Rasthaber - HTŞ lideri Cevlâni’nin ailesinin Cevlân Yaylalarının İsrail tarafından işgali akabindeki zorunlu göçünde Filistin mücadelesine destek ile başlayan yolculuklarında altmış yıla yakın bir zaman sonunda geldikleri noktanın, Filistinli gruplara silah bıraktırıp kamplarını kapattırmak olması hayli manidar
HTŞ lideri Ahmed el Şara, ya da kod adıyla Ebu Muhammed el
Cevlâni’nin bilinen kökleri aslında Filistin-Suriye-Lübnan sınırı
yakınlarındaki topraklara dayanıyor. Dedesi gibi babası da günümüz
Türkiye’sinde “Golan Tepeleri” olarak bilinen bölgede doğmuş. Filistinlilerin
“Hadbetü'l-Cevlân" (هَضْبَةُ الْجَوْلَانِ)
ya da “Murtefiatu'l Cevlân" (مُرْتَفَعَاتُ الْجَوْلَانِ)dedikleri, yani Cevlân/Cevelân
Yaylaları veya Tepeleri olarak isimlendirilmiş bir bölge burası ve Ahmed el
Şara da Cevelânlı/Cevlânlı anlamına gelen Cevlâni kod adını buradan alıyor.
Cevlân/Cevelân ise, Arapça’da olduğu gibi Osmanlı Türkçesinde de “dönüp
dolaşma, gidip gelme, deveran etme” manasında. Yani ortada bir tür
“teferrüçgâh,” mesire yeri, gezilip dolaşılacak bölge var. Neresi orası? Golan
Tepeleri tabii…
Cevlâni’nin 1946 doğumlu babası ile dedesi Cemal Abdünnâsır
hayranı, sıkı bir Arap milliyetçisi. Dolayısıyla, Suriye ile
Mısır arasında 1 Şubat 1958'de ilan edilen ve her iki ülkedeki
referandumlarla onaylanarak yürürlüğe giren siyasi birleşme sonucu kurulan
“Birleşik Arap Cumhuriyeti” bölgedeki bütün Arapları olduğu gibi
Cevlâni ailesini de heyecanlandırıyor.
Eğer, II. Dünya Savaşı sonrasında o topraklarda kalıcı bir
barış hâkim olsaydı, Cevelânlı Ebu Muhammed el Cevlâni’nin ailesi
muhtemelen oraları bırakıp göçmek zorunda kalmayacak, bu sulak ve bereketli
toprakların keyfini çıkarmayı sürdürecekti. Biz de belki o toprakları eskiden
nasıl biliyorsak öyle bilmeyi sürdürecektik. 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar
Osmanlı toprakları içindeki Suriye vilayetine bağlı olarak kalmış bu bölgedeki
nahiyelere biz Osmanlı kayıtlarında “Cevlân-ı Garbi” ya “Cevlân-ı Şarki” demişiz.
Bağ bir kere koptuktan ve 1948’de kurulan İsrail’in 1967 yılında bu bölgeyi
işgalinden sonra ise Batı/Doğu Golan Tepeleri!
Aslında, bölgenin yerlisi olan Arapların “Cevlân”
olarak adlandırdığı bölgeye kolonizasyon döneminde gelen
Grekler, Gaulanitis (Γαυλανῖτι) demiş, daha sonra Romalılar
da bu şekilde benimsemiş, bu arada bölgeyle tarihsel bağları bulunduğunu
savunan Yahudiler de buraya Eski Ahit'teki (Yasa'nın Tekrarı 4: 43)
ifadelerden hareketle, yani Musa'nın Şeria Irmağı'nın doğusundaki üç kentten
bahsederken kullandığı “Başan'daki Golan” tanımlamasından yola çıkarak, Ramat
HaGolan (רמת הגולן) ya da düz
olarak Golan demişler. Bir diğer deyişle, biz “Cevlân” ile tarihsel
bağlarımızı, yerel halkla ve dilleriyle olan paydaşlığımızı ve kayıtlardaki
isimlendirmemizi unutup, orayı 1967'den bu yana işgal altında tutan gücün
söylediği şekliyle anmayı tercih etmişiz ve ediyoruz.
Velhasıl İsrail’in yerleşimci kolonyalizminin 1948
sonrasında yol açtığı ve büyüttüğü sorunlar, bölgenin gördüğü savaşlar, zulüm,
göçler ve yıkımlar başka bir çare bırakmamış Cevlâni ailesine ve göçmüşler.
