Havza hariç Şii dünyası da bu sistemle yeni tanışıyordu.
Hatta ilim havzalarında uzman olan düşünür alimlerin dışında tarih boyunca
alimler “Fıkhi Şiiliğe” aşına olduklarından ve her yeniliğe fıkhi olarak
baktıklarından Velayet-i fakih sistemini itikadi, ilmi ve siyasi olarak
anlamakta zorlanmışlardır. Şiiler arasında da ihtilaflı olduğunun iddia
edilmesinin sebebi de buradan kaynaklanıyor. Velayet-i fakih Şii fıkhında var
mıdır, yok mudur? sorusuyla başlayıp, müctehidlerin bu konuda görüşü nedir ile
devam eden münakaşa, konun fıkhi bir konu olduğu ön kabulünden kaynaklanıyor.
Ve her yeniliğe fıkıh gözlüğü ile bakıldığının bir sonucudur.
Din- siyaset ilişkisi ile iç içe olan Velayet-i Fakihi,
siyasete sıcak bakmayan alimler anlamak istemekten ziyade ona muhalif olmayı
tercih etmişlerdir.
Peki nedir bu Velayet-i Fakih?
Bu yazımızda kısaca ana hatlarıyla Velayet-i Fakihin ortaya
nasıl çıktığını incelemeye çalışacağız.
Velayet-i fakih düşüncesini Hz. Mehdi’nin (af) gaybeti
doğurmuştur. Masum imamın toplumda velayetini icra ettiği bir dönemde Fakihin
velayeti söz konusu olamaz.
Fakihin velayeti konusu daha önceden imamlar tarafından hem
itikadi, fıkhi, hukuki ve siyasi alt yapısı, hem de ameli olarak vekil,
temsilci, vali atayarak hazırlanıp meşrulaştırıldıktan sonra gaybet döneminin
başlaması ile fakihin velayeti niyabeten başlamış odu. Dolayısıyla masum imamın
gaybetinin başlaması ve insanların başı boş bırakılmaması gerektiği ilkesiyle
fiiliyata geçmiştir.
Velayet-i fakihi isbat etmek için delil sunmadan önce ne
olduğunun açıklanması gerekir. Velayet-i Fakih nedir? Nasıl ortaya çıkmıştır?
Sorularının cevabı verilmelidir
Velayet-i Fakihin tanımı
Velayet-i fakih, fakihin toplum üzerinde yetki sahibi
olması, İslam devletinde devlet adamlığını üstlenmesi; toplumu idare, yönetim
ve müdüriyette en yetkili dini otorite olması, İslam devletinde “fasl-ul hitab”
son sözü söyleme ve karar verme yetkisine sahip olmasıdır.
Velayet-i Fakih üç ilim dalında ele alınması gerekir;
itikadi konuları içeren “Kelam” ilminde, fıkhi boyutunu beyan eden “Fıkıh”
ilminde, toplumsal ve müdüriyet boyutunu beyan eden “Siyaset” ilminde.
Günümüzde Velayet-i Fakihin siyasi boyutu; istikbarla
mücadele, emperyal güce karşı dik duruş, zulme ve sömürüye karşı savaş ön planda
olmuştur. İnsanları toplumsal hayatlarında en fazla rolü siyaset olduğundan
ister istemez bu boyut daha cazip ve daha canlı hissedilmektedir.
Siyasi boyutun alt yapısını oluşturan fıkıhi, fıkhi boyutun
temelini oluşturan itikadi boyutu beyan edilmeden siyaset alanındaki ihtilaflar
kaçınılmaz olacaktır.
Velayet-i fakihin tarihi seyri
Velayet-i Fakih, fakihin velayetinin uzun bir sürecin
neticesinde itikadi, fıkhi ve siyasi gelişme ve olgunlaşmanın sonucu olarak en
kamil aşama olarak ortaya çıkmıştır. Bu süreç gaybet dönemi ile başlayarak
günümüze kadar ilmi, akli ve ameli tekâmül yolunu kat ederek gelmiştir.
Ayatullah Uzma Cevadi Amuli Fakihin velayet sürecini şöyle
beyan etmektedir:
Gaybet dönemi ile başlayan Fakihin Velayetinin sürecinin ilk
merhalesi “Muhaddis- Mustemi” merhalesidir.
Muhaddis-Mustemi merhalesi: Hz. Mehdi’nin (af) gaybetinin
ilk dönemlerinde Müslümanlar, masumlardan nakledilen hadislere müracaat ederek
fıkhi vazifelerini öğrenir ve amel ederlerdi. Bu onların vazifelerini yerine
getirmek için yeterli oluyordu. Alimler bu dönemde kendilerine müracaat eden Müslümanlara
Peygamber ve masum imamlardan aktarılan hadis ve rivayetleri söylerler, halk da
dinleyip amel ederlerdi. Daha sonra alimler bu hadisleri toplayıp kitap haline
getirmişlerdir. Bu hadisleri toplayıp halka sunan alime “Muhaddis”, dinleyene
de “Mustemi” denilir. Bundan dolayı bu döneme “Muhaddis-Mustemi” dönemi denir.
Şeyh Kuleyni ve Şeyh Saduk bu dönemin en meşhur hadis alimlerindendir.
