Burada bir
hatırlatma yapmak istiyorum konumuzun daha iyi anlaşılması için:
1-)
Şeytanin görevi/varlık sebebi nedir?
2-)
İnsanın görevi /varlık sebebi nedir?
Bu
sorularımıza cevap verdikten sonra neden şeytan olduğu dahada açık ortaya
çıkacak fakat insan oğlunun nankör olduğu, hür iradesini nasıl dünyanın geçici
süsüne köle ettiğinde göreceğiz.
Şeytan,
İnsanoğlunu var oluşundan itibaren aldığı tavır (Allah'ın emrine itaat etmemek)
ve Allah ile olan anlaşmasında kendi vazifesini seçmiş ve sapmadan bir fiil
yerine getirdiğini görüyoruz, Yani Allah’a verdiği sözü yerine getiriyor. Kuran
terminolojisiyle bir hatırlatma yaparsak;
- Allah (cc) Dedi ki: “Ey İblis,
ellerimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi?
- İblis
Dedi ki: 'Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan
yarattın.” (Araf-12). Şeytan
Allah'ın önünde her zaman ki gibi secde etmek istiyordu Ademe secde etmek,
önünde boyun eğmek istemiyordu. İnsanın Allah’a karşı isyan edeceğini ve
kendine itaat edeceğini biliyordu “Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der;
insan inkâr edince de “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi
olan Allah’tan korkarım” der.” (Hasr-16). Şeytanin hatası yaptığı
teşhisinde değil fakat Allah'ın emrine olan itaatsizliğindeydi. Bu itaatsizliği
onun cennetten yerilmiş olarak kovulmasına sebep olmuş ve en büyük cezaya
çarptırılmıştı. Fakat şeytan buna karışlık Allah’tan kendisine o malum güne
kadar süre tanımasını istemiş dolaysıyla kendisine uyanlarla birlikte insanlığı
kendisi gibi yerilmiş bir hale sokacağını bilmekteydi.
- İblis,
“Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana süre ver” dedi.
Allah, “Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin” dedi. İblis,
“Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan;
mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış
(pak) kulların hariç– kesinlikle azdıracağım” dedi.” (Sad-79'dan 83)
- Allah
(cc) dedi ki: “Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum. Andolsun ki
cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden
dolduracağım” (Sad 84-85)
Buradan
çıkan netice; Şeytanin Allah’a karşı itaatsizliğinden ötürü seçmiş olduğu tek
bir asli görevi var; insanoğlunu kendi takipçileri kılarak Allah’a karşı
saptırmak, isyan ettirmek. Peki ya İnsanoğlunun görevi ne idi?
Allah
(cc), yaratığı tüm varlıkların kendine olan itaatini halife olarak yaratığı
insanda toplamış ve buna karşın insanoğlundan Rabbini tanıması, itaat etmesini
ve hiçbir şekilde ortak koşmadan hür şekilde huzurlu ve güvende olarak
yaşamasını istemişti. Bizlerde “o gün” hür olarak ve de severek Allaha itaat
etmiş ve Rabbimiz Allah'tır demiştik. Neticede Allah bizlerden kendisine şirk
ve ortaklar koşmamamızı istemiş ve en büyük düşmanımızın da şeytan olduğunu ve
de onu düşman olarak algılamamızı ve kendimizi onun hilelerine karşı korumamızı
bizlere ilan etmişti.
Buraya
kadar hepimizin bildiği ve tekrarladığı bir gerçek, fakat bizim bilmemiz
gereken şey şeytan, planının temellerini henüz bizler dünyaya gelmeden önce
belirlemiş ve uygulamaya sokmuş olmasıdır. İnsanın hür iradesini insana karşı
bir silah olarak kullanarak insanın Allah’a verdiği sözü dünyanın cazibesiyle
hileler kurarak unutmamasını sağlamıştır. Çok basit gibi görüne şeytanın bu
planı aslında bizlerin bozmada zorlandığımız en büyük zaafımızdır. Şeytan
insanın hammadde yapısını insandan daha iyi bilmektedir ki bunun ilk olarak
âdem atamızı ve Hava anamızı cenneteyken kandırmakla ispat etmiştir.
Allah (cc)
bunları biliyordu çünkü şeytanin “ben onları saptıracağım sadece az olan
Salihli/muhlisin kulların hariç” dediğinde Allah (cc), “Evet bu doğrudur
sadece Salih/muhlisin kullarım hariç saptıracaksın ve sana uyanların hepsinde
azabı büyük olacak demişti” ve Allah (cc), yaratığı kulunu zaaflarını,
şeytanında bunu farkında olduğunu biliyordu dolaysıyla Allah, şeytanın
hilelerine karşı korunması için insanoğluna bir takım kurallar belirlemiş ilk
olarak “Ve dedik ki: 'Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de
ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa
zalimlerden olursunuz.” (Bakara- 35) Allah (cc), bize verdiği hür
iradeni gücünü çoğumuzun hazmetmeyeceğini ve şeytana uyacağımızı biliyordu.
Bazılarımız
da diyecek ki “neden Allah böyle bir şeyi müsaade etti ve bir şey yapmadı ya
da neden engellemedi?” Bunu söyleyen kişi, kendi insanlığının yüksek manevi
“halifet’ul ard” derecesini kavramamış, şeytana itaat kapısını açık bırakmış
demektir. Allah derki “Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık”
(Taha-4) Ahsan-i takvimdeki insan, şeytanın ulaşamadığı ve saptıramadığı
muhlisin/ Salih kullardır. Fakat İnsan bir melek değildir fakat bir ibliste
değildir fakat hem melekten üstün hem de iblisten de daha aşağı olabilir. ÇUNKU
“İnsanlar yalnız: "İman ettik" demekle imtihan edilmeden
bırakılacaklarını mı sandılar? (Ankebut-2)
Bizler,
inancı nasıl tanımlıyoruz ve tanımlarken hangi terminolojiyi kullanıyoruz?
İnanmak; İnsanın Allah’a verdiği sözü hatırlaması için var ruhunun derinliklerinde
olan bir anahtardır. Fakat insanoğlu bu anahtarı nasıl ve hangi amaç için
kullanmaktadır? İnsan, dünyaya geldiği anadan itibaren kendine sorduğu soru;
Beni kim yarattı? Alemi kim yarattı? Nasıl oldu? Neden oldu? Ne için oldu?
insanoğlu kendisini aşan (yaratılmış olduğu) ve itaat etmesinin gerektiği
(Yaratıcısını) gücü tanımak istemesi insani farklı arayışlara sevk etti.
İnsandaki
bu arayış kendine verilmiş olan bilim (bilgiyi) keşfetmesini sağladı ve insan
materyal olan dünyasında materyal araç gereçlerle cevap armaya başladı buda
insanın bilim ve teknolojiyi kullanmasını sağlayarak ilerlemesini sağladı.
Fakat insana verilen bu bilim (bilgi) kendi var oluş sebebini anlamaktan daha
çok daim olma, hükmetme, dünyaya sahiplenme duygularını kabarttı ta ki
kendisini ilah görme safhasına kadar getirdi. “Kendi istek ve tutkularını
(hevasını) ilah edineni gördün mü?” (Furkan 43)
Buraya
kadar anlattıklarımız da şeytanı bize saldırısını görmedik fakat insandaki
merakın insandaki bilim (bilgiyi) keşfetmesini gördük fakat bu bilgiyi insana
nasıl, neden, ne için, kim için kullanacağını fısıldayan kimdir? Buradan
karışımıza çıkan diğer sorular; İnsan, kendi düşünce ve aklına hâkim olabiliyor
mu/ koruyabiliyor mu? İnsan, kendi için sevdiğini ve istediğini başkaları içinde
sevebiliyor ve isteyebiliyor mu? İnsan, kendin Egosantrizmden (ben merkezli
dünyasından) kurtarabiliyor mu ya da bunun farkında mı? Dünyamızda ya da
hayatımızda yok olan eksiyi (-) ya da yok olan kötüyü beynimizde aklımızda
& düşüncelerimizde virtüleleştirip şekille sokmamızı sağlayan etken
nedir?