Aile, Cevlân’dan (yani Golan Tepeleri’ndeki memleketlerinden) ayrılınca ilk
olarak kuzeye, 60 km mesafedeki başkent Şam'a göç etmiş. Birleşik Arap
Cumhuriyeti, Suriye'deki 1961 askeri darbesini müteakip son bulduysa
da Mısır bu adı 2 Eylül 1971'e değin koruduğu için, Baba Cevlâni
Şam’da yaşadığı yıllar boyunca birleşik Arap cumhuriyetinin geleceğine yönelik
ümidini muhafaza etmiş.
“Arap birliği” pratikte bir daha hiç gerçekleşmemiş bile
olsa geniş bir coğrafyada ses getirmeyi uzun yıllar sürdürdü, biliyorsunuz. Bu
arada, 1961'de Şam’da askeri darbe sırasında öğrenci olan Baba Cevlâni,
katıldığı protesto gösterileri nedeniyle hayatında ilk olarak cezaeviyle
tanışıyor. Serbest kalınca Ürdün'e geçiyor, bu kez de orada içeri alınıyor.
Derken bir gün cezaevinden alınıp Irak hududuna bırakılarak sınır dışı
ediliyor.
Baba Cevlâni, Irak başkenti Bağdat'ta iktisat ve
siyaset eğitimi alırken 1967 yılında “Altı Gün Savaşı” olarak da
adlandırılan Arap -İsrail Savaşı gerçekleşiyor. Golan Tepeleri’nin işgalinin
ardından bu kez Irak'tan Ürdün'e geçen baba Cevlâni orada Filistinli
fedailerin (gerillalarla) saflarına katılarak ilk silahlı eğitimlerini alıyor.
Artık Filistin meselesi asıl davasıdır baba Cevlâni’nin. Daha sonra Bağdat'a
dönerek eğitimini tamamlayan baba 1971'de yeniden Şam'a döndüğünde üçüncü kez
cezaevine giriyor. İçerden çıktıktan sonra siyasete atılıp meclis seçimlerine
katılsa da kazanamayınca Suudi Arabistan’a göçüyor. Petrol uzmanlık alanı
olduğu için bu ülkede 10 yıl süreyle Petrol Bakanlığı'nda çalışıyor.
Cevlâni ve İntifada
Ahmed el Şara, 1982’de o babanın oğlu olarak Suudi
Arabistan’ın Riyad kentinde dünyaya geliyor. Cevlâni okul çağına gelince,
yani 7 yaşındayken, aile yeniden Suriye'ye dönüyor. Geleceğin Suriye el
Kaide'si liderinin çocukluğu ve gençliği Şam'ın batısındaki El
Mezze bölgesinde geçiyor. Civarda sessiz, sakin, biraz içine kapanık ama
mutlu bir çocuk olarak tanınıyor Ahmed el Şara. Babsıa burada bir bakkal
dükkânı ile emlak ofisi açıyor. Mezze, İsrail işgalleri ile vatanlarından
kovulan Filistinlilerin 1957'de Suriye'ye geçip ilkin mülteci çadırları
kondurarak yerleştirdikleri, o zamanlar iki kilometrekareden ibaret olan Yarmük
Kampı’na sadece 10 km mesafede. Dolayısıyla, Cevlâni Filistinlilerin
dramına yakından tanıklık ederek ve bundan etkilenerek büyüyor.
[Filistinlilerin “Muhayyim el Yarmük” Yarmük Kampı) olarak adlandırdığı o
bölgede bugün artık o mülteci çadırları ya da bir çadır-kamp falan yok. Yarmük,
günümüzde daracık sokakları dip dibe evleriyle yoğun Filistinli mülteci
yerleşimine maruz kalmış bir meskûn mahal. Dolayısıyla, Arap coğrafyasının
birçok yerinde olduğu gibi, Filistinli mülteciler Şam ve çevresinde de
toplumsal yaşamın önemli bir bileşeni olmayı sürdürüyor.]
Her ne kadar Cevlâni babası gibi Nasır'ı kırsal
kesimdeki yoksulların feodalizme isyan bayrağı açışlarının bir sembolü olarak
görse de, onu en çok etkileyen tarihi olayların başında, kendi
ifadesiyle, Filistinlilerin İsrail işgaline karşı Aralık 1987'de
başlattıkları ayaklanma (İntifada) geliyor.
Filistinlilerin 1993 Oslo Anlaşması'na kadar
sürdürdükleri 1. İntifada (Ayaklanma) ve o anlaşmanın sonuçlarının
yarattığı hayal kırıklığı ile giriştikleri 2. İntifada (2000-2005) dönemleri
birçok Arap gencini olduğu gibi Cevlâni'yi de “ne yapmalı” sorusu
üzerinde düşünmeye ve yeni arayışlara itiyor. Bu süre zarfında aradığı
cevapları İslam dininde bulan Cevlâni beş vakit namaz kılmaya da
başlıyor. İntifada onun militan siyasette aktif rol alma almasına da sebep oluyor.
Yani “Filistin Davası” Cevlani’nin fikir ve eylem dünyasının ilk “cenk alanı.”
2003 Irak işgali
ABD'nin 2003 işgali sırasında 21 yaşında
olan Cevlâni Irak’a geçerek ABD işgaline karşı savaşmak üzere “el
Kaide” örgütü saflarına katılıyor. Sovyetler Birliği’nin Afganistan
müdahalesi (1979) sonrasında 1988’de iktidarı güç ve şiddet yoluyla devirmek
için Peşaver’de kurulmuş bu örgütün temelleri “Mektep el Hidamet el Mücahidini
el Arab” ya da daha çok bilinen kısa adıyla “Mektebiyye el Hidamet” (Hizmet
Mektepleri) isimli -Afgan Hizmet Bürosu olarak da bahsedilen- bir Afgan yardım
derneğine dayanıyor.
Afganistan’daki Sovyet varlığına karşı olan bu grup
Afganistan, Pakistan ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere
dünyanın çeşitli yerlerinde yardım toplamak üzere ofisler açmış bir yapı.
Sovyet varlığına karşı olan Amerikan vatandaşlarını bu “Hizmet” bürolarında işe
alan yapının hedefi, mesajlarının Batı dünyasına iletilmesinin ve
yaygınlaştırılmasının sağlanması ve böylece fon toplanması. Bunun için de bu
yolda gerekli olan tüm harcamaları, seyahat, temsil ve ağırlama masraflarını,
tutulan misafirhane giderlerini, Sovyet varlığına karşı savaşmak üzere
yetiştirilecek mücahitlerin” (cihatçı) eğitim kamplarını vd. finanse etmek için
yardım topluyor. Meselenin dünyanın dört bir yanından fon toplama kısmı bir kez
otomatiğe bağlandığında askeri yönü öne çıkmış olmalı ki, bir zaman sonra
Hizmet Mektepleri’ni değil “el Kaide el Askeriyye” ismini duyuyoruz sadece.
Panislamci bir anlayışla oluşturulmuş bu militer yapının kurucuları şöyle:
Filistinli Abdullah Azem, Mısırlı Ayman el Zevahiri, Medineli Vael el Hamza
Culaydan ve Riyadlı Usama bin Ladin.
Bu arada bir parantez açarak şu hususu da ifade edelim,
Afganistan savaşı sona erdiğinde Azem ile Zevahiri arasında örgütün geleceğiyle
ilgili derin bir görüş ayrılığı ortaya çıkıyor. Azem, örgütün uhdesindeki
servetin savaş sonrasındaki Afganistan’da İslami bir hükümet kurulması ve onun
vizyonuna teslim edilmesini istemekte, Zevahiri ise bu servet ve ağın İslami
olmayan ülkelerin devrilmesi amacına teksif edilerek küresel bir cihat yolunda
seferber edilmesinden yanadır. Azem iki oğluyla birlikte 1989 Kasım’ında
yolları üzerindeki bir mayının patlaması üzerine hayatını kaybedince Hizmet
Mektepleri’nin başına Zevahiri’nin fikirlerinden daha fazla etkilenmiş Usama
bin Ladin geçiyor. Örgütün en önemli fon toplayıcısı olan bin Ladin ile
birlikte Hizmet Mektepleri el Kaide’nin parçası haline gelecektir. (11 Eylül
2001’den sonra düğmeye basılacak ve, Hizmet Mektepleri, BM Güvenlik Konseyi’nin
1333 (2000) sayılı kararın 8(c) paragrafı uyarınca 6 Ekim 2001 tarihinde
El-Kaide, Usame bin Ladin veya Taliban ile ilişkili olarak listelenecektir.)
