Kudüs Müdafaası İbadetlerden Bir İbadet Ve En Makbul İbadettir

GİRİŞ: 28.04.2022 09:38      GÜNCELLEME: 28.04.2022 09:38
Rasthaber -  Sevgili dostlar, yeni bir Kudüs gününe daha ulaştık. Bu mübarek günü tanımlamak için daha önceki konuşmalarımızda Kudüs gününün eyyamullahdan bir gün olduğunu söylemiştik. Kadir gecesi gibi, Nime-i Şaban (Beraat) gibi, Viladet-i Rasullah ve viladet-i imamiyun gibi Allah’ın günlerinden bir gün olduğunu iddia etmiştik. Elbette bu izah bir takım meselelerin özüne varamayanlar için tepki ile karşılandı ve itham ve tekfirle sonuçlandı. Bizim onlarla işimiz yok.

Kudüs Müslümanlar için ne ifade ediyor. Kudüs’ün varlığı ve değeri nedir? Kudüs dünyevi bir değer mi ihtiva eder yoksa uhrevi midir? Kudüs’ü istememizde onu savunmamızda onunla hemhal olmamızda bizi harekete geçiren saik aslında nedir. Dünyevi mi, nefsi mi, siyasi mi yoksa ibâdi midir?



 

Bugün bunları konuşalım ve Kudüs’ü kendi iç dünyamızda olduğu gibi toplumumuzda ve öğretimizde yeniden anlamlandıralım ve bizim dünyamızda Kudüs yeni bir anlam kazansın!

Kudüs denince hepimizin ilk aklına gelen şey Mescit-i Aksa ve Müslümanların ilk kıblesi olması hususudur. İnancımıza göre Müslümanlar ilk başlarda namaz kılarken Kudüs’e yöneliyorlardı. 16 ay boyunca Medine’de namaz kılan Müslümanlar Aksa’ ya yönelerek namaz kılarken Hz. Peygamber’in Kâbe’ ye yönelmek istediğini bilen Allah cc Bakara 144 "Biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık müsterih ol, işte şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Yüzünü Mescit-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede bulunursanız yüzünüzü oraya doğru çevirin.” Ayetini nazil ederek Müslümanların artık Mescit-i Haram’ a yönelip namaz kılmalarını istemiş hatta bu ayet nazil olduğu anda Mescit-i Aksa’ ya dönük namaz kılan insanlar namazı bozmadan yönlerini Mescit-ü Haram’ a yani bu gün namaz için yöneldiğimiz Kabe-i Muazzama ya dönmüşlerdir.

Bir başka rivayetlerde ise aslında Hz. Peygamber (s.a.a.)’in hep Mescit-i Haram’ a yönelerek namaz kıldığı ancak Medine civarında mukim bir Yahudi kavmini İslam’a ısındırmak için Mescit-i Aksa’ ya yöneldiği de iddia edilir. Ancak bunu fark eden Yahudilerin “yönelecek bir kıbleleri de yok” diye dedikodu yapmaları üzerine Peygamber (a.s) yüzünü göğe çevirip bu durumdan bir çıkış için çareler aradığı ve bunun üzerine Bakara 144’ün nazil olduğu söylenir.

Vahiyle muhatap bir masum ve tekvini kemalâtâ sahip Peygamber’in böyle kararsız ne yapacağını bilmez hale getirilmiş olması bu rivayetlerin her birini kendilerince anlamlı bir sebep bulmaya çalışan yorumcuların eseri olduğunu düşünüyorum. Her neyse.. Beni ilgilendiren aslında Peygamber (as) ‘in baştan beri hep Mescit-i Haram’ a dönerek ibadet ettiğidir.




Buradan yola çıkarak Mescit-i Aksa’nın Müslümanların kıblesi olmaktan çıkıp çıkmadığını sorgulamak istiyorum.

Ama şimdilik bu mesele bir kenarda dursun ve başka bir meseleye geçelim. Bildiğiniz gibi Müslüman’lar Mekke’den Medine’ye göç ettikten sonra müşrikler ile üç büyük savaşları olmuştur. Bunlar Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarıdır. Hendek savaşının Müslümanların olgunlaşmaları ve takva ve kemale erişmeleri noktasından bir sonuç olduğunu düşünürsek bu sonuca varmalarında diğer iki savaşın yani Bedir ve Uhud savaşının birer aşama olduğunu düşünebiliriz. Şöyle ki; Bedir savaşı aslında Mekke’den yola çıkan bir Kervan’a saldırmak amacıyla Müslümanların 350 kişilik bir ordu kurarak yola çıkmışlardı. Bunu haber alan Kervan’ın başındaki Ebu Süfyan’ın Mekkelilere haber göndermesi neticesinde Müşriklerden 1000 kişilik silahlı bir ordu toplandı ve Müslümanlara doğru yola çıktılar. Bunu öğrenen Hz. Peygamber insanları toplayarak Kervan’a mı yoksa Müşrik ordusuna doğru mu gidip savaşmaları gerektiği konusunda Müslümanlar ile istişare yaptı. Elbette Müslümanların çoğu Kervan’a saldırmayı tercih ettiler. Bunun çeşitli sebepleri vardı ama bizim üzerinde duracağımız bu savaşın “ganimet” savaşı olması ile alakalı idi. Evet Müslüman’lar bir Kervan’a saldırmak için yola çıkmışlardı. Kervan’ın başında en fazla 40 savaşçının olduğunu biliyorlardı. Ama müşriklerin gelen ordusu 1000 kişilerdi ve hepsi donanımlıydı. Ancak bu İslam’ın zaferi için ve Müslümanların bölgedeki geleceği için stratejik bir durumdu ve Müşrik ordusunun yenilmesi bu açılardan büyük bir kazanım olacaktı ve uhrevi karşılığı daha yüksekti. . Ama Müslüman’lar kolay olanı ve dünyevi olanı tercih ettiler ve Kervan’a saldırılması kararı alındı. Ancak Peygamber as orduya saldırılmasını istiyordu ve çoğunluğun isteğine uyarak bu konuda ısrar etmemişti. Rivayetlere göre sahabe bunu fark etti ve Hz. Peygamber’in üzülüp mahsun olduğunu görünce fikir değiştirdiler ve Müşrik ordusuna karşı savaşa giriştiler. Haliyle onların dünyevi olanı bırakıp uhrevi olana yönelmeleri Allah cc tarafından ödüllendirildi ve Melekleri savaşmaya göndererek mutlak bir zafer elde etmelerine yardım etti.

Bunun yanında Uhud savaşında ise Müslüman’lar kesin bir zaferin eşiğinde iken stratejik bir tepeye bırakılan okçuların ve sadece onların değil Müşrikleri dağıtıp onları kovalayanların da yine dünyevi olanı tercih etmeleri ve ganimet endişesine kapılmaları neticesinde savaş tersine döndü ve pusuda bekleyen Halit bin Velit’in komutasında bir birlik gaflete düşen Müslümanların üzerine saldırarak oları zelil bir mağlubiyete mahkum ettiler.

Lafı uzatmadan ve ayrıntılara girmeden netice olarak bir değerlendirme yaparsak eğer bir savaş bir cihat ve mücadele dünyevi istek ve sonuçlardan arındırılıp uhrevi ve Allah rızası ve İslam’ın yüce faydası için niyetlenip yapılırsa sonuçları da hayırlı ve başarılı oluyor. Bunun tersi ise her zaman hezimet ve kayıp ile sonuçlanıyor. İslam Müslümanlar için bir sınavdır ve aynı zamanda onları tekamül ettirip mükemmel varlıklar olmaya yönelten bir programdır. Bu yüzden bütün işlerimize, eylemlerimize, ritüel ve ibadetlerimize bu nazardan bakabilmeliyiz.

Bu yüzden yazımın başında Kudüs bize neyi ifade ediyor hangi değeri nazarımızda temsil ediyor diye sordum. Eğer Kudüs sadece siyasi bir anlam taşıyorsa bize o sadece bir kazanım bir cephe ve  kilo metreler ile ifade edilen bir satıh bir alan olmaktan öteye gitmeyecektir. Eğer Kudüs sadece tarihi ve arkeolojik bir değer ifade ediyorsa bize ya da zeytinliklerine, havasına, doğasına hayran isek dünyevi zenginlikten öteye gitmeyecektir. Eğer tarihi dinamikleri içinde Filistinlilere ve onların şahsında Müslümanlara ait bir değerdir diye onu savunuyorsak o zaman nefsani, bencil, tek yönlü bir anlamdan öteye gitmez ve kibir, bencillik ve nefsaniyet ve kavmiyetçilikten başka bir şey ifade etmez. Yine yaptığımız Kudüs günü eylemleri sadece bir ritüel haline gelmiş ise günü ihya etmekten öteye gitmiyorsa kendimizi gösterip tatmin edeceğimiz bir adet haline gelmişse o zaman bidat ve belki de haramdır.

Bütün bunlardan ari olarak ya da bütün bunlarında içinde olduğu bir öz tevhidi bilinç ile Kudüs’ü savunmayı bir ibadet olarak algılamalıyız. Evet bu günkü söylemimiz budur. Kudüs müdafaası Müslümanların ibadetlerinden bir ibadettir ve hatta en makbullerinden biri olma ihtimalini de taşır.




Kudüs Allah’ı birlemenin, Peygamber’e şehadet etmenin İslam’ı yüceltmenin ve cihat ve direnişin en takvalı en sevap ibadetidir. Bu yüzden o Kıble vasfını yitirmemiştir. Namazın kıblesi her daim Kâbe iken cihat ve direnişin kıblesi de Mescit-i Aksa ve Kudüs olmuştur. Öyleyse Kudüs ibadeti beş vakitten de fazladır ve kazası da yoktur. Bu yüzden Kudüs müdafaası Müslümanların her anını ve tüm varlığını kaplamalıdır. Ve Kudüs günü ise yılda bir kere yapılan bir kutsal Hac ibadeti gibidir. Allah için yapılır. Manevi bir hacdır. Normal hac gibi Mekke’de Mescit-i Haramda toplanın tavaf ve say ve kurbanı toplu yapmayı gerektirmez. Bu ibadet Kudüs ile birlikte dünyanın tüm coğrafyasında tüm şehirlerinde tüm meydanlarında yapılan bir ibadettir. Meydanlar tavaf edilir. Kudüs yürüyüşleri Beytullah’ta yapılan say gibidir. Yapılan fedakarlıklar verilen şehitler haccın Kurban fariziyesinin karşılığıdır.

 

                                                                                                                                               

FATİH BİLGİN

YORUMLAR

Kalko 1 yıl önce
Almanya'dan selamlar. Gerçekten Merhum Imam Humeyni (k.s) vasiyetini, bukadar güzel anlatır insan. Tebrikler.
Erhan GÖKÇİMEN 1 yıl önce
Eyvallah abi kalemine sağlık güzel bir yazı olmuş
Ekrem Ekşi 1 yıl önce
Yüreğine sağlık
Deniz 1 yıl önce
Güzel yazınız ve getirdiğiniz özgün bakışaçısı için teşekkürler.

REKLAM