Öte yandan, Merhum Erbakan Hocamız bu kara propagandaya alet
olmayan siyasî bir lider olarak her fırsatta Türkiye-İran kardeşliğinden söz
ediyordu. Nitekim başbakan olduğunda D-8'i kurma girişiminde bulununca ilk yurt
dışı ziyaretini İran'a yapmıştı. Merhum Erbakan anlatıyor: "Başbakan
olduğumda ABD Büyükelçilisi beni ziyarete geldi ve klasörünü açarak ABD'nin
talimatlarını maddeler hâlinde sıralamaya başladı. Madde: 1- Yurt dışı
ziyaretinizi İran'a yapmayacaksınız. Madde: 2- İran ile ticaret hacminizi 50 milyon
dolardan yukarı çıkarmayacaksınız. Bu şekilde 8 madde sıralandı. ABD ne dediyse
ben tersini yaptım. İlk yurt dışı ziyaretimi İran'a yaptım. İran ile ticarette
bize konulan kotanın çok çok üzerine çıktık. ABD bundan son derece rahatsız
oldu." Hatırlayalım, Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Sayın Bekir
Yıldız belediye binasının önünde Mescid-i Aksa maketinden bir çadır kurarak
Filistin ile ilgili bir etkinlikte bulundu ve bu etkinliğe İran İslâm
Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Sayın Muhammed Bakırî konuşmacı olarak davet
edildi. Bakırî bu davet konuşmasında mazlum Filistin halkının uğradığı zulmü
dile getirdi diye diplomasi dilinde "persona non grata" (istenmeyen
adam) ilân edildi ve adamı apar topar sınır dışı ettiler. Demek oluyor ki, içimizdeki
Siyonist severler oldukça etkinler. Büyükelçiyi sınır dışı etmekle yetinmediler,
Sincan sokaklarına tankları indirip 28 Şubat Darbesi'ni yaptılar. Merhum
Erbakan'ın İran İslâm Cumhuriyeti mesulleri ile dostane ilişkiler geliştirip
Kudüs davasına sahip çıkma teşebbüsünden dolayı ABD ve Siyonist çetenin
piyonları olan (Türk Silahlı Kuvvetleri içerisine sızmış) hainleri rahatsız
etmekle birlikte ayrıca FETÖ (Fethullaçı Terör Örgütü) liderini de rahatsız
ediyordu. ABD ve Siyonist çetenin piyonu olan medya ile ağızbirliği yapan söz
konusu cemaatin (FETÖ - "Fethullahçı terör örgütü"nün) yayın organı
Zaman Gazetesi, "Beceremediniz Bırakın" diye manşetler atıyordu.
Terör elebaşısı Fethullah Gülen, öylesine bir nefretle İslâm Cumhuriyeti'ne kin
duyuyordu ki, "Bu Rafizîlerden öyle nefret ediyorum ki, cennete giden yol
İran'dan geçse ben etrafı dolanırım" diyordu. Fethullah Gülen bu söylem
ile yetinmiyordu. Hemen hemen her vaazında bir şekilde konuyu "Çaldıran
Savaşı"na getirip, "İslâm ümmeti bünyesinde fitne kazanını kaynatan
şu Rafizîlere haddini bildirecek yeni Yavuz Selimlere ihtiyaç var" diyerek
Türk Caza Kanunu'nda hukukî yaptırım karşılığı olan, "Din, bölge, sınıf ve
mezhep farklılığı gözeterek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek bir yıldan üç
yıla kadar hapis cezasını gerektirir" maddesinin muhatabı oluyordu. Ama
nedense bu kin ve nefret dolu söylemlere dur diyecek savcılıklar harekete
geçmiyordu.
Elbette İslâm Cumhuriyeti'ne düşman olan sadece Fethullah
Gülen ve cemaati değildi. Bugün birçok cemaat var ki sırf mezhebinden olayı
İran'a düşman. Mezhep üzerinden sürdürülen bu düşmanlık cemaatlerin tesirinde
kalan büyük halk kitlelerinin de gözlerini kör etmiş. Düşman baltasına sap
olmak böyle bir şey! Mesleğimiz icabı halkımızın düşüncesini almak için sokak
röportajları yapıyoruz. Bu ara güncel olması hasebiyle halkımıza İran İslâm
Cumhuriyeti'nin Şam'daki Büyükelçilik binasının Siyonist çete tarafından
vurulması ve akabinde İran'ın misilleme yapmasını sorduk. (Sormaz olaydık!)
Aldığımız cevapların % 80'i, "Danışıklı dövüş", "tiyatro"
ve "blöf" türünden cevaplardı. SubhanAllah bu ne kadar üzücü bir
durum! İslâm Cumhuriyeti'nin (nice bedeller ödeyerek) Filistin için yapıp
ettikleri takdir edileceğine bu tür tezviratlarla İran'a iftiralar
atılmaktadır. Maatteessüf ki, devrimin ilk gününden itibaren mezhep üzerinden
çeşitli iftiralarla sürdürülen karalama kampanyalarının sonucu halkımızın büyük
çoğunluğu İran'a düşman kesilmiş vaziyette. Yok efendim, "İran bugüne
kadar İsrail'e bir taş atmış mı?" Yok efendim, "İran bugüne kadar bir
gâvur ülke ile savaşmış mı?" "İran tarih boyunca hep Müslüman
ülkelere karşı savaşmış." türünden birçok iftiralar aleni bir şekilde dile
getirilmektedir. Başta da belirttiğimiz gibi, Allah Teâlâ Kûr'ân-ı Kerim'inde,
"Müslümanlar kardeştir." buyuruyor. Her bir Müslümanın diğer Müslüman
kardeşi ile aralarında imâna taallûk eden hukukî bir bağ vardır. Şu hâlde
mezhep üzerinden sürdürülen bu düşmanlık neyin nesi? Müslüman bir şahsı veya
Müslüman bir toplumu mezhebinden dolayı dışlamak, ötekileştirmek Enbiya
Sûresi'nin 92'nci ayetine istinaden şirktir, küfürdür. Çünkü Rabbimiz bu
ayette, her bir Müslümana hitaben, "Sizin ümmettiniz bir tek ümmettir. Ben
de sizin Rabbinizim. O hâlde bana kulluk edin." diye buyurmaktadır. Daha
ilk adımda mezhebî saik ile veya başka bir nedenle ümmeti ayrıştırmaya kalkmak
Allah Teâlâ'ya kul olmayı reddetmektir. Zira Allah'a kul olmak ilâhî buyruklara
itaati zorunlu kılmaktadır. Allah Teâlâ'nın buyruğu hilafına hareket etmek en
büyük bölücülüktür ve bu şirktir. Çünkü bu cürüm münferiden işlenen günahlara
benzemez. Siz içki içseniz bu sizin şahsınıza zarar verir ama ümmet bütünlüğüne
yönelik ayrıştırıcı söylemlerde bulunmak nifaktır/fitnedir. Bu yüzden bu cürüm
kebahir günah olmakla birlikte aynı zamanda şirktir. Şirk "bir tek"
olanı çoğaltmaya kalkmaktır. Fitne en büyük bölücülüktür. Bu yüzden Rabbimiz
şiddetli bir şekilde uyarıyor: "Fitne, adam öldürmeden beterdir."
(Bakara: 191) Fitne ümmetin birlikteliğine vurulan en büyük darbedir. Bu ise
sadece düşmanlarımızın işine yarar. Rabbimiz uyarmıyor mu? "Allah ve
Resûlü'ne itaat edin. Birbirinize düşmeyin. Birlik olun, aksi takdirde gücünüz
gider, düşman karşısında bir varlık gösteremez zelil olursunuz." (Enfal:
46)
Evet, ifade etmek istediğimiz o ki, kardeşlik hukuku dostane
ve dayanışma içerisinde olmayı zorunlu kılmaktadır. Yüce Rabbimizin emri kesin
ve mutlaktır: "Toptan Allah'ın ipine sarılın, tefrikaya düşmeyin, dağılıp
ayrılmayın." (Al-i İmrân: 103)
Ayrıca Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: "İmân
etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe imân etmiş
olamazsınız." Mezhep bağnazlığından dolayı bu ilkeleri çiğneyenlerin vay
hâline. Yobaz kişi, "Ben o düşmanlığı dini koruma adına yaptım"
diyecek. Ama bu mazereti geçerli olmayacak, çünkü o dini değil yanılma
potansiyeli olan müctehid bir imâmın içtihatlarını savunma adına Allah
Teâlâ'nın mutlak hükümlerini ayaklarının altına almaktadır. Bu yüzden
diyebiliriz ki, mezhep bağnazlığı başlı başına bir psikolojik hastalıktır.
Bağnazlık kişiye hoşgörüyü değil, adil davranmamayı, tahammülsüzlüğü, kin ve
düşmanlığı aşılar. Bu hastalığa sahip olanlara Rabbimiz acil şifalar
versin. Vesselâm...