1990 yılına geldiğimizde, artık bu askeri yapı, Afganistan,
Pakistan ve Sudan gibi çeşitli coğrafyalarda, kendisine bağlı örgütler ile
İslami Cihad’ın da aralarında olduğu çeşitli savaşçı grupların askeri ve
istihbarat eğitimlerini sağlayabilen bir konuma ulaştığını görüyoruz.
Hizmet’ten Kaide’ye geçişte Amerikalıların rolünü tam olarak bilemesek de, daha
sonra örgütün ABD kontrolü dışına taştığını, başlıca hedeflerinden birinin,
Amerikan askerlerini Suudi Arabistan'dan ve Somali'den zor yoluyla çıkarmak haline
geldiğini, El Kaide ileri gelenlerinin bu tür saldırıların hem uygun hem de
gerekli olduğunu belirten fetvalar verdiklerini biliyoruz. (Ancak, ABD Ulusal
Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın 2012’de dönemin Dışişleri Bakanı Hillary
Clinton’a attığı “el Kaide Suriye’de bizim safımızda” mesajını içeren
elektronik postasından örgütün Libya işgali sonrasında Orta Doğu’da farklı
sayılabilecek bir rol oynadığı da aşikâr.)
Cevlânilere konuyu toparlayarak dönecek olursak… İsrail
yayılmacılığına karşı Nasır yanlısı bir Arap milliyetçiliği ile yola koyulan,
daha sonra Filistin davasına kendini adayan Cevlâni ailesinin radikalleşme
süreci, genç Ahmed el Şara’nın ABD’nin Irak işgali akabinde katıldığı el Kaide
örgütüne girişle birlikte hızlanıyor. Irak işgali akabinde bu ülkede devlet
yönetiminden kopartılan Sünni toplulukların çoğunda yaşandığı gibi. Bu
radikalleşmede en büyük rolü oynayan tarihi dönemeçlerden birinin Amerikan askerlerinin
Felluce kentinde bölge halkına uyguladığı büyük zulüm olduğunu da not
düşelim. Fallujah: Shocking and Awful" ya da "Caught in the
Crossfire" gibi yapımlarda da aktarıldığı üzere, bu zulüm Irak'ın “Camiler
Kenti” olarak bilinen Felluce'de ABD ordusunun Kasım 2004 tarihli
hava saldırıları ve topçu ateşi ile sınırlı değil. Neredeyse her köşesi kana
bulanan bu Irak kenti, o tarihlerde Tevhid ve Cihad örgütünün lideri
olarak ortaya çıkmış Ürdünlü Ebu Musab el Zerkavi’nin liderliğinde işgale
karşı büyük büyük bir direnişe sahne oluyor. Irak el Kaide'sinin
kurucusu olarak bilinen Zerkavi, savaşı bütün dehşetiyle şehrin içine taşıyor,
direniş sokak sokak, ev ev yaşanmaya başlıyor. Nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni
Müslüman olan Felluce'de Amerikan askerlerini kanlı bir savaşa
çeken Zerkavi, yerel halkın ABD nefretini derinleştirmede çok zorlanmıyor.
ABD'nin 2004'te Irak'ta öldürdüğü her dört kişiden en az
birinin Felluce'de yaşamını yitirmiş olması bu açıdan çok şaşırtıcı
sayılmaz. Dolayısıyla, IŞİD'in bağımsız İslam Devleti'ni Körfez Savaşı'nda en
büyük Amerikan şiddetine maruz kalmış ve Irak'ın acılarının sembolü
olmuş Felluce'de (3 Ocak 2014'te) ilan etmesi bir tesadüf olarak
görülmemeli.
Aslında ABD önderliğindeki Koalisyon
güçleri Felluce kentindeki sertliği devirdikleri Irak lideri Saddam
Hüseyin’ın son nüfuz kalıntılarını da silebilmek üzere gerçekleştirmişlerdi.
Ancak uyguladıkları orantısız şiddet ve bombardımanlarla galiba en çok da
hasımlarının yüreklerindeki son insani duygu kırıntılarını yok ettiler.
Yeniden Cevlâni’ye dönersek… 2004 sonlarında örgütünü Usame
Bin Ladin'in El Kaide'siyle birleştiren Zerkavi’nin 2006 yılında bir
Amerikan hava saldırısında hayatını kaybetmesi akabinde
Cevlâni, Irak'tan ayrılıp Lübnan’a geçer. Burada bir başka Sünni cihatçı
örgüt olan -1991'de Ürdün'de kurulup 1999'da Afganistan’a geçmiş- Cundu'l Şam
örgütü ile bağlantı kurar ve onlara destek verir.
Bucca Kampı yılları
Cevlâni, Lübnan’dan yeniden Irak’a geçtiğinde bu kez
Amerikan askerlerince yakalanır ve ABD’nin bu ülkedeki en büyük cezaevi olan
Basra vilayetinin Um Kasr kasabasında kurulmuş “meşhur” Bucca Kampı’ndaki
esaret yılları başlar.Onun kaderini değiştiren süreçteki en önemli kilometre
taşlarından biri belki de burası olacaktır. “Kitle imha silahları” yalanı
üzerine kurulmuş bir savaş ve işgale karşı savaşmış on binlerce insanla
Bucca’da aynı esareti paylaşır Cevlâni. Batılıların Irak işgali ve ABD'nin
Felluce'deki kirli savaşını es geçerek “terörün doğduğu cezaevi” olarak
nitelendirdiği bu kamp, ABD'ye karşı mücadelelerinde yenilgiye uğramış, önemli
bir kısmı Baas aygıtı içinde yer alan Iraklı direniş kadrosunun Sünni
unsurlarının Selefi ideoloji temelinde iyice radikalleştiği bir yer haline
gelecektir.
Cevlâni Amerikalılar tarafından Bucca’dan 2008’de serbest
bırakılır. Dışarıya çıktıktan sonra da Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD)
örgütünün kurucu lideri Ebu Bekir el Bağdadi ile birlikte hareket eder.
Bir süre sonra IŞİD’in Ninova Vilayeti (Musul) Emirliği görevine getirilen
Cevlâni, Suriye’de 2011'de patlak veren hükümet karşıtı protesto gösterilerinin
ardından bu kez buraya, eski memleketine geçer. Cevlâni, 2012 yılında Suriye’de
Batılı siyasi gözlemcilerin “El Kaide içindeki yenilikçi akım” olarak da değerlendirdiği
El Nusra’yı, yani tam adı “Şam Halkını Korumak için Nusret [Yardım]
Cephesi” olan örgütü kurar. IŞİD'in Suriye kolu gibi örgütlenen ve ilk
zamanlar Katar tarafından desteklenen bu örgüt 2012 yılı Aralık ayında ABD
Dışişleri Bakanlığı tarafından “terörist örgütler” listesine alınır.
İdlib'e geçiş
Bir süre sonra Nusra'yı destekleyenler ile IŞİD'i (ve
Bağdadi'yi) destekleyenler arasında ihtilaflar doruğa çıkar… Bağdadi'nin
El Nusra Cephesi'ni lağvedip IŞİD'e katılmaya çağırdığı örgüt
lideri Cevlâni bu çağrıyı reddeder. Sonrasında örgütte çatlaklar ve
bölünmeler başlar ve dünün mücahit kardeşleri düşman saflarda
birbirleriyle de çatışır. El Nusra'nın bu çatışmalarda zaman içinde
bazı üslerini, silah depolarını ve maddi kaynaklarını yitirmesi akabinde
karargâhını Deyrizor'dan İdlib'e taşır... Bundan sonra el Nusra “küresel
cihat” yerine Suriye’deki yerel mücadeleye odaklandığını ilan edecek, İdlib'in
yanı sıra Hama'nın kuzeyinde, Halep'in batısında ve Doğu Guta gibi
bölgelerde yerel bağlarını kuvvetlendirerek büyüyecektir.
2016 yılında örgüt adını “Şam'ın Fethi Cephesi” olarak
değiştirip El Kaide'ye biatı sonlandırdığını ilan eder. 2017'de ise adını bir
kez daha ve bu kez “Heyet Tahriru'ş Şam” olarak değiştirir. İdlib’deki mahalli
idareyi de siyasi kanadı olan “Selamet Hükümeti” ile birlikte yürüten
örgüt bölgedeki askeri hakimiyetini TSK'nın Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı
harekatlarıyla birlikte 2019'dan sonra Ankara ile paylaşmak zorunda kalacaktır.
Her ne kadar HTŞ, “Suriye El-Kaide'si” olarak da bilinse de, örgüt Batı ile ilişkilerde
kendisine yük olduğunu gördüğü o gömleği çıkarmış, hatta saflarında el Kaide’ye
biatı bırakmayan isimleri de tasfiye etmiştir. HTŞ’den epey bir zaman
önce kopmuş isimlerin oluşturduğu Hurraseddin ve Ensar'ül Tevhid
isimli örgütlerle çatışır duruma gelmiştir.
Bu arada, Cevlâni örgüt içinde kendisine rakip/alternatif
olabileceğinden ya da Ankara'nın dümen suyuna giderek kendisine karşı komplo
düzenleyebileceğinden şüphelendiği üst düzey komutanları planladığı suikast
girişimleri ile birer birer ortadan kaldırmaya başlar. Bu, aslında paralel bir
faaliyettir. HTŞ her ne kadar Washington tarafından 2018 yılında terör örgütü
olarak görülüp liderinin başına 10 milyon dolar ödül konsa da, "isyancı
güçlerin en agresif ve en başarılı kolu" olarak tanımlanan örgütün önü
alttan alta Amerikalılar tarafından açılmakta, temizlenmektedir. Amerikalılar
Cevlâni'yi değil ona alternatif olan ya da olabilecek yapıları ve bu yapıları
liderleri ile askeri kaynaklarını yok etmek üzere çok sayıda bombalama ve
suikast eylemleri gerçekleştirirler. Amerikalılar, İdlib’in hükümet kontrolü
dışındaki bölgelerinde karaborsa ticareti yönetme ve gelir üretmede HTŞ ile
rekabet eden yapıları, özellikle de HTŞ’den epey bir zaman önce kopmuş
isimlerin oluşturduğu Hurraseddin gibi, Ensar'ül Tevhid gibi örgütlerin
liderlerini, hedef almaktadır. (El Kaide türevlerinin Suriye’de ABD çıkarlarına
aykırı bir şekilde gelişip serpilmesinin engellenmesini de konu edinen 2020
tarihli yazımı “Paris’e Misilleme Asi Nehri’nin Kıyısında Geldi” başlığı
altında T24’den okuyabilirsiniz. Yine T24’te 2019’da kaleme aldığım “HTŞ: Bir
ümmet projesi mi, bir devrim projesi mi?” başlıklı yazımda da Amerikalıların
“küresel cihat fikrinden uzaklaşıyorlar, Suriye devrimine odaklanıyorlar"
diyerek parlatmaya çalıştığı HTŞ’de kazanın muhaliflerce nasıl kaynatılmaya
çalışıldığını okuyabilirsiniz.)
Bölgesel ve küresel aktörlerin HTŞ’yi siyasi ve askeri
hedefleri doğrultusunda şekillendirme gayretleri sürerken, örgütün de özellikle
2020’deki ateşkes sonrasında mücadelesini el-Kaide’ye biatı sürdürüp küresel
cihadı savunan yapılara karşı teksif ettiği görüldü. Hatta Cevlâni'nin
bölgedeki kendisine rakip ve daha radikal Selefi yapılanmaların liderlerinin
ortadan kaldırılması için Amerikalılar ile istihbarat paylaşımı yaptığı
iddiaları da ortalıkta konuşuluyordu. ABD ve müttefiklerinin nezdinde meşruiyet
ve makbuliyet arayışlarını yoğunlaştıran ve Batı tarafından kabul görmesini
sağlamaya dönük halkla ilişkiler temelli çabalarını artıran HTŞ, günü
geldiğinde “biz ABD için kesinlikle tehdit değiliz, küresel cihat gibi bir
hedefimiz yok” mesajı da verecektir.
Nihayet 2021 yılı başlarında Amerikalı bir yayın kuruluşunun
(PBS) Emmy ödüllü gazeteci ve belgesel yapımcısı Martin Smith’e bir
röportaj vermek üzere kameraların karşısına geçen Cevlâni, kamuflaj
giysilerini çıkarıp lacivert blazer ceket giyer ve Amerikalılara “el Kaide'ye
biatını ve ulusaşırı diğer cihatçı örgütlerle siyasi angajmanlarını 2016
yılında arkasında bıraktığını” açıklar. Bu arada, Batı’da HTŞ'nin ABD
tarafından artık farklı bir şekilde algılanması ve "kullanılması"
gerektiğine yönelik kamuoyu oluşturma çalışmalarının yoğunlaştığı görülür.
Brüksel merkezli düşünce kuruluşu “Uluslararası Kriz Grubu” (International
Crisis Group) tarafından 3 Şubat 2021’de "In Syria's Idlib, Washington's
Chance to Reimagine Counter-terrorism" başlığıyla yayınlanan
analiz/rapor bu yöndeki çabaların en önemlilerinden biridir. Rapor, Joe Biden
Yönetimi’nin HTŞ'ye “terörist” yaftasından sıyrılmasını sağlayacak fırsatlar
vermesi gerektiğini de dile getirmektedir.
Ancak HTŞ’ye fırsatların en büyüğü ve “büyük ödül,”
hepimizin bildiği gibi, 2024 yılı Aralık ayında yakılan Halep yeşil sinyali ile
verilecektir.
60 yıllık cevelânın sonu
Gelişmelerin bundan sonraki seyri tazeliği dolayısıyla gayet
iyi biliniyor. Cevlâni, 8 Aralık 2024 günü kontrolü ele ele geçirdikleri Şam’da
akşam saatlerinde Emevi Camii'nde ortaya çıkacak ve zafer konuşması yapacaktır.
1967 savaşının sonunda memleketleri olan Cevlan Yaylalarından (yani Golan
Tepeleri’nden) tamamen kopmak zorunda kalan Cevlânibaşkentte coşkuyla
zaferlerini kutlarken, tek kurşun sıkmadıkları İsrail birlikleri Golan
Tepeleri’nin tamamını işgal etmekte ve bir dönem ailesinin yaşadığı Şam’ın 25
km dibine kadar olan toprakları ele geçirmektedir. HTŞ örgütünün sözcüsü Ubeyde
Arnavut’a İsrail’in işgalleri ve Suriye’de 300’den fazla noktaya
düzenlediği saldırılar sorulduğunda, bu saldırıları kınamayıp “önceliğimiz
güvenliği ve hizmetleri yeniden sağlamak, sivil hayatı canlandırmaktır,”
diyecektir. Bir zamanlar adı "Şam Halkını Korumak için Nusret [Yardım]
Cephesi" olan HTŞ’nin, İsrail’in Filistin ve Lübnan’dan sonra başta Şam
olmak üzere Suriye altyapısını çökerttiği saldırılara karşı -atacak kurşunu
bırakın- söyleyecek tek bir sözü bile yoktur.
Aksine, HTŞ sözcüleri Yermük Kampına gidip Filistin Halk
Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi, İslami Cihad, el
Saika gibi Filistinli gruplarla 13 Aralık günü toplantı yaparak, onlardan
silahlarını bırakmaları, kampları kapatmaları ve askeri kanatlarını feshetmeleri
çağrısında bulunurlar.
Nereden nereye! Cevlâni ailesinin Cevlan Yaylalarının İsrail
tarafından işgaliyle başlayan zorunlu göçünde Filistin direniş mücadelesine
destek ile başlayan (silahlı) siyasi yolculuklarında altmış yıla yaklaşan bir
zaman sonunda geldikleri nokta, Suriye’deki 500 hedefe sadece birkaç saat
içinde 1,800 bomba atabilen ve Cevlân bölgesinin tamamı ile bölgenin en yüksek
noktasını (Cebel el Şeyh /Hermon Dağı) ele geçirerek artık İran’ı doğrudan
vurabilecekleri bir hava yoluna kavuşan İsrail’e ses etmemek ama Filistinli
gruplara silah bıraktırmak, kamplarını kapatmak ve “hadi feshedin kendinizi”
tavsiyesi vermek oluyor.
Özetle, Cevlâni ailesinin 60 yıla yaklaşan uzunluktaki
cevelânları sonunda, deverân ederek Şam’da geldikleri nokta bu! Buna bazıları
devrim, Cevlâni’ye ise devrimci diyor. Filistinliler ne diyor, onu
yakında duyarız. Ancak HTŞ’nin aşk ile devrâni olmadığını gördük. Bakalım
bundan sonra neler göreceğiz. Suriye için karanlık günler bitti, şimdi kapıda
daha karanlık günler var. Irak ve İran için ise en hafif tabiriyle daha zor
günlerin kapıda olduğu bir gerçek. Şimdilik, gün olur devran döner, kimmiş asıl
cevelânger görürüz, demekle yetinelim.
t24