Atlantik İttifakı’nda yer almanın, Türkiye Cumhuriyeti’nin
ekonomi, iç ve dış politika, toplumsal ve kültürel yapı düzleminde Atatürk
Cumhuriyeti’nden uzaklaşan, kendi kimliğine, benliğine yabancılaştıran, devleti
çökertici, milleti dağıtıcı bütünsel stratejik etkileri olduğunu vurguluyoruz.
Fakat, güncel planda da Türkiye’nin öncelikli güvenlik kaygıları konusunda NATO
ile temelde karşıtlık bulunuyor. Bu konuda en önemli başlığı, kurum olarak
NATO’nun ve üye ülkelerin Türkiye’nin PKK terörüne karşı mücadelesi konusunda
aldığı tutum oluşturuyor.
NATO İLE BİRLİKTE DÖNÜŞEN PKK
1991’de Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra NATO’da bir
dönüşüm gerçekleşti. Sovyetler Birliği’nin liderliğindeki Varşova Paktı
dağılmış, “komünizm tehdidi” ortadan kalkmıştı. Atlantik İttifakı’nı bir arada
tutmak için yeni bir “yapıştırıcı” olarak ortak tehdide ihtiyaç vardı. ABD
merkezlerinde üretilen “başıbozuk devletler” doktrinindeki ülkeler NATO’nun
tehdit öncelikleri haline getirildi. NATO’nun 1990 sonrasındaki köklü
dönüşümünde imal edilen tehdit şöyleydi: “Yugoslavya, İran, Irak, Suriye, Libya
gibi ‘başıbozuk devletler’in sahip olduğu kitle imha silahları ile bu
ülkelerden kaynaklanan 'etnik çatışmalar ve terörizm', ‘küresel güvenliği’
tehdit ediyordu.”
Ama, bu dönüşüm yapılırken Türkiye’nin teröre karşı
mücadelesi, hiçbir zaman NATO’nun önceliği olmadı. 2014 yılında merhum Hayati
Özcan ile birlikte yaptığımız röportajda İzmir’deki NATO Kara Kuvvetleri
Karargâhı’nın ilk komutanı olan ABD’li general Ben Hodges’e “PKK, NATO
açısından tehdit öncelikleri arasında mıdır” diye sordum. ABD’li general “evet”
demedi ve “Türkiye, bu konuda NATO’ya başvurmadı” diye yanıt verdi (Aydınlık,
26 Ekim 2014). Ben Hodges’un yanıtından da anlaşılacağı üzere NATO’nun
yaklaşımı şudur: Bir yandan terörizm tehditler arasında sayılmaktadır, diğer
yandan PKK terörü görmezden gelinmektedir. Tam tersine NATO ülkelerince,
Türkiye’nin PKK terörüne karşı mücadelesine, “insan hakları, demokrasi” gibi
bahanelerle, Türkiye’ye yaptırımlar uygulanmasıyla engeller çıkarılmıştır.
NATO’nun dönüşümüne paralel olarak, PKK da dönüşmüştür.
1991'den sonra PKK’nın yayın organları, ABD’yi ve NATO’yu “özgürlük getirecek
kuvvet” olarak değerlendiren yazılarla doludur. Abdullah Öcalan, Körfez
Savaşı’nın ardından PKK’nın yayın organı Serxwebun dergisinin Kasım 1991
tarihli sayısında, “NATO, halkların taleplerinin çözülmeye çalışıldığı bir
kuruma dönüşüyor” diye yazıyordu.
NATO’NUN GÖBEĞİNDE PKK KURUMLARI
NATO’nun ve “muhteşem” Avrupa demokrasisinin Londra,
Strasbourg, Brüksel, Lahey, Kopenhag gibi önemli kentlerinde yasal faaliyet
yürüten onlarca PKK kurumu vardır. NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin başkenti olan
Brüksel, PKK kurumlarının adeta kuluçka merkezidir. Sürgünde Kürt Parlamentosu,
Kürdistan Ulusal Kongresi, Kongra-Gel yapılanması ve en son KCK’nın kuruluş
çalışmaları hep Brüksel merkezli olarak yapılmıştır. Kuruluş duyurusunu
Brüksel’de yapan “Sürgünde Kürt Parlamentosu” 1995-1999 arasında Lahey, Viyana,
Moskova, Kopenhag, Roma, Oslo ve Brüksel’de 11 defa toplanmıştır.
PKK’nın ilk televizyon kanal Med TV, 1995’te Londra'da
kurulmuştur. Daha sonraki PKK televizyonları Medya TV Fransa’da, Roj TV
Danimarka’da, Med Nuçe Belçika’da, Sterk TV Norveç’te yayın lisansı alarak
kuruldu. Bunların dışında bütün NATO başkentlerinde, dernek, vakıf vb.
örtülerle, faaliyet yürüten PKK kurumları bulunuyor.
CIA merkezli olarak denetlenen Avrupa’daki uyuşturucu ve
kara para aklama işlerindeki PKK’nın rolünü ise başka günkü bir yazıya
bırakalım.
Toplam olarak değerlendirecek olursak, PKK, NATO’nun
çocuğudur. Türkiye için sorun, İsveç ve Finlandiya’nın PKK’ya destek vermesinin
ötesinde NATO’nun PKK’yı besleyip büyütmesidir.