Müçtehid- Mukallid merhalesi: Birinci dönem, Müslümanların
bireysel vazifelerini özellikle ibadet alanında yerine getirmelerinde yeterli
görülse de yeni mevzular, yeni konular, yeni sorular ortaya çıkınca özellikle
de toplumsal konularda bunun yetersiz olduğu görüldü ve içtihad edilmesi
gerektiği ortaya çıktı. Böylece içtihad dönemi başlamış oluyordu. İçtihad
merhalesi günümüzde olduğu gibi bütün alanları ilmi ve ameli olarak kapsayan
geniş çaplı değildi. İçtihad merhalesi de kendi içinde fıkhın gelişmesi ile
birçok aşamaları geride bırakarak kemale doğru ilerlemekteydi.
Usulcüler, fakih- halk ilişkisini “müctehid- mukallid”
derecesine çıkarmışlardır. Bu görüşe göre fakih usullerden yararlanarak ahkâmı
kaynaklardan istinbat eder; tefekkür lambasıyla ilahi ahkâmı, dinin kaynağı
olan Kur’an, Sünnet, İcma ve Akıl’dan elde ettiği istinbatının ürünü olan
görüşünü fetva kalıbında mukallidlerine sunar.
Müçtehid ve usulcülerin yaptıkları en önemli iş, “söyleyip-
dinlemek” merhalesinde olan fakih- toplum ilişkisini, tefekkür, taakkul,
tedebbür merhalesine ulaştırmak oldu. Böylece Fakihlerin içtihad etme
yetkisinin fiiliyata geçmesiyle insanlara taklid etme imkânı sunulmuş ve
fakih-toplum ilişkisi, “müctehid- mukallid” merhalesine ulaşmış oluyordu. Bu
merhalelerin öncüleri Şeyh Müfid, Seyyid Murtaza ve Şeyh Tusi gibi fakihler
olmuştur.
İmam-Ümmet merhalesi: Velayet-i fakihin son merhalesi “İmam-
Ümmet” ilişkisidir. Üstad Cevadi Amuli Velayet-i fakihin asrımızda katettiği
merhaleleri beyanının devamında şöyle diyor: “Velayet-i fakıhin tekâmülünün
zirvesine ulaşması İmam Humeyni (r.a) sayesinde olmuştur. O merhumun fıkıh
mihverinde yaptığı şuydu: Tarih boyunca fer‘î konuların arasında sıkışıp mazlum
kalan Velayet-i fakih konusunun elinden tutmuş, fıkıh konularının arasından
çıkarıp aslî yeri olan kelam ilmine yerleştirmiş, aklî ve kelamî kanıtlarla
tekamüle ulaştırarak fıkhın diğer dallarını kollayıp kanatları altına almasını
sağlamıştır.
İmam Humyeniye göre, gaybet döneminde gerekli şartlara sahip
fakih, masum imamın sahip olduğu bütün itibari makamlara sahiptir. Bu makama da
sadece bir hak olarak, bir fazilet sıfatı olarak değil, mecburi mükellef olarak
sahiptir, yani her fakihe İslam devleti kurmaya çalışmak, tağutlara karşı kıyam
etmek, cihad ve içtihad ile fedakârlık ve bütün imkânları seferber etmek
farzdır.”
Netice olarak şunu diyebiliriz; Hz. Mehdi’nin (af)
gaybetinin başlamasıyla topluma hakim olan İslam fıkhı olmuştur. İslam Fıkıhı
bazen hadisler kalıbında muhaddislerin diliyle hüküm sürmüştür. Bazen içtihad
yoluyla fakihin merceiyeti ile toplumu yönetmiştir. Bazen de günümüzde olduğu
gibi velayet derecesinde yükselmiş toplumun rehberliği Fıkhın Velayeti olarak
tecelli etmiştir ki somut ve ete kemiğe bürünmüş hali Velayet-i Fakih’tir.
Velayet-i fakihin tarihi seyrinden de anlaşılacağı gibi
Fakihin velayeti gaybet döneminin başlangıcından merhaleleri aşarak günümüzde
kamil merhalesine ulaşmıştır. Her merhaleden bir diğerine geçiş hep sancılı
olmuştur, karşı çıkanlar, kabul etmeyenler olmuştur.
Gaybet döneminde uzun yıllar ahbari düşüncesinin hâkim
olmasıyla içtihad yasaklanmış, fakih- toplum ilişkisi sadece hadis nakledip,
zahirine amel etmek olmuştur. Bu düşünce tarzı, tefekkür ve taakkul yolunu
güçlendirip yaygınlaştıran usulcüler sayesinde ortadan kaldırılmıştır. Büyük
üstad merhum Ayetullah Vahid Bahbahani’nin ( r.a ) büyük çabasıyla içtihad ve
usulcü düşüncesi diriltilmiş oldu.
Elli yıl önce de Velayet-i fakih sistemine geçiş sıkıntılı
olmuştur hala bu sıkıntı yaşanmaktadır.
Yani kısacası bir merhalenin aşılıp diğerine geçilmesinde
hep acılar çekilmiş sıkıntılı süreç yaşanmıştır.
Velayet-i fakihi ilmi, itikadi, fikhi ve siyasi olarak anlayanlar
Şiiliğin fıkhi, itikadi ve siyasi olarak ilerlediğini ve Velayeti Fakihin İslam
ümmetini Hz. Mehdi’nin (af) evrensel adalet devletine doğru götürdüğünü
görmektedirler. