Sivas valisi Ebubekir Hazim Tepeyran 1919 da katliamların onları rapor etmeye dayanamayacı kadar korkunç olduğunu söylenen sözleri tarihi kayıtları geçti. Ayrıca 1921 yılında Nurettin Paşa komutasında 11.181 Rum’un öldürüldüğünü rapor etti. Taner Akçam’ın söylediğine göre, Nurettin Paşa Anadolu’da kalan bütün Rum ve Ermeni nüfusunu öldürmeyi önerdi ancak Mustafa Kemal tarafından reddedildi. (Taner Akçam A Shameful Act: The Armenian Genocide and tah Wuestion of Turkish Responsibility ss.327)

Karadeniz’de Rum köylerine Topal Osman önderliğinde yapılan katliamların anlatıları halk arasında gizleyip Türk milliyetçiliği koruyucu bir kalkan olarak kullandıkları bilinir.

Türkiye Cumhuriyeti gerek Dersim gerek Koçgir ve gerekse Rum ve Ermenilere karşı izlediği agresif ve sert muamelenin katılığı ve yapılan müdahalenin acımasızlığı izledikleri Irkçı politikanın izlerini açıkça gösteriyordu. Dersim’de mağaralara sığınan insanlar kimyasal zehirli gazlar ile katledildi. Sivil köyler uçaklarla bombalandı. Koçgir isyanında kadın ve çocuk sivil köylüler dere yatağında toplanarak mitralyözlerle tarandı. Rum köyleri içindeki insanlarla birlikte yakıldı.

Tüm bu olayların seyrinden T.C rejiminin Türk Milliyetçiliği ve çoğu zaman ırkçılığını siyasi çizgisinde temel aldığı aşikâr olmuştur.

Şey Sait İsyanı böyle bir iklimin var olduğu Anadolu’da ve T.C rejiminin tek ırka dayalı ve diğer kavimleri yok sayan ve asimilasyon, alinasyon ve hatta jenosid ile yok etmeyi düşünecek kadar katılaştığı bir ortamda ortaya çıkmış ve neticede de önceki tüm isyanlarda olduğu gibi sert ve acımasızca karşılık bulmuştur.

2-Türkiye Cumhuriyeti Rejiminin izlediği laik ve din karşıtı siyaset:

Şeyh Sait. Ehli Sünnettir ve Nakşi ekolündendir. Osmanlı İmparatorluğu evet bize göre Emevi Sünniliğinin kendine özgü versiyonunu üretmiş nev-i şahsına münhasır bir dini ekol geliştirmişti. Halifelik Yavuz Sultan Selim zamanında kılıç ile ele geçirilmiş ve kutsal emanetler İstanbul’a getirilmişti. Abdülhamit dönemine kadarda halifeliğin herhangi bir siyasi oluşumu ve varlığı Osmanlı içinde asla var olmamıştır.

Biz Şeyh Sait’i kendi düşünce ve ekolümüz nazarında değerlendirirsek hatalı davranmış oluruz ki bu günlerde bu tartışmayı başlatan arkadaşlar bu hataya düşmüşlerdir. Şeyh Sait’in Sünni oluşu, Nakşi oluşu ve Osmanlı’yı bir din devleti kabul edişi ve Halifeliğe bağlılığı bizim inanç esaslarımızdan değil onun kendi inanç esasları ve iç dinamiklerine göre değerlendirmek hak ve adalet açısından doğru bir yaklaşım olur. Yani bir Alevi Caferi nazarında bakıp da çoğu kimsenin yaptığı gibi” İşte bunlar Emevi inancına tabilerdi bizleri Rafizi görürlerdi yozlaşmışlardı eğer bunların istediği rejim hakîm olsaydı Alevi-Caferi kesime hayat hakkı tanımazlardı” anlayışı ile tarihi olayları değerlendirmek objektif olmaz. Sonuçta Seyh Sait hakkında yapılan en ciddi itham onun Kürt ayaklanması yaptığı, Kürdistanı kurmak istediği ve dolayısı ile Vatan haini olduğu İngilizlerle iş birliği yaptığı ithamlarıdır ve bu yazının amacı bu ithamlara cevap vermektir. Burada teolojik bir tartışma ya da dini mezhebi bir münazara yapılmıyor. Zaten bu tür münazara ve mülahazalar çok farklı ortamlarda ilmi ve bilimsel eserlerde yeterince ortaya konulmuştur. Biz bir Müslüman olarak tarihte olan bir olayı adil bir şekilde tahlil etmeye çalışıyoruz. Bu yüzden Şeyh Sait’in Osmanlıya ve Sünni-Nakşi inanca sahip olması bizim bu konudaki tarafsızlığımızı zedelememeli.

Şeyh Said’in hassasiyeti dini bir hassasiyettir ve İslam adına duyduğu endişe isyanın sebeplerindendir. Fakat bunu bilen rejim onu Kürtçülük kalkışması ile itham ederek meseleyi çarpıtma yöntemini seçmiştir. Çünkü eğer İslami bir ayaklanma olduğunu kabul etseydi Kürtler dışında bu hassasiyeti olan birçok kavim, siyasetçi, aydın ve Türk din adamları ve halkını da bu kavganın içine sokmuş olacaklardı.

Şeyh Said isyanı çıkmadan çok önce Kurtuluş Savaşının önde gelen aydın ve Paşaları Atatürk hükümetinin dine karşı siyasetinden ve tek parti yönetiminin totaliter bir rejime dönmesinden endişe duymuşlar ve bu nedenle 17 Kasım 1924 de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurarak çok partili ve daha demokratik bir döneme ilk adımı atmışlardı. Genel başkanlığını ise Doğu Cephesi komutanı Erzurum ve Sivas Kongrelerinin asıl planlayıcısı ve Kurtuluş Savaşının gizlenen kahramanı Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Cebesoy, Hüseyin Rauf Orbay gibi milli mücadelenin meşhur öncüleri de üye olmuşlardı. Bu partinin tüzüğüne konulan 6. Madde de ise “T.C Fırkası dini düşünce ve inançlara saygılıdır” şeklinde bir ibare konmuştu.  Hatta bu partinin önde gelen üyelerinden Fethi Bey konuşmalarında “Terakkiperverler dindardır CHP ise dini batırıyor. Biz dini ihya ve muhafaza edeceğiz” şeklinde ifadeler kullanıyordu. (Metin Toker, Ş.Sait İsyanı)

İsyandan iki üç hafta önce Terakkiperver Fırkanın Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Efendi TBMM kürsüsünde iktidar partisini eleştirerek ağır ifadeler kullanmıştı: “Yeniliğin içki içme , dans, plaj sefasından başka bir şey ifade etmediğini, fuhuşun arttığını, Müslüman kadınların edeplerini kaybetme yolunda olduklarını, sarhoşluğun himaye, hatta teşvik olunduğunu en önemlisi dini duyguların rencide edildiğini, yeni rejimin sadece ahlaksızlık getirdiğini rezil bir yönetimin memleketi çamurların iççine sürüklediğini” ilan ediyordu.

Aynı Şekilde Şeyh Said’de Piran cami minberinden halka verdiği vaazda şunları söylüyordu.

“Medreseler kapatıldı. Din ve Vakfılar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Milli Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım yazalar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim. (Hasip Koylan, Ş.Sait İsyanı)

Görüldüğü gibi Şeyh Sait Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile aynı hassasiyet ve görüşü paylaşmakta ve söylemleri de bu partinin söylemleri ile örtüşmektedir. Terakkiperver Milletvekili Fethi Bey Urfa yöresindendir ve olaylar anında da bölgede bulunmaktadır. Üstelik Şeyh Said’e bağlı bir şeyhin sohbet halkasındadır.

Gel gör ki rejimin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını tehdit olarak görmesi ve bu fırka aleyhinde yoğun propagandaya girişmiş olması ve bugünkü iktidarların yaptığı gibi ülkede var olan tüm olumsuzluk ve kötü gidişatı muhalefet partisine bağlayan bir propaganda izlemeleri tıpkı bugün CHP’ye karşı duyulan haksız önyargının aynını Terakkiperver Fırkaya karşıda oluşturmuştu. Belki de Şeyh Sait Kurtuluş Savaşı liderleri devrimlerle birlikte gerçek yüzlerini gösterene kadar Milli Mücadeleden memnundu. Ama ortaya konulan ırkçı ve din karşıtı politika ve Terakkiperver Fırka’ya da siyaset hakkı vermeyeceklerini net bir şekilde ortaya koymuş olmaları artık Şeyh Sait için T.C’nin gidişatının geri dönülmez olduğu ve Müslümanların inançlarının mecliste temsil edilmesine dahi müsaade etmeyeceklerini anlamasına neden olmuş ve isyanın en büyük sebebi de bu olmuştur.

