Farklı bir yorum getirmek gerekirse, “Hem Jeopolitik Doğu’da
hem de Jeopolitik Batı’dayız.” iddiasında olmak; coğrafi, beşerî, ekonomik ve
tarihî bağları itibarıyla, “jeopolitik kimliksizlik, jeopolitik gücü kullanmaya
korkmak, bu yüzden de sıklıkla taraf değiştirmeye meyilli olmak” anlamına da
gelmektedir. Gerçekten de, “jeopolitik kimliksizlik”, yakın tarihimizde ve
günümüzde, çoğu Batı Asya devletinde sık rastlanır bir “geçici kabulleniş”
durumudur.
Günümüzde “güvenlik endişeleri” bahanesiyle emperyalist
Batı; Karadeniz’den başlayıp Umman Denizi’ne kadar uzanan yarı-kapalı denizleri
ifade eden Batı Asya Denizleri’ni büyük ölçüde işgal etmiş veya kilit altına
almış durumdadır. Bu nedenle, çoğu Batı Asya devleti, emperyalizmden fırsat
bulup da denizlerinin jeopolitik gücünden faydalanmaya cesaret edememekte;
üstelik mümkün olduğunca “Jeopolitik Batı”ya yakın durmaya çalışmaktadır.“
Jeopolitik kimliksizliğe” yol açan bu saçmalığın, sebepleri olduğu gibi, oldukça
basit çözüm yolları da var elbette. Cumhurbaşkanımızın vurguladığı “coğrafi,
beşerî, ekonomik ve tarihî bağlar” üzerinden konuyu inceleyelim…
“Coğrafya kaderdir.” sözü, 14’üncü yüzyılın seçkin Doğulu
coğrafyacılarından İbn Haldun’a aittir. Batı Asya Denizleri’nin bulunduğu
coğrafyanın kaderi ise, kesintisiz “savaş ve çatışmalar” ile çizilmiştir. Bunun
ana nedeni ise, Batı Asya Denizleri’nin Batı ile Doğu arasındaki esnek
jeopolitik sınırları oluşturmuş olmalarıdır.
6.000 yıllık tarihî birikimi bulunan Batı Asya Denizleri;
geçmişte olduğu gibi, bugün de Doğu ile Batı’nın esnek sınırlarıdır. Bu
sınırlar, bazen Batı Akdeniz’e dayanır; bazen de -günümüzdeki gibi- Umman
Denizi’ne geriler. Özgün bir dinamizmi bulunan bu yarı-kapalı denizler, farklı
uygarlıkları karşı karşıya getirmiş olmaları nedeniyle, binlerce yıldır
dünyanın merkezi olarak da algılanmışlardır. Uygarlık birikimlerinin
etkileşimleri, Batı Asya Denizleri’nde çok güçlü olmuştur.
Örnekler üzerinden bir parantez açmak gerekirse, günümüzün
Arap Alfabesinden Latin Alfabesine değin modern alfabelerin çoğunun atası,
3.000 yıl öncesinin Lübnanlı Fenike alfabesidir. Başka örnekler vermek
gerekirse, Avrupalılar, şeker kamışı ve yetiştiriciliğini ilk defa, Haçlı
Seferleri sırasında Filistin’de keşfedip öğrenmişlerdir.
Benzer şekilde, aromatik sakız, susam, keçiboynuzu, darı,
pirinç, kayısı, kavun, limon, incir, nar, zeytin, şeftali, hurma, portakal,
ıspanak ve muz da Avrupalıların ilk defa Doğu’da karşılaşıp Batı’da
yetiştirmenin yolunu buldukları besinlerdi. Arapların kendi diyarlarından
İspanya’ya taşıyıp yetiştiriciliğine başladığı pamuktan başka Avrupalılara
kâğıt üretimini öğretmiş olmaları da Avrupa’nın hazıra konma şansını gösteren
başka bir örnektir.
Esasında, tembel ve yağmacı Batı, üretken Doğu’ya çok şey
borçludur. Batı’nın tarihi, Doğu’ya benzemeye çalışırken Doğu’yu yağmalamaya
kalkanların tarihi olarak özetlenebilir.
Konumuza dönersek, örneklerini verdiğim bu yoğun kesişim ve
faydalı etkileşimler sayesinde, birbirinden farklı ırklar, halklar, etnik
yapılar, dinler ve mezhepler; Batı Asya Denizleri’nde, bazen uzlaşı içinde
bazen de çatışarak, ama iç içe yaşayagelmişlerdir. Öyle ki, Batı Asya insan
havuzu, sadece kültürel değil, aynı zamanda genetik olarak da Asyalı, Afrikalı
ve Avrupalı karışımıdır.
Uygarlıklar için eşsiz bir buluşma ve güçlü bir iletişim
noktası olan Batı Asya Denizleri, Jeopolitik Doğu için olduğu gibi, Jeopolitik
Batı için de vazgeçilmezdir ve savaşmaya değerdir. Doğu ile Batı’nın mücadelesi
sürüp gideceğinden Batı Asya Denizleri’nin birer barış denizi olmasını hayal
etmek boşunadır. Açıkçası Batı Asya, deniz uğruna savaşmaya hazır olanların
coğrafyasıdır.
Batı Asya Denizleri’nde şekillenen esnek “Jeopolitik
Doğu-Batı” sınırının doğu-batı ekseninde yer değiştirmesi, Batı Asya’da, Doğu
Avrupa’da ve Kuzey Afrika’da “jeopolitik kimlik” karmaşasına yol açan bir
etkendir. Örneğin, 16 ila 18’inci yüzyıllar arasında Venedik Cumhuriyeti,
-günümüz Türkiyesi’nin benimsediği- “Ne Batı’dayım ne de Doğu’dayım.” formülüne
sıkı sıkıya bağlıydı.
Sonunda Venedik, Jeopolitik Doğu tarafından yutulmamak için
mücadele verirken gücünü tüketince, kendisini yutan Jeopolitik Batı’nın bir
parçasına dönüşüverdi.18’inci yüzyılın sonuna kadar Doğulu olan Müslüman ve
Ortodoks Balkanlar coğrafyası, Doğu-Batı sınırının Batı Akdeniz’den Doğu
Akdeniz’e doğru değişmeye başlamasıyla birlikte, Jeopolitik Doğulu kimliğini
kademeli olarak Jeopolitik Batılı kimliğiyle değiştirmiştir.
Yine, 20’nci yüzyıla kadar Jeopolitik Doğulu kimliği olan
Yahudiler, 20’nci yüzyılından ortasında, artık en azılı türden Jeopolitik
Batılıya dönüşmüşlerdir. Yakın dünya tarihinde Arap Devletleri de,-Doğu’da
birleşip güç birliği yapmak yerine-jeopolitik olarak yalpalayıp duran “Yarı
Doğulu Yarı Batılı” kimlikleri ile jeopolitik Doğu-Batı sınırının tüm Asya’yı
çevrelemesine seyirci kalmışlardır.
Kendimizi anlatmak gerekirse, Osmanlı Devleti, 19’uncu
yüzyıldan 20’nci yüzyılın başına kadar “Jeopolitik Doğululuğu” reddederek
“Jeopolitik Batı”nın içine yerleşmeye çalışırken yıkılmıştır. Türk Devrimi ise,
Türkiye’yi tekrar “Jeopolitik Doğu”daki özüne taşımıştır. Jeopolitik Batı ile
mücadeleyi güçleştiren “geri kalmışlığı, hızlıca ortadan kaldırma” amacındaki
“Türk Devrimi”ni, Batılılaşma olarak yorumlama hatasına düşen yakın tarih
devlet adamlarımız ise, Türkiye’yi -hırsla- yeniden “Jeopolitik Batı” eksenine
taşımışlardır.
NATO üyeliği üzerinden Jeopolitik Batı’nın değirmenine su
taşıyan özde Doğulu Türkiye’nin, devam ettireceği anlaşılan Jeopolitik
Batılılaşma macerasını, “Ne Batı için Doğu’ya sırtımızı döneriz ne Doğu için
Batı’yı ihmal ederiz.” sözü ile gizlemeyi, açıkçası endişe verici buluyorum.
Jeopolitik Batı, yani NATO, melez savaşlar yoluyla Jeopolitik Doğu’nun kanını emerken ve Jeopolitik Doğu ile kanlı bir dünya savaşı hazırlığı yaparken, NATO’ya ve Jeopolitik Batı’ya sıkı sıkı yapışmış Türkiye’nin “Batı için Doğu’ya sırtımızı dönmeyiz.” sözünü gerçekçi bulmuyorum. Görünen o ki, “jeopolitik kimlik” bunalımından kurtulup Jeopolitik Doğu’daki özüne dönmesi için Türkiye’nin, yeniden devrimci bir iktidara, yani Vatan Partisi iktidarına gereksinimi vardır.