Bizler her
şeyi akıl & düşüncelerimizle oluştururuz ve sonra ona bir şekil ve tanım
vererek kullanmaya çalışırız ve de kullanmak içinde sistemini kurar ve o
doğrultuda yaşam sürdürürüz. Fakat yok olan bir şeyin “var” olmasını ve
tanımını sağlayan bizlerin “o” şeyi düşünce & aklımızda oluşturmasını ve
maddeye dönüşmesini nasıl sağlamaktayız?
Mesela “bir uçak”, bir “yapay zekâ” yani “high teknoloji” türü dediğimiz
şeyler; cep telefonları, televizyon, oligram, vs. Ya da iyi bir şeyi
nasıl kötüye dönüştürebiliyoruz? Ya da neden hep “benim” istediğim,
dediğim olsun? Neden hep “benim” için olsun? neden hep ben?
Bizlerin
düşünceleri, her şeyin oluşumu zihnimizde farklı bir sekil (tanım) almasını ve
her şeyi de ona göre yapmamızı sağlamakta. İktidar sahibi olmak, hükmetmek ve
her şeyin sahibi olmak arzusunu düşüncelerimizi yönlendirmekte ve uygulamaya
geçirmek için fırsatlar ya da uygulayabileceğimiz destek araçlarını aramaktayız
ya da oluşturmaktayız. Bu çabamızda biz akıl hocalığı yapan kim? Tabii ki “Ben”
diyeceğiz. Yunus Emer der ki “ilim ilmi bilmektir, ilim kendini bilmektir
sen kendini bilememişsen bu nice okumaktır” özet olarak başka bir evrensel
irfan sözüyle “kendini bilen Allah'ını bilir” Kendini bilmeyenin okuması
(ilim yapması) ona ve çevresine hiçbir faydası yoktur. Çünkü o ilim “Hikmetsiz
ve de Bereketsiz ilim”dir.
Bu
açıklamalardan sonra günümüze geldiğimizde, Bizleri hikmetsiz & bereketsiz
ilimle negatifin/ kötünü (kaosunun) varlığını daim kılarak yaşatmak isteyen bir
güç ile karşı karşıyayız. Bu gücün planı, insanın düşüncelerini ve aklını
manipüle ederek dünyanın zevkini ve güzelliklerini ahlaksızlaştırarak, ölüm
korkusuyla insanlara yön vermekte ve ilahi hakikaten saptırmakta. Fakat Allah
(cc) kulları içinde şeytanin hükmedemediği ve oyuna getiremediği sayıca az olan
Salihli ve muhlisin kulları ki onlar şeytanin bu oyununa direnerek müsaade
etmeyeceği gibi de bozacaktır. Ama bu arada bizler şeytanin dolmuşuna
kurdukları sistem içinde yaşadığımızı için zorunlu & zoraki binme durumuna
kendimizi soktuğumuzdan ötür de tepki veremiyoruz. Bunun ana sebebi ise
medyanın vesveseleri ve vehimleriyle insanların beynine tecvit pilavı gibi
tekrarlayarak soktuğu korku (açlık, fakirlik, pandemi, hayat pahalılığı, ölüm,
vb) senaryolarıdır. Bazılarımız da kendilerini ileri görüşlü (Aydınlanmış &
entelektüel & modern) görüp kimileri bilerek kimileri de bilmeyerek
şeytanın bu oyununa hizmet etektedir.
Neticede; Madde dünyamızda da “RABBIN KIM” sorusuna “Rabbimiz
her şeyin sahibi Allah'tır ve biz sadece ona kul oluruz” diyerek cevap
vermekle her şeyin değiştiğini göreceğiz. Çünkü onların yalan ve hileleri
denizdeki köpüklerin yok olduğu gibi yok olacaktır. Şayet bizler içimizde
fırtına yaratanların dolmuşuyla devam edersek denizdeki fırtına katiyen
dinmeyecek ve bizler tam anlamıyla insanlığımızdan çıkacağız. Fakat Allah'ın
yeryüzündeki insanları doğru yola yönlendiren ilahi önderi vasıtasıyla
insanların kalbindeki ilahi ışığı güçlendirmeye başladı bile.
Sonuç
olarak: “Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa
Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile.” (Saff-8)
Mustafa
Kemal TASPINAR
15 AGUSTOS
2022