Bu kalem bu sözleri değerlendirecek bir konumda değildir ama
İran İnkılabının 46 yıldır değişmediği ve devam ettiği açıktır. Şimdi Fransız
ve Rus devrimlerinden 46 yıl sonrasını, bugünkü İslam İnkılabıyla kıyaslayın,
halkın bu direnişinin ve onların içinden çıkan sistemin, onların konumları
açısından ne kadar değerli olduğunu görün. Diğer ülkelere yayılarak siyasal
sistemlerde yeni bir dönem başlattığı için “Büyük Devrim” olarak adlandırılan
Fransız Devrimi, Afşar Hanedanlığı'nın İran'daki egemenliğinin son yıllarında,
yani 1789 yılında, 236 yıl önce gerçekleşti ve şimdi bu devrimin 1835'te ne
halde olduğuna bir bakın.
Pek çok araştırmacı, Napolyon Bonapart'ın 1804'te iktidara
gelişini Fransız Devrimi'nin sonu olarak kabul ederken, bazıları da Fransız
Devrimi'nin sonunun 1795 veya 1799 olduğunu söylemişlerdir. Her halükarda
Fransız Devrimi'nin zaferinden 15 yıl sonra, 1804'te kesin olarak sona erdiği
açıktır.
Fransız Devrimi'nin en önemli sonucunun demokrasi olduğu
biliniyor, ancak çağdaşı devrim düşünürlerinden Tocqueville, devrimi
gerçekleştirmek için gösterilen tüm çabalara rağmen sonucun demokrasi
olmadığını düşünüyor. Bu nedenle, “Fransız Devrimi başladığı yıl olan 1789'da
sona erdi” diyor. 1835'te Fransa, 12 Aralık 1799'dan 22 Haziran 1815'e kadar
süren kanlı 16 yıllık Napolyon yönetimini geride bırakmıştı. Bu 16 yılın
sonucu, içerideki siyasal sistemin diktatörlüğüne karşı çıkmak ve diğer
ülkelere yönelik saldırganlığı reddetmek olan devrimin tüm hedeflerinin
başarısızlığa uğraması oldu.
Napolyon'un iktidarının sona ermesiyle Fransa resmen
monarşiye geri döndü. 18. Louis, ölümüne kadar on yıl boyunca Fransa'yı kral olarak
yönetti. Ondan sonra 10. Charles, 1830'da tahttan çekilene kadar Fransa Kralı
oldu ve ondan sonra da Louis Philippe 18 yıl boyunca Fransa'yı yönetti. Devrimin
sloganı cumhuriyet ve demokrasi yaratmaktı, ancak Fransız Devrimi'nin
kalıcılığı ve ideallerine bağlılığı bu şekildedir.
Rusya’nın Ekim Devrimi 1917'de zaferle sonuçlanmış ve
1923'te Josef Stalin'in iktidara gelmesi ve sol işçi devriminin ilkelerinden
vazgeçmesiyle sona ermiştir. 1953'e kadar, yani tam 30 yıl boyunca Stalin, Sovyetler
Birliği Ülkesi olarak adlandırılan ülkenin mutlak yöneticisiydi! Görev süresi
boyunca milyonlarca işçi çalışma kamplarına gönderildi ve bunların çoğu
çalışırken öldü. Hal böyle olunca, 1963'te Rus Devrimi'nin durumunun zaferinden
46 yıl sonra nasıl olduğunu sormaya gerek yok. Bu sırada Ekim Devrimi'nden
çıkan ülkelerin başında, Sovyetler Birliği'ni yönetecek fiziksel ve zihinsel
yeterliliğe sahip olmayan Nikita Kruşçev vardı. Sovyet anti-emperyalist
devrimi, ilk liderinin 1923'te ölmesiyle birlikte, içeride sömürüyü, dışarıda
ise ülkelerin kaynaklarını işgali hedefleyen tam teşekküllü bir emperyalizme
dönüştü. Bu nedenle, çok kısa bir süre sonra Fransız Devrimi ve Rus Devrimi'nin
tartışılması halkın ilgisini çekmemeye başladı ve genellikle resmi törenler
şeklinde anıldı ve askeri geçit töreni bu devrimlerin yıldönümünde sergilenen en
önemli şeydi. İslam İnkılabı, öncelikli ideallerine bağlılığı ve sevenlerinin
sıcak desteği açısından bir istisnadır. Devrimin yıldönümünde İran'ın
köylerinde, şehirlerinde ve başkentinde milyonlarca kişinin katıldığı ülke
çapındaki yürüyüşler aslında her yıl İslam İnkılabını ve onun hedef ve
ideallerini güncelliyor. Bu yürüyüşler, yürütme teşkilatlarından kaynaklanan
bazı rahatsız edici eksikliklere rağmen devrimin güncelliğini koruduğunu
söylüyor.
Bu yürüyüşler, devrimin kuruluş felsefesini ve hedeflerinin
doğruluğunu vurguluyor, gerilemelere ve sapmalara engel oluyor. Bu yürüyüşler,
yanlış iç ilişkilerin, zorbalığın ve dış ilişkilere bağımlılığın bir şekilde İran
İslam Cumhuriyeti çerçevesine girmesine izin vermiyor. Fransız ve Rus
devrimlerinde yaşanan bu hatalar, ulusal bir denetim kurumunun bulunmayışından
kaynaklanmıştır. Elbette, sapmanın liderlerinden başladığı yukarıda belirtilen
devrimlerden farklı olarak, İran İnkılabında rehberiyet her zaman devrimin
devamını ve temel ilkelerden gerileme ve sapmanın olmamasını vurgulamaktadır. Ancak
şu kabul edilmelidir ki, inkılap liderlerinin uyarılarının etkili rolünden daha
önemlisi, halkın doğrudan ve güçlü bir şekilde sahada var olmasıdır ve bu,
ilkelerin ve ideallerin savunulmasında etkili olmuştur.
