HTŞ’nin “İdlib’i ne kadar iyi yönettiği, yeni ele geçirdiği
Halep ve çevresinde otoriteyi nasıl başarıyla kurduğu” martavallarını
pazarlayan yazılar döktürüyorlar. “Büyük Türkiye” masalının peşinde koşanlar,
ABD ve İsrail’in ekmeğine nasıl yağ sürdüklerini başka hiç bir şeyden
anlamıyorlarsa buradan anlasınlar.
ASTANA ÖNCESİNE DÖNÜLMESİNİN ANLAMI
HTŞ’nin ve sözde muhalefetin hâkimiyeti ele geçirmesi, 2017
öncesine dönmek demektir. Mevcut durum, binbir zorlukla inşa edilen ve
Türkiye’nin sadece Suriye sahasında değil daha geniş ölçekte
bölgesel menfaatleri lehine kazanımlar sağlayan Astana mutabakatının
bütün olumlu sonuçlarının çöpe gitmesine neden olabilir.
Unutmayalım, Astana mutabakatı, ABD’nin sınırımızda kurmaya
çalıştığı İkinci İsrail/terör koridorunun Akdeniz’e açılmasını önleyen Fırat
Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarının da zeminini oluşturan
ortaklıktır. Yani, Astana öncesine dönülmesi, İkinci İsrail/terör koridorunun
bozulması yönündeki kazanımları tehlikeye atmaktadır.
Altını bir daha çizelim: Suriye’de merkezi devlet çökerse,
kargaşalık çıkar, mezhepsel ve etnik çatışmalar başlar. Bu sürecin sonunda,
bırakın Türkiye’deki Suriyelileri geri göndermeyi, yenileri Türkiye’nin yolunu
tutar.
KONTROL KİMDE?
Bugün, “kutlu yürüyüşleri(!)” alkışlanan HTŞ ve diğer
“muhalifler”in, iddia edilenin aksine, ele geçirdiği yerleri bile yönetebilme
kabiliyetleri yoktur. Aralarında dünyanın çeşitli bölgelerinden getirilmiş
silah-mühimmat, para ve gıda lojistiğini dışarıdan sağlayan, CIA-MOSSAD
güdümündeki paralı askerlerin görevi, o ülkede yönetimin başına geçmek değil
hedef devleti yıpratma savaşıyla zayıflatmak, yıkılmasını sağlayacak koşulları
oluşturmaktır.
Aynı durum, Ankara’nın desteklediği Suriye Milli Ordusu adı
verilen yapı ve sözde Suriye Geçici Hükümeti adlı organizasyon için de
geçerlidir. Kontrol ettiği küçük yerleşimlerde esasen çapul ve haraçtan başka
bir önceliği olmayan çok sayıda farklı fraksiyonun, ite kaka bir araya
getirildiği bu oluşum milli de değildir, Ordu da değildir.
Ayrıca içindeki birçok grubu, Türkiye’den daha fazla CIA ve
MOSSAD’ın kontrol imkanları bulunmaktadır.
EN FAZLA KAZANÇLI ÇIKAN: ABD, İSRAİL VE PKK
Bugün HTŞ ve “muhalifler”in Şam’a doğru yürüyüşünün amacı,
İkinci İsrail’e giden yolu temizlemektir. Tıpkı Suriye’de olayların ilk
başladığı 2011’den sonra olduğu gibi.
O zaman da, aynı anda çok sayıda cephede savaşan Suriye
Ordusu’nun Şam’ın güvenliğini sağlamak için geri çekilmesi sonucunda, önce
sözde cihatçı terör örgütleri Türkiye sınırında cepler şeklinde bölgeleri ele
geçirmiş, kısa bir süre sonra bu bölgeler PKK/YPG’nin kontrolüne geçmişti.
Bugün de aynı manzarayla karşı karşıyayız. Suriye Ordusu’nun
zayıflamasıyla PKK/YPG harekete geçti ve alan genişletmeye başladı. Arkasında
ABD-İsrail’in açık desteği olan PKK/YPG’nin burada durmayacağını anlamak için
uzman olmaya gerek yok.
Suriye’de son bir haftalık süreçte en fazla kazançlı çıkan,
ABD, İsrail ve PKK’dır. Çünkü Şam’daki merkezi otorite çökerse, Suriye devleti
yıkılırsa, Suriye’nin bölünmesi kesinleşir. Bu sadece Suriye’nin değil aynı
zamanda Türkiye’nin, Rusya’nın, İran’ın da sorunudur.
Toplam olarak değerlendirilirse, Suriye’nin bölünmesi, ABD
önderliğindeki Atlantik cephesinin gelişen dünyaya karşı savaşında büyük bir
kazanç anlamına gelmektedir. O nedenle bu süreci tersine çevirecek askeri ve
diplomatik hamlelere girişmek, Türkiye için olduğu kadar başta Astana ortakları
ve bütün gelişen dünya açısından” yaşamsal önemdedir.
AYDINLIK