Rasthaber - BismillahiRahmanniRahim
De ki: 'Allah, bana yeter. Tevekkül (iman) edecek olanlar, O'na tevekkül (iman) etsinler» (Zumer-38)
Hamd Alemlerin Rabbi Allah’a, salatu ve salam O’nun Resulü ve temiz Ehli beytine olsun.
İnanmak, İman etmek biz insanların hayatlarının motive eden, olmaz ise olmaz temel dinamizmdir. Hayatımızın yönünü ve şeklini tayin eder, yaşantımız boyunca aldığımız kararlar genellikle inancımız doğrultusunda olmaktadır. Bizi kökten etkiliyken bu güç nedir? Evelen kelimenin etimolojik tanımını yapmaya çalışalım ve daha sonra hayatımızda ki yerini belirleyelim.
İnanmak & inanç nedir? Gerçekten hayatımızı inandığımız şekliyle mi yaşıyoruz? yoksa inanç tanımına farklı bir anlam mı yüklemişiz? Kelimenin Etimolojik kökeni Arapça mlw kökünden gelen imlāˀ إملاء "dikte etme, yazı yazdırma" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice mlē מל "1. dolu, 2. herekeli yani sesli harfleri bildiren noktaları doldurulmuş yazı" sözcüğünün ifˁāl vezni (IV) mastarı olabilir; ancak bu kesin değildir. Bu sözcük Aramice/Süryanice #mly מלי "doldurma" kökünden türetilmiştir. Türkçemizde sıkça kullandığımız şekliyle inanmak: Bir şeyi doğru olarak benimsemek, itimat etmek, Birini doğru sözlü olarak bilmek, güvenmek, Bir şeyin varlığını, doğruluğunu kabul etmek, tasdik etmek, Kanmak, sanmak, Tevekkül etmek, İman etmek. Tevhit (tekbirli), Umut etmek.
Bu çerçevede genel bir tanım yaparsak. İnanmak (inanç); insanın hayatını dolduran (varlık sebebi), hayatına değer kazandıran, varlığına kimlik ve amaç vererek hayatına yön veren, buhrandan, karanlıktan aydınlığa çıkaran Umut'un kaynağıdır.
Bizler, inancı farklı duygu tonlarında algılayıp farklı hallerde yorumlayabiliyoruz. Bunlar güvenmek, tasdik etmek, itaat etmek, kanmak, sanmak vb. fakat gerçek mutlak olan inancın tanımı ya da kavramı değillerdir. Çünkü farklı tanımlamalara, çelişki, yanılgı arz edebilirler. Bu tip etkenler ise bizlerin yanlış tepkiler vermemizi ve hayatımızı zorlaştırmamızı sağlamaktadır. Örnek verirsek; «Ama, ben sana inanmıştım!» (Hayal kırıklığı). «Ona inanmaktan başka seçeneyim yoktu!» (Aciz olmak). «Düşüncelerim beni yanıltı?» (Tahmin etmek). «Kesinlikle odur», (Sanmak), vb. Burada ki inanç mutlak inanç değildir. Eğer bir yaklaşım yaparsak «Kader ve hür irade» arasındaki ilişkiye benzer bir ilişki vardır. Daha öz söylersek «2 in 1» ikinin bir kapsayanda olması. Ama bizlerin sahip olması gereken o tek kapsayandır. Örnek verirsek; siz, evinizin kapısını kitler ve gereken önlemleri alırsanız evinize hırsız girmesine engel olursunuz. Ama kapınızı pencerelerinizi kilitlemenize rağmen evinize hırsız girerse orda mutlak olan vuku bulmuştur. Yani tedbirlerinize rağmen soyulmuş olmanız kaçışı olmayana Tevekkül etmiş olmanızdır. Ya da bildiğimiz “şekliyle deveni ağca bağla ve sonra Tevekkül et” Burada karışımıza çıkan mutlak olana teslim olmaktır; Evelen bilmek (Akıl & düşünmek) ve sonrada inanmaktır. (İtaat etmek, teslim olmaktır) “La ilahe illallah” Evelen “La ilahe” Tüm ilahlara hayır. Çünkü ben “illa Allah” sadece mutlak olarak Allah inanırım.
Mutlak inanç; İmkânınızdaki tüm seçenek ve tedbirleri aldığınızda, sizin hiçbir seçeneğiniz kalmadığını düşündüğünüzde, çaresizliğinizin dibe vurduğunda, her şeye rağmen hiçbir çıkış yolu göremediğiniz bir anda, kalbinizin, ruhunuzun derinliklerinden gelen ve karanlık düşüncelerinizi bir anda aydınlatan ışık ve size güç veren duygudur. İnsana ihtiyaç anında (yoklukta ve zorlulukta) güven verendir. İnsanı her ortamda ve her koşulda ayakta tutan, yaşatan umuttur mutlak inanç.
Karşımıza su soru çıkabilir; birilerinin dediği gibi “inanç (din), fakirlerin (morfin) uyuşturucusudur” Kapitaliste & komüniste sistemler, inancı yukarda açıkladığımız gibi hep farklı tanımlarda kullanmışlardır. Bir zengin, bir yönetici, inanamaz mı? Her canlı yaratık bir inanca sahiptir. Herkese vesvese verip saptıran Şeytan bile inançlıdır. “'Ben, dedi; sizden uzağım, ben sizin göremediğiniz şeyleri görüyorum, ben Allah’tan korkarım.' Öyle ya, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”(Enfal, 8/48). O inancı için bunu yapmaktadır “İblis, "Ben ondan (insan) daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın"” (sad-76). “Ant olsun, İblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle iman eden bir grup dışında, ona uymuş oldular.” (Sebe-20)
Umut, insanın içindeki geceyi aydınlatan sabah güneşidir (fecre). İnsan umutsuz katiyen yaşayamaz. Hayattan umut kesen büyük bir günah işlemiş olur. Bir anekdot ile açıklarsak, bir ateist, Allah’ın velisinin yanına gelir ve derki «Ben Allah’a inanmıyorum varlığını bana ispat et inanayım».
Allah velisi ona derki; Bir gemidesin ve yolculuğa çıktın, gemi bir fırtınaya yakalandı ne beklersin/umut edersin?
Adam; Fırtınanın durmasını, geminin fırtınadan kurtulmasını beklerim/umut ederim.
Allah velisi; Fırtına durmadı ve gemi fırtınadan kurtulamadı ve batı ne beklersin/umut edersin?
Adam; Bir sandala binip ya da bir büyük kütük parçasına tutulup karaya çıkarak kurtulmayı beklerim/umut ederim.
Allah velisi; seni kurtaran olmadı fakat batan geminin bir kütük parçasına tutulup bir aday çıktın ve yapa yalnız tek başınasın! ne beklersin / umut edersin?
Adam; en kısa zamanda adadan kurtulmayı çabalarım ve beni kurtarmalarını beklerim / umut ederim.
Allah velisi; doğru dersin, fakat yalnızsın, zordasın ve çevrende senin yardımına koşacak hiçbir kimsenin olmadığı gibi çevrende senin kurtulmana yardımcı olacak hiçbir malzemede yok! fakat sen kimden umut edersin / beklersin? Orada senin sesini, feryadını duyacak kim var ki istersin! umut edersin?
Senin hiçbir kurtuluş kapın kalmadığında umut kaynağın, yardımını beklediğin, senin görmediğin fakat seni gören, isteklerin duyan, sana kurtuluş ve yaşama arzusu veren güç ve senin hiçbir seçeneğin kalmadığında kapısını çaldığın medet kapısı Allah'tır. Ve sana bu eylemi yaptıran ise senin Allah’a olan inancındandır. Sen Allaha inanıyorsun fakat farkında değilsin. Çünkü sadece Allah’tan hiçbir zaman umut kesilmez.
Fakat ne yazık ki bir çoğumuz bunu farkında değil. Bizleri umut & korku ile yaşama tutunmamızı sağlayan “güce” yok diyebiliyoruz.! Bir parantez açarak daha önceki yazımdaki «su ve balık» ilişkisine değinmek istiyorum. Balığa sormuşlar «suyun varlığına inanıyor musun?» Balık; «hayır su diye bir şey yok olsa idi gördüm.» Balık suyu göremiyor çünkü su onun tüm varlığını (yaşamını ve yaşadığı her ortamı) kapsayan güçtür.
İnsanoğlunun, ruhlar aleminde Allah verdiği Ahdî ile inancını sabitlemiştir ve insanın yaratılışındaki özdür. İnsanoğlu dünyada Mutlak olan inanç arayışındadır. O inancın kayağı «Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak; 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' (Demişti). 'Evet (buna) şahidiz,' dediler. Kıyamet günü: 'Biz bundan habersizdik' demeyesiniz» (Araf, 7/172). Fakat İnsan oğlu Ruh aleminde ki pak enerjiyken Madde alemine geçişi için madde vücutta bürünmüştür. Dolaysıyla madde vücudun talepleri ön plana çıkması ile, Allah (cc) yaptığı ahitti unutmuş, fakat insan oğlu hep arayış içinde olmuştur. Güneşe tapmıştır, Aya tapmıştır, yıldızlara tapmıştır, doğaya tapmıştır, şeytana tapmış ve halede tapanlar var, şimdi ise teknolojiye tapanlar vardır. Çünkü insan oğlu her şeyi yaratan & hâkim olan ve kendinde aşan bir gücün varlığına inanmakla birlikte kimileri ise bu güce bir tanım verememektedir. Çünkü insan yaratılmıştır. (Mahluktur) fakat bu ahitleşme neticesinde insanın özündeki bu inanç farklı nüansları (güvenmek, itaat etmek, sanmak, kanmak, tevekkül etmek ..vb.) olarak tezahür etmiştir. Biz (insanoğlu), Allah (cc) Rabbimiz olduğuna inanmaktayız fakat bazılarımız ise aynı Allah’ın velisine gelen ateist gibi, Mutlak inancı kavrayamamakta, inancına bir anlam ve tanım verememektedir. Balık misalindeki gibi Nefsani arzularının körlüğü ya da Kibrin /cahilliğini körlüğünden, yaşamasını sağlayan, onun her şeyini kapsayan gücü görememektedir. Çünkü her şeye madde vücudu ile bakmakta dolaysıyla nakıstır (eksiktir). Hakikati bilip, kendi nefsini, (kibrini, benciliğini, gururunu) ...vb. ilahlaştırmaktadır. «İnsanların içinde (münafık): «Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" diyen ama gerçekte iman etmiş olmayan birtakım kimseler bulunmaktadır» (Bakara-8). Yine insanlardan öyleleri var ki «Öyle ki, o inkâr edenler(müşrikler), sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: 'Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir' derler.» (Enam-25). Ve de insanlardan öyleleri var ki «Yemin olsun ki, onlara (deist): “- Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorarsan, derler ki: “- Onları, Aziz (her şeye galip olan), Alim (her şeyi bilen) yarattı.” (Zuhruf-9) Fakat onlar için, Allah'ın işi sadece gökte yaratmak ile meşgul olmaktır. İnsan ise yer yüzünde istediği gibi istediğini yapar inancına sahiplerdir. (Zannetmek)
Netice olarak; «Ant olsun, onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye soracak olsan, elbette 'Allah' diyecekler. De ki: 'Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, rahmetini tutup-önleyebilecekler mi' De ki: 'Allah, bana yeter. Tevekkül (iman) edecek olanlar, O'na tevekkül (iman) etsinler» (Zumer-38)
Mustafa Kemal TASPINAR
27 Temmuz 2020