İnkılabın zaferinin yıldönümünde tartışılan bir diğer konu
ise düşmanın İran'dan “yakın düşman” ve “kronik sorun” olarak söz etmesiyle
birlikte İran İslam Cumhuriyeti'nin zayıfladığını iddia etmesidir ancak İslam
inkılabının doğuşunun dayandığı iki zorunluluk, hem İran milleti içinde, hem
halk arasında, hem bölgede, hem de uluslararası alanda güncelliğini korumuştur.
Ülke içinde cumhuriyetçilik veya İslamcılık çerçevesinde diktatörlüklerin
ortaya çıkmaması için herkesin hâlâ dikkatli olması gerekmektedir.
Son 25 yılda, 1999 ve 2000'de, bazıları tarafından
diktatörlüğü yeniden tesis etmek için en az iki yoğun çabaya şahit olduk ve
eğer halkın sahadaki varlığı olmasaydı, İran İnkılabı da Napolyon Bonaparte ve
Joseph Stalin gibi diktatörlerin pençesine takılmıştı. Öte yandan, içerideki
unsurların İran'ı yeniden mutlak Batı hâkimiyetine döndürme çabaları da hâlâ
devam etmektedir. Sa’idi Sircani, ve Ataullah Muhacirani gibi 1990’ların tek
sesleri bugün ülkede bir hareket haline geldi.
Bugün Hazreti İmam'ın (r.a), merhum Seyyid Ali Ekber Muhteşimipur'un
Hürriyet Hareketi mensuplarına mevki verilmesine ilişkin mektubuna cevaben dile
getirdiği yasağın gerekliliği daha da ciddi bir önem kazanmıştır. Gökkuşağı
cephesinin İran'ı Batılı askeri ittifaklara yeniden dâhil etme ve İran'ı müstekbir
Batı rejiminin siyasetinde eritme çabaları ciddiyetle sürdürülmektedir, bu
nedenle halk kitlelerinin devrimlerini ciddi ve kitlesel bir şekilde savunması
bundan sonra da geçerliliğini korumakta ve iki kat daha önemli hale
gelmektedir. İslam İnkılabı, İslam Cumhuriyeti atmosferine yoğun bir enerji
getirdiği için ona sorunları hızla çözme konusunda özel bir yetenek kazandırmıştır.
Birçok durumda bu yoğunlaşmış enerjinin etkileri görülür. Örneğin sağlık
alanında inkılabın yoğun enerjisi İran'ı uluslararası bir tıp merkezine
dönüştürdü. Telekomünikasyon ve elektronik alanında ise İran, bölgenin önemli
bir telekomünikasyon merkezi olarak değerlendiriliyor. İran, bilim ve teknoloji
alanında da ayrıcalıklı bir konumdadır. İran, savunma kabiliyeti alanında da
tartışmasız bir bölgesel güç haline gelmiştir. Fakat bu inkılap, bir zamanlar “Hürriyet
Hareketi” ile sınırlı olan bir hareket ve cepheden, kamusal geçim alanındaki
sorunlar da dâhil olmak üzere bazı sorunların çözümü yönünde yoğun bir baskı
altına girmiştir. Bu dönem boyunca ülkedeki hassas mevkilere güvenen bu kesimden
bazı kişiler, inkılabın seyrini değiştirmek için halkın geçim kaynaklarını
rehin aldılar ve sorunların çözümüne yönelik fırsatları sürekli olarak yok
ettiler. Dış dünyayla koordinasyon sağlanmadan hiçbir şey yapılamayacağını
iddia ederken, yıllardır İran İslam Cumhuriyeti'nin hassas noktalarına güvendiler,
oysa Batı ile İran arasındaki sorunların Batı'nın aşırı ihtirasları ve
taahhütlerinden dönmeleri nedeniyle çözülemeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Buna
dayanarak açıkça şunu yazabiliriz ki, kitlelerin geçim sıkıntıları, bazıları
tarafından asılsız bir şekilde halk devrimine ve onun ilke ve tutumlarına
bağlamış ve İslam İnkılabı bu konuda iki kat baskı ve zulme maruz kalmıştır ve
bu zulüm, hile ile iktidara gelenlerin, halkın geçim sorunlarını çözmeye dair
en ufak bir inançları olmaksızın, yanlış düşünmelerinin ve sorumluluklarını
yerine getirmedeki ihmalkârlıklarının ürünüdür.
Eğer halkı cumhuriyetin direği olarak kabul edersek ki bu
şüphesiz böyledir, o zaman aslında bazıları inkılabın ilkelerini suçlayarak
cumhuriyeti ortadan kaldırmaya Stalinist ve Bonapartist yöntemlerle kaybedilen
suyu Batı'ya döndürmeye çalışmışlardır. Elbette bu mümkün değil, zira 1979
Şubat ayında ilk hükümet iktidara geldiğinden ve 1980 yılında ilk cumhurbaşkanı
seçildiğinden beri böyle bir çaba sarf edilmiş ve bu 46 yıl boyunca da az çok
devam etmiş ancak İmam (r.a) ve İmam Hamanei’nin liderliği ve halkın sahadaki
sıcak varlığı nedeniyle kayaya çarpmıştır.
Sadullah Zarei