İran’ın takındığı dik duruş ve ABD İran Özel Temsilcisinin
açık ifadeleri de gösteriyor ki, İran görüşmelerde Hasan Ruhani dönemindeki
gibi aceleci davranmayacak ve öyle hemen sonuç alma gibi bir niyeti de yoktur.
Zaten İran ile ABD arasındaki görüşmelerden kesin ve somut bir sonuç beklemek
bunca tecrübeden sonra hayalcilik olur. Görünen o ki, İran bu süreçte belli ve
kalıcı garantiler alana kadar herhangi yeni bir taahhüt altına girmeyecektir.
İran’ın eli bu görüşmelerde ABD’den daha güçlüdür. Çünkü KOEP (Kapsamlı Ortak
Eylem Planı) anlaşmasından çıkan ABD, anlaşmadaki taahhütlerini yerine
getirmesine rağmen bu anlaşmadan herhangi bir fayda görmeyen İran’dır.
Taraflar görüşme masasına oturur ve birbirine geçici
tavizler verirse bile bu nihai sonuca varmak, anlaşmak olarak algılanmamladır
ve gerçekte böyle bir irade ve beklentileri de yoktur. Bu iyimser sonuç sadece taraflardan
birinin yenilgiyi kabul etmesi ve teslim olmasıyla mümkün olabilir ve ufukta
böyle bir şey görünmediğine göre kimsenin boş beklentiler içine girmesine gerek
yoktur.
Yirmi yıla yakın süreden beri devam edegelen nükleer
görüşmeler deneyimi gösterdi ki, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkta yaptırımlar
ABD’nin elindeki en etkili silahtır.
Sabırlı duruşu ve baskılara, kuşatmalara karşı direnişi ise İran’ın
elindeki en etkili silahtır.
ABD’in Görüşmelerden Beklentisi
Amerikan tarafı baskıyı artırmak, İran'ın nükleer teknoloji
dalında ilerleme sürecini sekteye uğratmak, İran’ın füze-savunma teknolojisi
ile bölgesel nüfuzunu sınırlamayı görüşmeler gündemine eklemeyi planlıyor.
Nitekim geçmişte (2015) önce KOEP (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) anlaşmasını
imzalayıp sonra (2018) geri çekilmesiyle on yıl süreyle bu amacına ulaştı
denilebilir. Çünkü İran bu anlaşma çerçevesinde karşı tarafın dürüstlüğünü denemeden
taahhütlerini yerine getirip nükleer teknolojisini büyük çapta durdurmuşken
ABD, İran aleyhindeki yaptırımları kaldırma taahhütlerini yerine getirmediği
gibi onlarca yeni yaptırım uygulamaktan da çekinmemiştir.
Donald Trump zamanında
anlaşmadan tek taraflı çekilen ve İran aleyhindeki yaptırımları daha da
şiddetlendiren ABD’de 2020 yılında yapılan seçimlerde işbaşına gelen Joe Biden hükümetinin anlaşmaya dönmeye dair
istekli görünmesi ve hatta Avrupalı dostlarını da yanına alarak İran’a görüşmelere
dönme baskısı uygulaması pişmanlık duyduğu için değil, zirvesine varmış
yaptırımların etkisinin zamanla azaldığını gördüğü ve yeni görüşmeler bahanesiyle İran’ı yeniden bir on
yıl daha oyalamak istediği içindir. Yoksa İran’ın nükleer silah peşinde olmadığını,
böyle bir niyeti olsaydı bunu pekala başarabileceğini ABD herkesten çok daha
iyi biliyor.
ABD uyguladığı yaptırımların başarılı olacağına, İran’ın
nükleer teknolojisini ve genel olarak gelişmesini durdurabileceğine güvense
asla ve kat’a yeniden görüşmeler yapılmasına istekli olmazdı. İnişli çıkışlı
sinus eğrisine benzeyen yaptırımların etkisi daima aynı düzeyde kalmadığı için
belli bir süre sonra şatafatlı sözcükler altında yeni taktiklere başvurulması
gerekir. İşte ABD İran üzerindeki baskıları sürdürme stratejisinde yeni bir
taktik olarak görüşme masasına oturmakta ısrar etmektedir ve başka çaresi de
yoktur. Masa üzerinde başka seçeneklerimiz (askeri!) de var sloganları da
eskimiş manevralardan ibaret olup İran tarafından artık ciddiye alınmamaktadır.
Bu propagandalar 15-20 yıl öncelerde etkili olabilirdi belki, ama günümüz
şartlarında ABD’nin böyle bir güç ve cesareti olduğuna artık kimse inanmıyor.
Afganistan kaçan, Irak’tan çıkmaya hazırlanan, Suriye’den nasıl çıkacağının
hesaplarını yapan ve en yakın müttefikleri yanında bile eski heybeti kalmamış
bir ABD’nin İran’a askeri saldırıda bulunmanın ne gibi korkunç sonuçlar
doğuracağını hesaplamaması mümkün değildir.
Çin ve Rusya’nın Görüşmelerden Beklentisi
Rusya ve Çin’in görüşmelerin başlamasına bu kadar istekli
görünmenin ötesinde teşvik edici olmaları ve Batı’dan daha çok KOEP (Kapsamlı
Ortak Eylem Planı) anlaşmasını ihya etmeye çalışmaları bu iki ülkenin kendi
çıkarları çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Çin ve Rusya’nın KOEP’i yeniden hayata geçirmekle güttükleri
asıl hedef, ABD ile yakın bir gelecekte uzlaşması mümkün görünmeyen İran’ı bir
yandan kontrol edilebilir bir ülke durumuna sevk etmek öte yandan İran
üzerindeki yaptırımlar baskısını kaldırarak veya en azından azaltarak bu ülkeye
ihtiyaç duyduğu silahları satmak (Rusya), İran’ın enerji kaynaklarından rahatça
yararlanmak (Çin) ve ikili ilişkileri artırarak İran’ı kendi yanlarına
çekmektir.
Yoksa bu iki ülkenin İran’ı ABD ve onun çizgisinde hareket
eden ülkelerin çengelinden kurtarmak veya uluslararası hukuk ve kuralları
ayakta tutmak peşinde olduklarını düşünmek safdilliktir. İsrail’in Filistin
halkına yönelik cinayetleri, İran’ın nükleer bilim adamları ve nükleer
tesislerine yönelik doğrudan ve Suriye’de İran’ın etkili olduğu üslere dolaylı
saldırıları ve Suudilerin mazlum Yemen halkına karşı sürdürdüğü cinayetleri
karşısında sessiz kalmaları, görmezden gelmeleri, cani ve katil rejimlerle ilişkilerini
her gün daha çok geliştirmeleri bu görüşümüzün en açık kanıtıdır.
İran’ın Görüşmelerde Beklentisi ve Üstün Konumu
ABD’nin hangi niyet ve planlar peşinde koştuğunun farkında
olan İran tarafı ise görüşmelerden elle tutulur bir sonuç alamayacağını artık
anlamış bulunuyor. İran’ın amacı artık gaddar düşmandan insaf beklemek yerine
yaptırımlarla birlikte yaşamak, ekonomisini ayakta tutmak, gelişmesini bu
şartlarda sürdürmek ve uluslararası kurallara uymakta kayıtsız kaldığına (buna
sulta sistemine katılmamak da denilebilir) dair içte ve dışta sürdürülen
kamuoyu baskısını azaltmak için görüşmelere eğilim göstermektedir. Çünkü İran
bunca deneyimden sonra rahat bırakılmayacağı bilinciyle nükleer teknolojisinin
bir bahane olarak kullanıldığının farkındadır.
Masa başında güçlü olmanın önemine binaen İran Viyana’da
başlayan görüşmelere bu defa elinde güçlü kozlarla gitmiş bulunuyor. ABD’nin
KOEP’ten çıkmasından sonra Avrupalı anlaşma taraflarının iki yıllık oyalama
taktiklerini ve anlaşmayı uygulamak için herhangi bir girişimde
bulunmadıklarını unutmayan İran taahhütlerini yerine getirmiş taraf olarak
alacaklı durumdadır. Her şeyden önce uğradığı zararların telafi edilmesini
isteyecektir, en azından öne çıkan durumun bir daha tekrarlanmaması için
birtakım garantiler isteyecektir.
Hepsinden önemlisi İran son bir yılda uranyum zenginleştirme
faaliyetlerine hız vererek %60 düzeyinde 25 Kg kadar uranyum zenginleştirmeyi
başarmış ve nükleer silah veya başlık için gerekli olan %90’lık zenginleştirme düzeyine
ulaşmak için en fazla bir ay gibi bir süreye ihtiyacı bulunmaktadır. Başını ABD
ve İsrail’in çektiği müstekbir güçleri en fazla da bu gelişme
kaygılandırmaktadır. İran görüşmelerde
bu kozunu da masaya yatıracak, zenginleştirmeyi durdurma karşılığında
yaptırımların kaldırılmasını talep edecektir. ABD ve müttefikleri İran’ın
taleplerine kısmen de olsa olumlu yanıt vermek zorundadırlar. Mevcut durumun
sürmesi durumunda bundan zarar görecek taraf uluslararası sulta sistemidir.
Çünkü sıkıntıları göğüslemeye alışmış ve istiklali için şimdikinden daha zor
şartlara hazırlanan İran’a daha fazla ne yapabilirler ki?
ABD’nin başını çektiği Batı ve hatta dost görünüp kendi
çıkarları peşinde olan öteki görüşme tarafı ülkelerin nükleer teknoloji de
dahil İran’ın bilimsel ve teknolojik ilerlemesine tahammülü yoktur. İran’ın
yeni bir uygarlık tesis etmek, bölge dışı güçlerin -İsrail de buna dahil- sultasına
son vermek, İslam dünyasının dirilişine katkıda bulunmak ve benzeri niyet ve
planlarından habersiz değiller ve bunun gerçekleşmesini geciktirmek için İran’a
geçici de olsa birtakım ödünler vermek zorunda görmekteler kendilerini.
Bu durum daha ne kadar böyle devam eder? Nisbî bir denge kurulana kadar, İran’ın
güçlenmesi, önemli alanlarda kendine yeterli duruma gelmesi ve ABD’nin tek
başına bir halt edemeyeceği zamana kadar...
Ziya Türkyılmaz