Yazıyı okuduğunuzda sadece dört iddiayı baz alıyor ve bunların hiçbiri hakkında bir kaynak öne süremediği gibi tamamen yorum ve tevile yönelik bir bakış açısı sunuyor.
Bu yazıdaki iddialar şöyle:
1-İmam Hüseyin Muaviye'ye 20 yıl
boyunca itaat etmiştir ve 2 milyon dirhem beytülmalden düzenli olarak maaş
almıştır.
2-Yezit daha yeni iktidara
gelmişti ve herhangi bir olumlu ve olumsuz icraat ortaya koymamıştı. Yani
Yezid'in isyan edilecek bir zulmü ve haksız icraatı yoktu.
3-İmam Hüseyin daha Yezid başa
gelir gelmez biat toplamaya başlamıştı yani iktidarda gözü vardı. Tüm Kerbela
faciasının sebebi Hüseyin (s.a.a)'nin bu ihtirasından kaynaklanıyor.
4-Olayları başlatan asıl olay
İmam Hüseyin'in Küfe Valisi'nin evini bastırması ve insanları öldürmesi idi.
Hüseyin meşru düzene isyan etmiş birde iktidar hırsını tatmin etmek için
insanları öldürtmüştü.
Bu saçma ve yanlı yorumların
bilinçli şekilde yapıldığı ve amacın bu işi sorgulamayan duygusal ve geleneksel
halk üzerinde fazlaca düşünmelerine gerek kalmadan algı oluşturmak ve İmam
Hüseyin'i anan ve Kerbela’yı canlı tutan Şii, Alevi Müslümanların bu yaptıkları
işin haksız olduğuna ve Müslümanlar arasında fitne çıkaran kişiler olduğuna
ikna etmektir.
Ben bunlara kendimce basit
cevaplar vereceğim. Ama bu işe vakıf tarihçi ve alim arkadaşların daha fazla
doyurucu cevapları olduğundan eminim. Zira bu tür yazılar ilmi ve akademik
nitelikten yoksun olup sadece basit ithamları ortaya atıp ardından bol yaygara
ve demogoji yapma yöntemini benimsemişlerdir.
Birinci iddianın cevabı basit
olarak şudur: Malumunuz üzere İmam Hasan Muaviye ile bir anlaşma yapmıştı ve bu
anlaşma gereği iktidar Muaviye’ye kalacak ve Muaviye öldüğünde ise İmam
Hüseyin'e devredilecekti. Her iki tarafta bu maddeleri kabul eti. Peki bu
sözleşme içinde başka maddeler de var mıydı?
Bu sözleşmenin maddelerine bir
göz atarsak:
1-Kufe beyt’ül-malı Hasan'a
bırakıldı (5 milyon dirhem)
2-Darabcerd bölgesinin haracı
Hasan'a ait olacak.
3-Hasan'ın babası Ali
lanetlenmeyecek, en azından Hasan bunu duymayacaktı.
Antlaşmaya göre Hasan, halifeliği
Muaviye'ye devretti ancak kendisinden sonra hilafeti saltanata döndürmeyecek;
bunun yerine istişare ile İmam Hüseyin’in seçilmesine izin verecekti.
Görüldüğü gibi İmam Hasan bir
sözleşme yapmış ve sözleşmede birtakım yerlerin beytülmali ve haracı ona
bırakılmıştı. Şimdi birinci sorunun ilk cevabı şudur ki İmam Hüseyin
Muaviye’den değil İmam Hasan’dan ödenek alıyordu.
Birinci sorunun ikinci cevabı ise
aşağıda verdiğim rivayeti okumanızdan sonra söyleyeceğim.
İmam Hasan ve İmam Hüseyin asla
ve asla Muaviye’ye biat etmemişlerdi zira onlar zaten seçilmiş İmamdılar ve
Muaviye ile yaptıkları sözleşme ise Hz. Peygamber (saa)’nin kafirlerle
yaptıkları sözleşme gibidir. Bunu aşağıdaki rivayet açıklıkla net bir şekilde
ortaya koyuyor:
Şeyh Saduk,
"İlelu'ş-Şerai" adlı eserinde isnat zinciri ile Ebu Said Ukeysa'ya
şöyle bir rivayet dayandırıyor. Bu rivayete göre Ebu Said Ukeysa, İmam Hasan'a
(a.s), kendisinin hak yolunda, Muaviye'nin ise sapıtmış ve zalim olduğunu
bildiği hâlde, kendisini Muaviye ile barış yapmaya sürükleyen sebebin ne
olduğunu soruyor. İmam ona şu cevabı veriyor: "Ey Ebu Said! Ben, yüce
Allah'ın kulları üzerindeki hücceti ve babamdan sonra onların imamı değil
miyim?" Ebu Said: "Evet, öylesin." diyor.
İmam Hasan (a.s) şöyle devam
ediyor: "Peygamberimiz benim ve kardeşim hakkında: 'Hasan ile Hüseyin
ayakta olsalar da köşelerinde otursalar da imamdırlar.' dememiş midir?"
Ebu Said: "Demiştir." diyor.
İmam sözlerine şöyle devam
ediyor:
"O hâlde ben ayakta olsam da
imamım, köşemde otursam da imamım. Ey Ebu Said! Benim Muaviye ile barış
yapmamın gerekçesi, Peygamberimizin Damreoğulları ile Eşcaoğulları ile
Hudeybiye'den geri dönüşü sırasında Mekkeliler ile yaptığı barışın gerekçesinin
aynısıdır. Onların kâfir oldukları tenzil ile Muaviye ve adamlarının
kâfirlikleri ise tevil ile sabittir."
Ey Ebu Said! Mademki ben yüce
Allah tarafından imamlığa lâyık görüldüm, yaptığım uygulamanın hikmeti belirgin
olmasa da öne çıkardığım ateşkes ve savaş ile ilgili görüşümün akılsızlıkla
nitelenmemesi gerekir. Hızır'a (a.s) baksana: Gemiyi deldiğinde, delikanlıyı
öldürdüğünde, yıkılmak üzere olan duvarı doğrulttuğunda, bu hareketlerin
hikmetini bilmediği için Musa (a.s) bunlara karşı memnuniyetsizlik gösterdi.
Fakat Hızır (a.s) ona uygulamalarının hikmetini anlatınca, hoşnutluğunu ifade
etti. Ben de öyleyim. Verdiğim kararın hikmetini bilmediğiniz için bana
kızdınız. Eğer bu kararı vermemiş olsaydım, yeryüzünde taraftarlarımızdan
hiçbiri bırakılmayacak, hepsi öldürülecekti.
Evet! birinci sorunun ikinci ve
çarpıcı bir cevabı da şudur. İmam Hasan ve İmam Hüseyin İlahi velayetin
elçileridir ve bu velayet ipi (hablullah) Adem (as)’dan Hatem (as)’a oradan da
İmamet yolu ile Mehdi (af)’i şerife kadar düzenli bir şekilde işleyen ve asla
intikaya uğramayan bir devamlılık arz eder. Çünkü bu sünetullahtır. Velayet
ilahi yasalardan bir yasadır. Tıpkı suyun kaldırma yasası, yerçekimi yasası,
Mendel kanunu ve fizik yasaları gibi. Dolayısı ile İmam Hasan ve İmam Hüseyin
yeryüzünde hangi şart olursa olsun hangi toplulukta hangi iktidar olursa olsun
her daim İlahi düzenin seçilmiş yöneticileridir. O zaman Hz. Hasan’ın
iktidarının Hz. Peygamber (as)’ın iktidarından farkı yoktur. O zaman yukarıdaki
hadiste de belirtildiği üzere İmam Hasan (s.a.a)’nin Muaviye (la)’den anlaşma
gereği aldığı her şey Muhammed (as) kafirlerden aldığı fidye ve haraç
niteliğindedir. Dolayısı ile İmam Hüseyin’in Muaviye’den maaş aldığı iddiası
bir çarpıtmadır. O İmam Hasan’dan ödenek almıştır. İmam Hasan’ın Muaviye’den
aldığı İmam kendisi olduğu için İslam fıkhına göre ganimet, haraç ve fidye
niteliğindedir.
