Ancak ABD yine de İsrail’i desteklemeyi ve yalnızlaşmaya
gitse bile BM platformunda korumayı sürdürüyor. Peki neden?
NETANYAHU BIDEN’I NEDEN DİNLEMİYOR?
Sorumuzu şöyle de sorabiliriz: ABD açıktan İsrail’in Refah
saldırısına karşı çıktığı halde Netanyahu hükümeti ABD’yi
dinlemeyerek nasıl saldırıya başlayabiliyor? Bu sorunun dört yanıtı var:
1) Netanyahu, başkanı ne derse desin ABD’nin son tahlilde
Ortadoğu’daki çıkarları gereği İsrail’i savunacağını biliyor.
2) ABD’de seçim yılı ve İsrail’e destek
konusunda daha agresif politikalar izleyebilecek Trump’un yeniden
başkan olması olası. Netanyahu bu nedenle ABD iç politikasına
ve zamana oynuyor.
3) ABD başkanlık seçimleri demokratik bir seçim
değildir; gerçekte en çok reklam fonunu kim buluyorsa o aday oluyor ve
seçiliyor. Fon konusunda Yahudi lobisinin önemli bir etkisi var ve Netanyahu kasım
seçimi öncesinde bu karta dayanıyor.
4) Biden yönetiminin Refah itirazı,
net bir itiraz değil zaten. Biden hem Amerikan kamuoyunun İsrail’e
tepkisini hem de İsrail’e sırt dönmenin ABD içindeki maliyetini hesaplayarak
denge kurmaya çalışıyor.
HERLZ’İN İŞARET ETTİĞİ İLERİ KARAKOL
Sıraladığımız dört nedenin üçü ABD iç politikasını
ilgilendiriyor ama işaret ettiğimiz ilk neden hem dış politikayı ilgilendiriyor
hem de stratejik düzlemde öneme sahip.
Bu konuda kapsamlı analize gerek yok. Joe Biden,
İsrail’in ABD için ne ifade ettiğini çok yalın ve çarpıcı bir şekilde zaten
açıklamıştı: “Eğer İsrail olmasaydı, ABD bölgede kendi çıkarlarını
korumak için bir İsrail yaratmak zorunda kalacaktı.” İsrail’in ABD
için Ortadoğu’da “ileri karakol” olduğunu savunan Biden bu
saptamasını senatör iken 1986’da yapmıştı ama başkan olarak 7 Ekim’den sonra da
teyit etti.
Aslında “ileri karakol” lafını doğrudan
kullanan bir başka isim zaten var: Siyasal Siyonizmin kurucusu, örgütçüsü ve
İsrail devleti hedefinin mimarı olan Theodor Herzl, daha yola
çıkarken Yahudi devletinin misyonunu “ileri karakol” olarak
ilan etmişti. Ünlü Der Judenstaat (Yahudi Devleti) kitabında
aynen şöyle diyordu: “Avrupa için biz, orada (Filistin) Asya’ya karşı
korunma duvarının bir parçası, barbarlığa karşı uygarlığın ileri karakolu
olabiliriz.” (Walter Hollstein, Filistin Sorunu, Yücel
Yayınları, 1975, s. 69)
KÜRESEL GÜNEY FAKTÖRÜ
1917 Balfour Deklarasyonu ile hızlanan süreç, emperyalist
İngiltere açısından 20. yüzyılın başında ne anlam ifade ediyorsa, II. Dünya
Savaşı’nın ardından Ortadoğu’yu İngiltere’den “devralan” emperyalist
ABD açısından da o anlamı ifade ediyordu. İsrail emperyalist İngiltere için de
emperyalist ABD için de Ortadoğu’daki çıkarlarının ileri karakoldur.
Öyle olduğu için de ABD, Balfour Deklarasyonu’ndan henüz beş
yıl sonra, 21 Eylül 1922 tarihinde Amerikan Kongresi’nin aldığı kararla
Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmasını kabul etmiştir.
Ardından 3 Aralık 1924 tarihinde İngiltere’nin Filistin üzerindeki
mandasını tanıyan Amerika, İngiltere ile bununla ilgili bir anlaşma da
imzalamıştır. Bu anlaşmanın 7. maddesi, İngiltere’nin manda rejiminde
uyguladığı tüm kararları ABD’nin onayına sunmasını, dolayısıyla ABD’nin
bundan sonra Filistin’de yaşanacak her türlü gelişmede söz sahibi olmasını
içeriyordu. (Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail
Savaşları, Kronik, 1994, s. 37)
Dolayısıyla emperyalist ABD için İsrail mutlaka korunması
gereken bir karakoldur. Buradan hem Araplar hem de bölge ülkeleri için
çıkacak sonuç ise şudur: İsrail’e geri adım attırabilmenin yolu ABD’ye karşı
tutum almaktan geçer. 75 yıldır sonuç alınamamasının nedeni budur:
Amerikancılık yaparak sahici bir İsrail karşıtlığı sürdürebilmek olası
değildir.
Neyse ki şimdi bu açığı yükselen Küresel Güney kapatıyor.
cumhuriyet