Şeyh Sait Osmanlı döneminde isyan etmemiştir çünkü Osmanlı yönetimi dini inançlarına kısıtlama koymuyor özgürce yaşamasına katkı sağlıyordu. Her ne kadar biz meşru görmesek de o halifelik makamını kendi inanç ve öğretisi doğrultusunda kabul ediyordu. Biz kendi görüşlerimize nazar alıp sıf bu yüzden onu mahkûm edemeyiz.  Yine Osmanlı içinde Kürt kimliği ile tanınmış ve yaşadığı bölge Kürdistan ismi ile anılıyor ve merkeze bağlı bir eyalet muamelesi görüyordu. Ancak T.C kurulduğu andan itibaren hem dini inancını ve hem de mensup olduğu kavmi bir tehdit unsuru olarak görmüş ve bu doğrultuda politikalar izleyerek baskı ve despotizm üretmiştir.

Şeyh Sait isyanın bir Kürt hareketi olmadığı bizzat Milli Mücadele’nin baş şahsiyetleri İsmet Paşa, Kazım Karabekir paşa ve dahi bir çoğu tarafından ifade edildiği gibi başta dünya tarihçileri olmak üzere bir çok tarihçi nazarında da bu gerçek itiraf edilmiştir.  İsyan sırasında Türk, Kürt, Zaza ve Alevi aşiretlerin her birine onlara mektup yazmış ve yok edilmek istenen İslam’a sahip çıkıp kendilerine destek vermelerini istemiştir. Bu mektupların hiçbirinde Kürt kelimesi dahi geçmemiş İslam ve Müslümanlık esas unsur olmuştur.  Sonuçta Kürt aşiretlerinden hiçbiri Şeyh Sait’i desteklememiştir. Sadece bir aşiret ki o da akrabalık bağından dolayı kayıtsız kalmamıştır. İlginç olan İstiklal Mahkemelerinde yargılanan Kürtçü Liderlerin hemen hepsi beraat etmiş sadece İslamcı olanlar ceza almıştır. Bu konuda şüphesi olanlar zamanın gazetelerine, meclis tutanaklarına ve yabancı basın ve konuyla ilgili yazılar yazan araştırmacıların eserlerine ve her şeyden önemlisi yakalanan isyancıların yaptıkları savunmaya bakarak aslında isyanın dini bir isyan olduğunu anlamaları mümkündür.

 


3-Kim İngiliz ajanı:

Şey Sait’in İngilizler ile iş birliği yaptığı iddiası da tutarsız bir iddiadır.

Dönemin tüm ayaklanmalarında aynı itham başka şahıslara da yapılmıştır. Dersim Katliamının müsebbibi rejim bu vahşetlerini örtbas etmek için Seyit Rıza içinde aynı ithamda bulundular ve İngilizlerden yardım dilenen bir mektup bile uydurdular. Çerkez Ethem Milli Mücadele’nin en büyük kahramanlarından iken Atatürk ve İnönü ile fikir ayrılığına düştü diye Yunan ile işbirliği yapmakla suçladılar.

Lozan’da Musul meselesi netleşmedi ve Cemiyet-i Akvam’a havale edildi. Elbette bu kuruluş emperyalistlerin kurduğu bir kuruluştu ve o dönemin hegomonik lideri İngiltere’ye karşı bir karar vermesi mümkün değildi. Musul’u Milli Misak sınırlarına sokamayan rejim önderleri bunun hezimetini örtbas etmek için Kürtleri ve Şeyh Sait isyanını bahane ettiler.  Seyit Rıza’ya yaptıkları gibi Şeyh Sait için bir mektup da icad edemediler. İsyanda direnişçilerin elindeki silahların İngiliz silahları olmasına bahane ederek bu iftirayı yürütmeye çalıştılar ama Milli Mücadele yıllarında mücadele veren Atatürk ve arkadaşlarının ellerinde de yabancı menşeeli silahlardan başka silah yoktu ki? General Harrington M.Kemal’e yolladığı ve İnebolu’da teslim edilen silahlar İtalya, Rusya ve Fransadan alınan silahlar varken Şeyh Sait’i elinde İngiliz silahlarından dolayı suçlamak saçmalıktır.

Sonuç olarak Şeyh Sait isyanı hakkında söylenecek çok şeyler var ve bağımsız tarihçiler resmi tarihin aksine bu tespitleri yaparak onun haklılığını iade ediyorlar. Şeyh sait ırkçı T.C rejiminin zülmüne uğramış teslim olmasına rağmen mazlumca öldürülmüş ve hakkında da hiç doğru olmayan iftiralar atılmıştır.  Ne olursa olsun öldürülme şekilleri ve bu kalkışma bahane edilerek Doğu ve Güneydoğu illerinde estirilen devlet terörü rejimin haksızlığını ve bilhassa kıyamında gerekçelerinin haklı olduğunu ortaya koymaktadır. O zamandan bu yana yazılan resmi tarih ve yapılan propagandalar tarihi gerçekliği örtme ve rejime sahip güçleri haklı çıkarma amacıyla çarpıtılmış birçok gerçek gizlenmiştir. Tarihi vesikalar ve olayların seyri iyi değerlendirilip dönemin şartları ve siyasi konjoktürel yapısı ile birlikte yapılacak adil bir değerlendirmede Şeyh Sait isyanının abartıldığı ve rejimin kendi siyasi emel ve ırkçı politikalarından kaynaklanan zafiyetlerini örtme çabalarının haksızlık ve zulmün kaynağı olduğu anlaşılacaktır. 

YORUMLAR

Ahmet Budak 2 yıl önce
Şeyh Sait hakkında ayrıntılı bir bilgiye sahip değilim. Kimseyi de bir takım emin olmadigim suçlarla itham edip yargiliyamam. Ancak benim genel bir bakış açım olabilir. Oda şudurki: Osmanlı'nın son dönemi artık devletin yürumedigi çökme aşamasına geldiği bir durumdadir.Bu her yere sirayet etmiş. Dini yapilardan toplumun diğer katmanlarına kadar. Kurtuluş savaşına önderlik edenler devleti ve ideolojisini yeniden organize etmeyi programa almışlardir .Buharla çalışan motorlardan benzinle çalışan motorlara gecilince ve bu motor yakitlarininda Osmanlı'nın bulundugu coğrafyada olduğunu keşfedince ve aynı zamandaİ srail devletinin kurulusuna hazırlık anlamında Osmanlı'nın o coğrafyalardan zamanın güçlü devleti İngiltere'nin marifetiyle çıkarılması söz konusu olmustur Kurtuluş savaşına öncülük eden askeri zevat artık Osmanlı'nın bu durumunu sürdurulemiyecegini Ortadoğu cografyasinda tutunamayacaklarini anlayıp ona göre ümmet esaslı devlet yönetiminin (şartlardan dolayı )bir getirisinin olamayacağını anlayıp ulusal özelliklerde bir devlet yapısı için kendilerine bir coğrafya belirleyip orayı tutup orada merkezi bir devlet oluşturmak istemislerdir. Toplumdaki tarikatvari ve bağımsız dini konumlarin varlığını sürdürmeleri yerine üniversite düzeyli devletin tam kontrolünde bir Sünni dinayet yapısı olusturmak ve Milli bir kimlik(Türklük ) çerçevesinde ulusal birlik saglamak hedeflenmiştir.Buna muhalefet eden değişime itiraz eden çevreler tasfiye edilmişlerdir. Şeyh Sait ve Seyit Ruza meseleside böyle olmuştur diye düşünüyorum. Batililasmayi tamamen bu cumhuriyetin eseri olarak görmek eksik bir bakış açısı olur Batılılaşma Osmanlı'da birinci ve özellikle ikinci Meşrutiyet doneminde başlamıştır.Cumhuriyetle birlikte Batı yönenimli ama dinide inkar etmeyen ve modern Sünni bir devlet teşkil edilmiştir.Bakıldığında toplum açısından ve gelişmişlik açısından monarşi zamanına göre önemli gelişmeler sağlanmıştır.Bu gün tasvip edip etmemek ayrı bir konu ancak Islam devletleri arasında en gelişmiş devlet yapısı oluşmuştur. Bir Alevi için Cumhuriyet döneminde yaşamak daha tercih edilebilir (tabiki eksik yönleri çoktur ) durumdadır. Yani İslami sarayin çıkarına kullanan monarşik yönetimler çok daha tahrifat ve zulüm yapma kapasiteleri vardır.Yirmisekiz Şubat süreci dışında Sunni yaşam tarzına fazla bir mudahale olduğu söylenemez. (Buda zaten bilincli olarak oluşturulup magduriyetle dini hassasiyetler tahrik edilip yeni Osmanlı adı altında Bop projesine adım atilmistir.)Müdahale devletin tasfiye etmek istediği Osmanlı din düzenini sürdürmeye çalışan kesimlere olmuş onlar bir takım zararlara uğramışlardır.Gelismenin belli evresinde eski yapilar kabul edilmez olmuştur. Ben şahsen Cumhuriyet döneminin demokrasi ayağının güçlendirilmesine Osmanlı'nın belirli evresinden sonraki politikalarına kiyasla bizim için daha olumlu olduğunu düşünüyorum. Demokrasinin gelişmesinede Osmanlı heveslileri ve aşırı milli hassasiyeti olan Türk ve Kürt yapıların marifetiyle istenmemekte engel olunmaktadir
TAHSİN DEMİR 2 yıl önce
Şeyh Said ailesi Osmanlı ya bağlı olduğu halifeliğini kabul ettiği öyle bir şey yoktur, 4.Murat Kasr-ı Şirin antlaşmasından dönerken Diyarbakır a uğruyor,civar bölge ileri gelenleri padişahı karşılamaya gidiyorlar Şeyh Said hazretlerinin dedesi (Şeyh Said ailesi aslen Diyarbekirlidir) 4. Murad ın sarhoş İslam i olmayan hareketlerinden dolayı protesto ediyorlar. Şeyh Said ailesine katliam yapılıyor, Diyarbekir in Dicle kazasındaki dergah dağıtılıyor 1639 da, ailenin bir kısmı Elazığ ın Palu ilçesine geliyor,1865 de şeyh Said in babası şeyh Mahmut Feyzi Palu dan Erzurum un Hınıs ilçesine gelip yerleşiyor.
Arif Özel 2 yıl önce
Meselenin özü, rahmetli İmam'ın şu tavrı değil mi? https://cutt.ly/QmlYOZf
Serdar tan 2 yıl önce
Şahsa yapılan ithamların aslında oturmuş halini silmek imkansız şeyh said in şahsını temize çıkarmak için Kemal devletin komple değişmesi lazım ki mazlumiyeti dışa vurursun mazlumun hakkını almanın başka çaresi yok
EBA Malik 2 yıl önce
Seyh Sait bir zazaydi. Hic bir zaza kurt milliyeciligi yapmaz bu bir. Ikincisi seyh Saitin yaptığı küfre karşı kıyamdı bunu haksızlığa karşı kıyam olarak düşünün. Seyyid khamanei sunni Malcom x in şehadet yıldönümünde fatiha okuduğu videosu YouTube ta halen bulunmaktadır. Demekki iş sünni şii meselesi değil hak batıl meselesidir. Şeyh sait bir kıyam önderidir ama malesef insanlar onu hakkıyla tanımıyor. Şii olmakta mesele değil gençlik yıllarımda her ne kadar azeri türk caferi tanıdıysam çokları ülkücüydü. Şeyh Saite bunların islamı pencereden bakması düşünülemez. Ancak objektif kaygıyla bakıldığında onun kıyamı anlaşılır. Rabbim onu şehadet mertebesiyle şereflendirsin. İlahi aminn.. 🙏🙏🙏
TASPINARMK 2 yıl önce
Şeyh Said Efendi evet şeytani rejimin düşmanıydı çünkü tevhid karşı savaşan bir rejim gelmişti. Şeyh Said bir kürt idi ama kürt milliyetçisi değildi. Şeyh Said bir direnişciydi ama bir terörist değildi. Şeyi said bir âlimdi ama bir şarlatan değildi. Şeyh Said Efendi batıla karşı Allah teslim olmuş bir müslümanın yapması gerekeni yapmıştır. Tarihide şeyh said ile aynı kaderi paylaşan diğer bir ailm ise Emri Abdulkadir cezayirde fransızlara karşı direniş başlatmış ve şeyh said efendi savunduğu aynı ilkelerle mücadele etmiştir.. Oda fransaya karşı savaşmış büyük mücadelesi sonrası esir edilmiş Fransaya getirilmiş oradanda Türkiye ve nihayi olarak suriye sürülmüştür. Onunda vermis olduğu şanlı mücadeleyi kirletmek icin masonlarla iş birliği yaptı yalanı ile müslümanların gözünde karalayıp hain ve küçük düşürülmeye çalışılmıştır aynı şeyh said ingiliz ajanı dedikleri gibi. Müslümanların uyanmasını engellemek için. Hakikat savunucularınin verdikleri şanlı mücadeleleri herzaman küfür tarafından kirlik yalan iftiralara gizlenmey üstü örtülümeye çalışılmıştır.

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM