İsrail, siyasi tarihte benzeri olmayan bir vak’a olarak
görülmelidir. Zira kuruluşu esnasında bu devlet denilen yapının ne toprakları
ne de nüfusu vardı. Topraklarını gasp ederek, nüfusunu ise dünyanın her
tarafından insanlar getirterek edindi. Tamamen zulüm ve adaletsizlikten doğan
bu yapıdan ne beklenebilir ki?
İsrail’in gücü Müslümanların bölünmüşlüğünden
kaynaklanır:
İsrail'in gücü diasporasının, yani tüm dünya Yahudilerin
olağanüstü destek ve dayanışmasının sonucudur. Bizim zaafımızın sebebi ise tam
tersi, bölünmüşlüğümüzün, yetersiz destek ve bazı durumlarda da açık
anlaşmazlığın sonucudur. İşte burada birlik, elbette ki bölünmüşlükten daha
etkilidir.
Bu dayanışmadan dolayı Yahudilerden nefret etmemiz
gerekmiyor. Bunun yerine, buradan ibret almamız gerekir. Onlar gibi güçlü ve
birlik olmaya çalışmak zorundayız.
İsrail tamamen Müslümanların zayıflığının ürünüdür:
Zayıf olan kimse sadece kendine karşı değil, komşularına
karşı da âdil değildir, zira onlara kendisine saldırmaları için fırsat yaratır.
İslâm'ın siyasî gücü sıfır noktada olduğu bir sırada İsrail hakkında bir fikrin
doğması tesadüf değildir. XIX. yüzyıl sonuna ve XX. yüzyılın başına kadar İslâm
dünyasında şimdiki gibi bir durum hâkim olmasaydı eğer, ne İngilizler ne de
Yahudilerin, Yahudi devletini bizim canlı vücudumuz üzerine tasavvur etmeleri
mümkün olmazdı.
Müslümanlar koyun oldukları müddetçe İsrail kurt olmaya
devam edecektir:
Kendi zaafımız sebebiyle onları yanlış yola sevk ettik,
onlardan maceraperest ve megaloman kimselere fırsat verdik ve onların
kafalarında, sadece Küçük ve Büyük İsrail ile alâkalı değil, dünyamızın geniş
bölgelerinde efendilik taslamaları gibi, her türlü uçuk düşüncenin akıllarına
gelmesine izin verdik. Biz koyun olduğumuz için onlar kurt oldular. Bu sebeple
hem kendimiz, hem onlar ve hem de dünyanın bu bölgesindeki barışı için güçlü
olalım.
Kudüs ancak Müslümanların elinde gerçek manada özgür
olabilir:
Herkese tamamen açık olacak, özgür bir Kudüs şehrini kim
temin edebilir? Hem teorik hem de pratik olarak bunu sadece Müslümanlar
yapabilir.
Teorik olarak; çünkü sadece İslâm Hz. Musa’yı, İsa'yı, İncil
ve Tevrat'ı tanır, aksine ne Hıristiyanlar ne de Yahudiler ne Hz. Muhammed'i ne
de Kur'an'ı tanırlar. Bu tespit, Müslümanların bu meseledeki üstünlüklerinin
unsurudur.
Pratik olarak; Kudüs Müslüman dünyasında bulunmaktadır.
Kudüs’te olacak her türlü gayr-i İslâmî hâkimiyet, sadece güçle ayakta
durabilen anormal bir durum olur ve gerginlik durumu hiçbir zaman özgürlük
durumu değildir.
Tarih bu tezleri açık olarak teyit etmektedir. Kudüs, İslâm
hâkimiyeti boyunca her üç din için özgür bir şehir idi. İçindeki esaret durumu
onun Müslüman hâkimiyetinin yokluğuna denk gelmektedir. Bu iki defa oldu. İlk
defa, Haçlıların onu ele geçirdikleri zaman esnasında (1099-1187) ve ikinci
defa da bugün, İsrail'in elinde iken olmaktadır.
Müslümanlar asla
Yahudi hâkimiyeti altında yaşamamışlardır:
Yahudiler ile Müslümanlar arasındaki ilişkileri
değerlendirirken her zaman bir gerçeği göz önünde bulundurmak lazımdır; çok
sayıda ülke ve asırlar boyunca Yahudiler Müslümanların çoğunlukta ve hâkim
oldukları bölgelerde yaşadılar; buna karşın Müslümanlar şimdiki İsrail'in kısa
hâkimiyet dönemi haricinde, hiçbir zaman Yahudilerin hâkimiyeti altında
yaşamadılar.
İsrail’e karşı tek çözüm birleşmektir:
Böylesine saldırgan bir pan-Yahudiliğe karşı en azından
savunmacı bir Panislâmizm'i ortaya koymaktan daha doğal ne olabilir ki? Eğer
bütün dünya Yahudileri adil olmayan ve saldırgan bir savaşı desteklemek için
bir araya gelmişse, adil bir barışı temin maksadıyla Müslümanların yine adil
olan bir savunmada organize olmalarına daha fazla hakları vardır.
(Bu makale Aliya İzzetbegoviç’in Dr. Rahman ADEMİ tarafından
çevrilen “Müslümanlar ve İsrail” başlıklı makalesinden oluşturulmuştur)
Abdulaziz Kıanşal/milligazete