İmam Hasan (s.a.a)’nin Muaviye
ile yaptığın anlaşmayı açıklayan Sünni kaynaklarda da rivayetler vardır. Tabersi’nin
“el ihticac” da Zeyd b. Veheb Cühenî’den aktardığı, Süleyman Kunduzi’nin
Yenavbi_ull Mevedet’de aktardığı rivayetleri yazının hacmini korumak için
buraya aktarmıyorum. İlgilenenler bu eserle de bulabilir.
İkinci soruya verilen cevap
aslında birinci cevapta bahsedilen sözleşmenin son maddesi olan Muaviye’nin
ölümünden sonra İmam Hüseyin (s.a.a)’nin biat toplamasına ve seçilmesine izin
verilmesi şartıdır. Yezit (l.a) başta iktidar koltuğuna oturarak bu hakkı gasp
etmiş bununla birlikte halkın seçim tercih hakkını da gasp etmiştir.
Muaviye zahirde Müslüman
görüntüsü sergilerken Yezid, fasıklığını ve facirliğini açığa vurmaktan
çekinmiyordu. Zevk içinde yaşıyor sarayda içki ve işret sofralarını açıkça
yapmaktan çekinmiyordu. Sarayında şarap havuzu olan maymunlarla yatan ve bir
yandan Emir el Müminin unvanına sahip çıkan birisi nasıl masum olabilir ki. Ona
bir Müslüman nasıl tahammül eder ki?
Muaviye gibi stratejik ve hilekar
da değil baskıcı ve zorba idi.
Yezit İmam Hüseyin’i kendi
iktidarına tehlike olarak gördüğünden direk onun üzerine gitti. Muaviye İmam
Hasan ve İmam Hüseyin’in biat etmeyeceklerini adı gibi bildiğinden asla böyle
bir isteği gündeme getirmeyerek stratejik davranmıştı. Ama Yezit tüm diplomasi
ve nezaketi bir kenara bırakarak direk Medine valisine haber göndererek İmam
Hüseyin’den biat alması emrini verdi.
Vali’yi Medine halkını zor durumda bırakmak istemeyen İmam Hüseyin
Mekke’ye giderek hac vazifesi ile meşgul oldu.
İmam Hüseyin, İmam Ali ve İmam
Hasan gibi asla biat çağrısı yapmadı biat toplamadı ve insanları buna
zorlamadı. İnsanlar kendiliğinden ona tevessül ettiler ve ona biat etmek için
müracaat ettiler. Küfeden binlerce çağrı ve destek mektupları gelmişti. İmam
Hüseyin (saa)’nin iktidar tutkusu olduğunu söyleyenler ona iftira edip
meseleleri çarpıtmaktan başka da bir şey yapmıyorlar. İmam Hüseyin zaten
imamdı. Eğer hilafet de kendisine verilmiş bir hak ise onu istemesinden daha
doğal ne olabilir ki. Ama bu hedefi asla olmadı. Asla dünyalık gördüğü bu
makama tamah etmedi. Kendisine ilahi bir makam sunulmuş olan daha aşağısına
neden tamah etsin ki?
Gelelim İmam Hüseyin’in Küfe valisinin evini bastırıp insanları haksız yere öldürttüğü iddiasına:
İmam daha Mekke’de iken Kûfe ’den
kendisine binlerce mektup ve davet gelmişti. İmam bunlara kayıtsız kalamazdı.
