70 yıllık NATO üyeliğinin, ABD esaretinin fikir dünyamızdaki yansımaları, bu iki olayda gün yüzüne çıktı. İki olaya da Ankara'dan değil, Washington ve Brüksel'den bakılıyor. Bunu hem iktidar hem de muhalefet çevrelerinde görüyoruz.
Türkiye'nin Yunanistan sınırları ABD üsleriyle dolu. Ege adaları silahlandırıldı. Öyle ki, sondaj gemilerimizi Antalya körfezine hapsettik. Güneye gelelim. Girit ve Güney Kıbrıs'ta da ABD üsleri Türkiye'yi çevirmiş. Suriye ve Irak'ın kuzeyinde de hem ABD üsleri hem de ABD'nin silahlandırdığı PKK terör örgütü var.
Kuzeye gidelim. Allah'tan Rusya müdahale etti de, Ukrayna'nın da ABD üsleriyle dolması engellendi. Yoksa tepeden tırnağa ABD kuklası olan Ukrayna yönetiminin ülkeyi sadece Rusya'ya değil, Türkiye'ye karşı da bir saldırı üssüne çevireceği açıktı. Romanya ve Bulgaristan'ın da NATO üyeleri olarak, ABD denetimine girdikleri bir gerçek.
Doğu'daki Ermenistan ve Gürcistan da benzer durumda. Türkiye, Rusya ve İran 3+3 formulüyle bu ülkeleri kazanmaya çalışıyor ama Gürcistan'ın NATO üyesi olarak Kafkaslar'da ABD'nin müdahale üssü yapılmak istendiği ortada. Hâlâ "turuncu" darbe hükümeti iş başında. Ermenistan Karabağ'da sopayla yola getirilse de geleneksel Amerikancılık her an hortlayabilir.
Yani haritayı gözünüzün önüne getirdiğinizde Türkiye'nin dört yönden ABD üsleri tarafından çembere alındığını görebilirsiniz.
Bütün bu denklemde İran, çevremizde ABD denetiminde olmayan tek ülke olarak öne çıkıyor. Orada ABD üssü olmadığı gibi, İran bir bütün olarak emperyalizmin sindirmeye çalıştığı bir ülke. Üstelik 300 yıldır barış içinde yaşadığımız bu ülke petrol ve özellikle doğalgaz zengini. Büyük şans.
Son bir haftadır yaşanan gösteriler, çevremizde örneklerine aşina olduğumuz bir Batı provokasyonunu gösteriyor. Dahası eylemlerin yoğunlaştığı "Kürdistan" bölgesinde PKK'nın İran kolu PJAK'ın iş başında olduğu da ortaya çıktı. Sadece bu olgu bile Türkiye için uyarıcı. Hâlâ kendini İran Prensi olarak tanıtan Amerikan kuklası son Şah Ali Rıza Pehlevi'nin Amerika'da yaşayan Kongre tarafından fonlanan oğlu Prens Rıza Pehlevi'nin harekete geçmesi de bir başka uyarıcı.
Genç kadının polis şiddetiyle mi yoksa kalp kriziyle mi öldüğü tartışılıyor. Yayınlanan görüntüler ikincisini işaret ediyor. Ancak biz bu tartışmaya girmiyoruz. İran'da yaşananlar İran'ın sorunu. Çeşitli fantazileri bir yana bırakırsanız, İran için şu iki seçenek gündemde: Mevcut İslam Cumhuriyeti devam mı edecek, yoksa ABD denetimde sözde laik, sözde demokratik, Prens'in, PKK'nın, Belucistan, Güney Azerbaycan ayrılıkçılarının devrede olduğu kukla bir yönetim mi olacak? İran'daki kavga bu. Türkiye ne istemeli? Hangi seçenek ABD'nin karşısında ise onu. Bu kadar basit. Hangi seçenek ülkeyi ABD üssüne çevirmeyecekse onu. Bu kadar açık.
Bu kadar basit, bu kadar açık ama Türkiye siyaseti kendi kafasıyla düşünmeyi unuttuğu için, yanlış cevabı rahatlıkla seçiyor. İran düşmanlığı sözde bir laiklik üzerinden Cumhuriyet'te, Sözcü'de görüldüğü gibi, Sabah'ta, Yeni Şafak'ta da görülüyor. Cumhuriyet ve Sözcü, çoktandır Amerikancı. Onların durumu anlaşılır. Peki hükümete yakın basın?
Maalesef birkaç özgür düşünceli aydın dışında mezhepçi ezberlerini terk edemiyorlar. İran karşıtı koroya katılıyorlar. Bu tavırla ABD'nin yanına düştüklerinin farkında oldukları için de "ABD zaten İran rejimini gizli gizli destekliyor" türünden beyin yakan komplo teorileri ile durumu kurtarmaya çalışıyorlar. İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani ABD tarafından katledilince de bu kesim sevinç çığlıkları atmıştı.
En son ABD'ye özenip beğenmediğimiz rejimleri değiştirmeye kalktığımızda ya da değiştirmek isteyen emperyalistlere el verdiğimizde başımıza neler geldiğini Suriye'de gördük. Sığınmacı akını, PKK devletçikleri, DEAŞ terörü, Rus uçağı düşürmeler, ekonomik kayıplar vb... Aradan 11 yıl geçti ve hâlâ durumu toparlamaya çalışıyoruz.
Gelelim İtalya'ya. Bu yazıyı kaleme alırken seçim sonuçları henüz ortaya çıkmıştı. İtalya'nın Kardeşleri Partisi lideri Meloni'nin başını çektiği ittifak yüzde 45 oy alarak açık ara seçimi kazandı. Batı basını hızla "aşırı sağcılar", "Mussolini'nin takipçileri" diyerek karalamaya başladı. Onlar açısından normal. Çünkü bu ittifakın AB ve NATO'ya karşı konumlandığı görülüyor. Avrupa'nın bağımsızlıkçı, küreselleşme karşıtı damarı epeydir yükselişte. Avrupa halkları Hitler ve Mussolini sopasıyla 77 yıldır ABD denetiminde yaşadıklarını artık fark ediyorlar. Ve bu propaganda artık tutmuyor. Seçim sonuçlanınca Roma'nın bazı noktalarında AB bayraklarının indirilip İtalya bayrakları çekilmesi de bunun göstergesi.
Batı için böyle de bize ne oluyor. Devletin Anadolu Ajansı başta olmak üzere sağdan sola bütün Türk basını BBC'yi Reuters'i papağan gibi tekrarladı. "Aşırı sağcılar kazandı..." Mussolini'nin takipçileri iktidarda..." Aydınlık ve Ulusal Kanal istisna. Çünkü onları Batı ajanslarının, düşünce kuruluşlarının yönlendirme ihtimali yok.
Hâlbuki Le Pen, Meloni, Almanya'da AfD, Macaristan'da Orban gibi örneklerin iktidara gelmesi Türkiye'nin lehine. Ankara'dan baktığınızda Türkiye'ye tehdidin kaynağı olan ABD'nin, bu tehdidin araçları olan NATO, AB gibi kurumların zayıflamasının bizim için olumlu olduğunu basit bir akıl yürütmeyle anlarsınız. Ama Ankara'dan bakınca... Gerisi İtalyan halkının tercihi. Bizi ilgilendirmez. Üstelik Meloni yönetiminin Doğu Akdeniz'de ABD kuklası Macron'a karşı konumlandığı ve Türkiye'yle yakın siyasetler izlemek istediği de bir sır değil.
O halde o basit ilkeyi tekrar ederek bitirelim. İtalya'nın sorunu İtalyanları ilgilendirir. İran'ın sorunu İranlıları ilgilendirir. Suriye'nin sorunu Suriyelileri, Afganistan'ın sorunu Afganistanlıları. Biz bütün gelişmelere, bir, Türkiye merkezli bakacağız, iki, emperyalizmi geriletme mevzisinden bakacağız. NATO'culuğun, ABD 'müttefikliğinin', AB adaylık sürecinin beyinlerimize vurduğu pangaları kırıp atma vakti gelmedi mi?
aydınlık