Rasthaber - Batılılar bilerek sapla samanı birbirine karıştırıyor.
Pekâlâ Hamas’ın İslamcı gündemi reddedilebilir ama Batı açısından asıl mesele
bu olsaydı Mısır, Suriye, Tunus, Libya ve Yemen’de Müslüman Kardeşler’le
çalışmazlardı. Ucu İsrail’e dokunduğunda işin rengi değişiyor ve diğer
coğrafyalarda ortak olan Müslüman Kardeşler Filistin’de terör örgütüne
dönüşüyor. Batı bu çelişkiyi aşarsa o vakit dürüstçe Hamas’ın İslamcı gündemine
de sıra gelebilir...
Refah toplumlarının bir yüzünde özgüven öteki yüzünde
kırılganlık yatıyor. İşler kötüye gittiğinde kırılgan taraf ulusal kimliğin
yeniden inşası iddiasıyla ötekine korkulara dayalı düşmanlık üretiyor.
Barındırdığı kültürel ve etnik çeşitliliği büyük bir zenginlik olarak gören
Hollanda siyaseti göçmenler, yabancılar ve Müslümanlar üzerinden yürüttüğü
zehirli tartışmalarla Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders’i sandıkta
zafere taşıdı. Sağcı, milliyetçi ve ırkçı dönüşüm Fransa’da da Ulusal Birlik
Partisi (RN) lideri Marine Le Pen’i sarayın kapısına kadar getirdi.
Hollanda’daki şoktan sonra Fransızlar da yarın bir gün Le Pen’in önünü kesen
stratejik tercihi terk ederse şaşırmamalı. Irkçı-milliyetçi tırmanışı önleme
adına merkez sağ ve sol partiler muhafazakârlaştıkça, partiler arası çizgiler
belirsizleşiyor ve kitlelerin “aşırı” olana ilişkin korkuları geriliyor.
Özellikle işçi sınıfına dayanması gereken sol içini aşırı sağa boşaltıyor. Bu
dönüşüm, bu sefer Müslümanların hedefte olduğu lanetli “arınma” fikrini alttan
alta beslerken bu lanete karşı birliği temsil eden AB’nin de ruhunu emiyor.
Azınlıklar kadar endişelenmesi gereken birileri varsa AB projesine
inananlardır.
***
Wilders’teki sıçramayı Hamas’ın 17 Ekim’de İsrail’e saldırısına bağlayanlar
oldu. Mesela Liège Üniversitesi'nden Prof. Dr. Jérôme Jamin “İsrail ve Hamas
arasındaki savaş Wilders'in işine yaramış olabilir" dedi. Etkisini ölçmek
zor fakat Wilders'in nefret kampanyası 7 Ekim saldırısıyla birlikte altın
madeni bulmuş gibiydi.
İslam’a “faşist ideoloji”, İslam peygamberine “Sübyancı”, camilere “Nazi
tapınağı” diyen Wilders, İsrail’i “İslam’a karşı Batı’nın ilk savunma hattı”
olarak görüyor. “Beyrut Kasabı” Ariel Şaron’a yakındı, cenazesine katıldı.
Başbakan Benyamin Netanyahu ile de dost.
Wilders, Netanyahu’nun 7 Ekim tasvirini anında kampanya malzemesine dönüştürdü:
“Bebeklerin başı kesildi. Aileler katledildi. Bu, cehennemden de kötü. Hamas'ın
tamamen yok edilmesi gerekiyor. Kısıtlama yok, intikam var. Adalet ve İsrail'in
güvenliği için.”
İsrail’in savaş ilanına “İyi şanslar İsrail. Hamas'ı yok et. Onların terör,
nefret, antisemitizm ve barbarlık ideolojisi tüm özgür dünya için bir
tehdittir. Yani bizim için savaşıyorsunuz. Toda raba!” diye destek çıktı.
Gazze’den katliam görüntüleri gelirken “Hiçbir İsrailli sivillerin
öldürülmesini istemez. Ancak Hamas'ın yok edilmesi gerekiyor. İsrail'e tam
destek vermeliyiz!” dedi.
Amsterdam’da Filistin’e destek gösterisine karşı öfkeliydi: “Terör
bayraklarıyla her köşe bucak sokaklarımıza giriyorlar. Ve kimse bir şey
yapmıyor. Rutte, Yeşilgöz ve herkes sokaklarımızı süpürmek yerine teslim
oluyor.”
Lahey'deki göstericilere de nefret saçtı: “Terörist destekçileri sokaklarımızı
ele geçiriyor. Emniyete alın, bugün ülkeden sınır dışı edin. Hollanda'da
Müslüman terörüne yer yok.”
Rotterdam’daki gösteri üzerine “Yazıklar olsun! Masum
İsraillilerin mezarları üzerinde dans eden bu insanların hepsi sınır dışı
edilmeli” çağrısı yaptı.
"İsrail'in Hamas'a karşı mücadelesi dünyanın barbarlığa karşı
mücadelesidir. Filistinlilerin nehirden denize kadar ilan ettikleri savaş
sadece İsrail'e karşı değil, yakında Hollanda'ya da ulaşacak" dedi.
Londra’daki insan seli için “Gazze sahili” ve “Londra kaybedildi” mesajlarını
paylaştı. Paris'teki gösteriyi kampanyasına malzeme yaptı: “Hamas'a büyük destek.
Bunu Hollanda'da mı istiyorsunuz? Herhangi bir partiye oy verin. İstemiyor
musunuz? O zaman PVV'ye oy verin.”
Wilders’a göre sadece Kudüs değil Paris, Roma ve Amsterdam da İslamcı
teröristlerin hedefindeydi ve bu özgürlük ile barbarlığın savaşıydı. 7 Ekim’den
itibaren bu mesajları tekrarlayıp durdu.
Eşi Filistinli olan ve aldığı tehditler yüzünden geçen yaz siyaseti bırakan
eski Başbakan Yardımcısı, Maliye Bakanı ve D66 lideri Sigrid Kaag’a defalarca
saldırdı.
İsrail, Filistinlileri Sina’ya sürme planıyla Gazze’ye girerken Wilders de
Siyonistlerin yıllardır pişirip durduğu akla teşne oldu: “1946'dan bu yana
bağımsız bir Filistin devleti var: Ürdün Krallığı. Ürdün Filistin'dir. Filistin
halkına gönüllü olarak Ürdün'e yerleşme ve kendi hükümetini özgürce seçme hakkı
tanınmalıdır. Haşimi Krallığı gerçek bir demokrasiye dönüşsün!”
2016’da dönemin ABD Başkanı Barack Obama’ya “Yerleşimler konusunda İsrail'i
suçlamayı bırak. Yahudiye ve Samarya (Batı Şeria) İsrail'e aittir.
Ürdün=Filistin” diye çıkışmıştı. Filistin lideri Mahmud Abbas’a bile tahammülü
olmadığını “O Yahudi düşmanının Hollanda'ya girmesine izin vermeyin!”
sözleriyle ortaya koymuştu. Böyle birinin seçim zaferi İsrail’de coşkuyla
alkışlandı.
Wilders’ın İsrail aşkı 1980’lerde Suriye, Mısır, Tunus, Türkiye, Kıbrıs, İran’ı
kapsayan bir ziyaretinin ardından depreşmiş. Birkaç yıl önce “Ortadoğu'da pek
çok ülkeyi ziyaret ettim ama hiçbir yerde Ben Gurion Havalimanı'na indiğimde
hissettiğim gibi özel bir kimlik duygusu hissetmedim" demişti. “Hepimiz
İsrail'iz; İsrail, Batı'nın İslam'a karşı ilk savunma hattıdır" ifadesini
de birkaç kez tekrarlamıştı.
İsrail'le dostluk konusunda Macaristan Başbakanı Viktor Orban’la duygudaşlar.
Gerçi konu İsrail olunca AB karşıtlarını Brüksel’de görmek istemeyen Avrupa
Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de onlarla kadeh tokuşturabilir.
***
Britanya bir kenara, kıta Avrupa’sında Filistin-İsrail çatışmasının iç siyasete
etkileri açısından üzerinde durulması gereken asıl ülke Fransa.
Gazze ‘soykırım savaşı’ altında ölürken Fransa gecesini
gündüzünü antisemitizm tartışmalarıyla geçirdi. Aşırı sağ ve aşırı solun bazı
kanatları hariç siyaset, gündemin 7 Ekim’de takılı kalmasına razı oldu.
Avrupa’da en kalabalık Yahudi nüfusu barındıran Fransa’da antisemitizm en canlı
konulardan biri. İçişleri’ne göre ilk beş haftada en az bin 200 antisemit olay
kaydedildi. Antisemitizme karşı Senato ve Parlamento başkanlarının çağrısıyla
yürüyüş düzenlendi. Le Pen de yürüyüşe katılarak Yahudi toplumu içindeki
şüpheleri gidermeye çalıştı.
Le Pen, Wilders’i selamlayanların başında geliyor. “Onu ve PVV'yi, ulusal
kimliklerin savunulmasına artan bağlılığı doğrulayan olağanüstü
performanslarından dolayı tebrik ediyoruz. Avrupa'da değişim umudunun canlı
kalmasının nedeni, ulusal meşalenin sönmesini reddedenlerin varlığıdır” dedi.
İslamcılar ve yabancılar konusunda örtüşen Le Pen ve Wilders İsrail’e tam
destek konusunda ayrışıyor.
Le Pen, Nazi bağlantılı kadrolarla birlikte yürümüş olan
babası Jean-Marie Le Pen’den devraldığı siyasi hareketi ‘antisemit’ etiketinden
önemli ölçüde uzaklaştırsa da Filistin-İsrail ya da Araplarla ilişkiler
konusunda hala bir yön karmaşası yaşıyor. Jean-Marie Le Pen, İsrail’in
2009’daki bombardımanı sırasında Gazze’yi “devasa bir toplama kampı” olarak
niteleyip “Gerçek bir gettoda sıkışmış bir sivil halka karşı büyük çapta askeri
saldırı şoke edici” demişti. Aşırı sağda bu çizgiyi koruyanlar var. Marine Le
Pen ise İslamcı Hamas’ı reddetmenin kimlik siyasetindeki getirisini ya da
İsrail’e destek vermenin partisini merkeze taşımadaki önemini hesaba katarak
pozisyon belirledi. Le Pen 10 Ekim’de Gazze’de Hamas’ı desteklemeyen nüfusun
Mısır’a gönderilmesi için uluslararası toplumun Kahire’yi ikna etmesi
gerektiğini savundu. Sonra 23 Ekim’de Gaullist çizgiye kaymışçasına
"Nüfusun Sina'ya ya da Negev'e gönderilmesi sadece yer değiştiren nüfusun
nefretini körükleyecek; Mısır'ı hatta Ürdün'ü istikrarsızlaştıracak" dedi.
Belli ki Gazze’den gelen felaket görüntülerle İsrail’in anlatısı dağılırken
frene basma gereği duydu. Burada iki şeyi dikkate aldığı söylenebilir:
Birincisi seçimlerde ulaşmak zorunda olduğu geniş kitlelerin hissiyatı;
ikincisi Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a da ayar veren devletin refleksi.
Le Pen zaman zaman Charles de Gaulle’e özendiği izlenimi veriyor. Cezayir
savaşından sonra Charles de Gaulle’ün çizgisi Araplarla iyi ilişkiler kurmayı,
kutup savaşlarından uzak durmayı ve ABD’nin hegemonik etkisini kırmayı
önceliyordu. De Gaulle 1967’deki işgali kınayıp İsrail’e silah ambargosuna
gitmişti. Fakat Le Pen’in göçmenler, yabancılar ve Müslümanlara bakışındaki dar
çerçeve onu, taklit etmeye çalıştığı Gaulle’den uzaklaştırıyor. Le Pen’in
zikzakları Macron’un yalpalamalarına koşut olarak gelişiyor sanki. Macron
İsrail’i ziyaretinde IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun Hamas’a karşı
devreye sokulmasını önererek şimşekleri üzerine çekmiş, daha sonra İsrail’i
sivil kayıplar nedeniyle eleştirip ateşkes çağrısında bulunmuştu. Fransa
toplumundaki bölünme Macron’un tutarlı bir çizgide gitmesini zorlaştırıyor. Le
Pen diskurunu İsrail’e destekten ziyade İslamcı tehdit üzerinden kuruyor. Hatta
Filistin’e destek mesajından dolayı İçişleri Bakanı Gérald Darmanin’in hedef
aldığı milli futbolcu Karim Benzema ile ilgili tartışmaya da dahil oldu.
Dermain "1100 İslamcı kuruluşu kapattık. Benzema da Müslüman Kardeşler’le
bağlantılı" demişti. Benzema’nın radikal İslamcılıktan hoşnut olduğunu
savunan Le Pen ise hükümetin futbolcuyu suçlarken neden Müslüman Kardeşler’i
yasaklamadığını sordu.
***
Başından itibaren Gazze’deki savaşa dair tartışmanın zemini sakattı, yönü de
tehlikeliydi. Hamas’ın IŞİD’den beter olduğu konseptini yaygınlaştırmak için
İsrail’in “soykırım savaşı”na karşı çıkan herkesi terör destekçisi ve antisemit
olarak damgalayan bir sorumsuzluk sergilendi. Antisemitizm Avrupa’nın sorunu,
Filistin’in değil. Filistinlilerin meselesi işgal ve sömürü, Yahudilik değil.
Ama bir soykırım savaşının göçmenler, yabancılar, İslam ve antisemitizm
tartışmalarına malzeme yapılması İsrail’in de Avrupa siyasetini rehine olarak
elinde tutma çabasına denk düşüyor. Avrupalı hükümetlerin Gazze’de ateşkes
çağrısı bile yapamayacak kadar İsrail’in ayaklarına kapaklanması bu ülkelerin
Müslüman ve Arap nüfusunda ciddi bir duygusal kırılma yarattı. Avrupa’nın
değerler manzumesinin pek bir ederi kalmadı. Filistin’e desteği önlemek için
öne sürülen antisemitizm tehlikeli, soykırım savaşında İsrail’e koşulsuz destek
yüzünden korkulan yönde gelişebilir.
Bütün bir tartışma Hamas’ın El Kaide, IŞİD ve Taliban’la aynı sepete konulduğu
yerden yürütülüyor. Esasen Hamas’ın da dahil olduğu Müslüman Kardeşler örgütü
farklı coğrafyalarda Batılı müttefiklerin ortakları olageldiler. Müslüman
Kardeşler, Suriye’de Esad yönetimine karşı silahlandırılırken ‘devrimci’
muamelesi görmedi mi? Yine Müslüman Kardeşler Mısır ve Tunus’ta iktidara
geldiğinde Arap Baharı’nın değişim gücü olarak alkışlandı mı? Libya’da
Kaddafi’ye karşı silahlı kalkışmada NATO’nun bir numaralı ortağı değiller
miydi? Adalet ve İnşa Partisi olarak Batı’nın tanıdığı iktidarın paydaşı
değiller miydi? Ürdün’de İslami Gayret Cephesi meclise girdiğinde ya da Fas’ta
Adalet ve Kalkınma Partisi hükümet olduğunda meşruiyet sorunu yaşadı mı?
Yemen’de Islah, Batı açısından Arap Baharı sırasında “devrimci”, geçiş
hükümetinde “ortak”, Husilere karşı savaşta “müttefik” olmadı mı? Irak’ta
Saddam sonrası Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı koltuğunu, İslami Cemaat’e
vermediler mi? Bunların hepsi Müslüman Kardeşler’in ülke örgütlenmeleri. Bu
liste daha da uzatılabilir. Fakat öteki coğrafyalarda dost ve müttefik bellenen
bir hareket İsrail’e karşıysa teröriste dönüşüyor. Bu çelişki İsrail için de
geçerli: Tel Aviv, Suriye’de IŞİD’in uzantısı Nusra dahil İslamcı güçleri Esad
yönetimine karşı destekledi. ABD Başkanı Joe Biden’ın “Hamas IŞİD’den beter”
nakaratına Batı da eşlik ediyor fakat Hamas, El Kaide ve IŞİD gibi küresel
cihat hareketi değil. Esasen Selefi-Cihadi hareketlerin İsrail’e karşı bir
düşmanlığı da olmadı. Hamas düşmanlığını İsrail’le, mücadelesini işgal
altındaki topraklarda sınırlamış, bu bakımdan “ulusal İslamcı hareket” olarak
nitelendirilebilecek bir yapı. Hamas 1967 sınırlarını esas alan Oslo
Anlaşması’nın çizdiği çerçevede, İsrail’in de onayladığı seçimlere girmeyi
kabul etmiş, sandıktan galip çıkmış bir parti. Batılılar bilerek sapla samanı
birbirine karıştırıyor. Pekâlâ Hamas’ın İslamcı gündemi reddedilebilir ama Batı
açısından asıl mesele bu olsaydı Mısır, Suriye, Tunus, Libya ve Yemen’de
Müslüman Kardeşler’le çalışmazlardı. Ucu İsrail’e dokunduğunda işin rengi
değişiyor ve diğer coğrafyalarda ortak olan Müslüman Kardeşler Filistin’de
terör örgütüne dönüşüyor. Batı bu çelişkiyi aşarsa o vakit dürüstçe Hamas’ın
İslamcı gündemine de sıra gelebilir. İsrail’i tanıyıncaya kadar sol-seküler
çizgideki El Fetih’e de terör örgütü diyenlerin tutarlılıkla ilişkisi ne
olabilir ki?
***
Özetle yıllara yayılmış ırkçı-faşist dönüşümün altındaki
sosyal, ekonomik ve siyasal dinamikleri göz ardı etmeden Hamas’ın halihazırda
rüzgâr almış yelkenleri biraz daha şişirdiği söylenebilir. Daha fazlası günah
keçisi aramaya girer.
Pandemi ve Ukrayna savaşının getirdiği ilave yüklerin yanı sıra
liberal-kapitalist sistemin yol açtığı tahribatlara odaklanmak yerine sosyal
katmanlarda yaşanan kötüleşmeden göçmen ve mültecileri sorumlu tutan, buradan
tartışmayı kolayca kimlik ya da kültürler arası çatışmaya kaydıran bir siyaset
tarzı aşırı sağa ekmek çıkartıyor. Yaşam normları arasında çatışmaları da
barındıran kültürel kimlik kriziyle nasıl baş edeceğini bilemeyen Avrupa
siyaseti tehlikeli bir yönelimle kendini “arınma” fikrine hazırlıyor. Gazze
halihazırda var olan çatışmaya güncel bir bahane sundu. Bu kriz yarın Gazze
olmadan başka bahanelerle devam edecek.
gazeteduvar