Bu yüzden Amcaoğlu Müslüm bin Akil’i Kûfe’ye durumu araştırması için gönderdi.
Müslüm Kûfe ’de büyük ilgi gördü ve yaklaşık 18000 kişiden İmam Hüseyin adına
biat aldı.
Bunu öğrenen Yezîd, Kûfe ’de
halkın bu coşkusuna ses çıkarmayan Kufe Valisi Nu‘mân b. Beşîr’i azledip
yerine Basra Valisi Ubeydullah b.
Ziyâd’a gönderdi ve Müslim’i öldürmesini
istedi. Kûfe halkı, yüzüne peçe takıp başına siyah sarık sararak şehre gizlice
giren Ubeydullah’ı tanımadı ve onu Hz. Hüseyin zannedip büyük sevinç
gösterisinde bulundu. Buna çok sinirlenen Ubeydullah, valilik görevini
devraldıktan sonra camide okuduğu hutbede Hz. Hüseyin taraftarlarını Suriye’den
gelecek ordunun ırz ve namuslarını çiğnemesiyle tehdit etti, ardından sert
tedbirlere başvurdu. Kabile reislerini uyarıp göreve çağırdı. Bu gelişme
karşısında endişeye kapılan Müslim, Mezhic kabilesinin liderlerinden Hâni’ b.
Urve el-Murâdî’ye nin evine sığındı. Ubeydullah Hani’yi yakalatarak işkence
etti ve ağır şekilde yaraladı. Bunu duyan Hani’nin kabilesi Ubeydullah’ın evini
bastı. Buna kayıtsız kalamayan Müslim’de taraftarlarını toplayarak evi
kuşattılar. Amaçları Hani’yi kurtarmak öldürülmesini engellemekti. Ama
Ubeydullah isyanı engellemek için yirmi kadar kabile reisini tehdit ve
vaatlerle ikna etti ve neticede Kufe halkı Müslüm’i yalnız bırakarak ortamı
terk ettiler. Yalnız kalan Müslüm Hani ile birlikte öldürülerek başları kesildi
ve Yezit’e gönderildi.
Yezit iktidarını temsil eden Kufe
Valisi saldırgan ve hile ile halkı kışkırtmış ve yaptığı haksızlıktan ötürü evi
basılmıştır. Ama yine hile ve rüşvet ile olayı tersine çevirip insanları
öldürende o olmuştur. İmam Hüseyin’in ise bu olayranın hiçbirinden haberi dahi
olmamıştır. Ta ki Kerbela yakınlarına gelene kadar.
Görüldüğü gibi zaman zaman
Kerbela vakasını saptırmak ve İmam Hüseyin (s.a.a)’i haksız göstermek için
çeşitli çarpıcı iddiaların olduğu yazılar kaleme alınıyor ve bu vesile ile
hiçbir temeli bulunmayan sadece iddia sahibinin taraftarlığını ortaya koyan
absürt bakış açıları sergileyen boş iddialar ortalığa saçılarak samimi
Müslümanların bu konudaki hassasiyetleri ile oynayıp şaibe yaymama ve akıl
karıştırmaya yönelik çalışmalar yapılıyor.
Kaynağı ve yazarı belli olmayan bu
yazılar art niyetlidir saldırgandır ve fitne amaçlıdır. İmam Hüseyin (saa)’nin
haklılığı ve Kerbela olayının feciliği ve bunun yanında onu katleden alçakların
İslam’a olan düşmanlıkları ve azgınlıkları ve sapkınlıkları tarih boyunca Sünni
Şii muvahhit ve taassup ehli olmayan aklı, irfanı, takvayı ve kaynakları kıstas
alan Müslümanlar tarafından görülmüş benimsenmiş ve kabul edilmiştir. Artık
bundan sonra yalan dolan tevil ve çarpıtma ile bu durumu değiştirmeye
çalışanların niyetleri belli olduğu kadar çabaları da boştur. Vessellam!
Fatih Bilgin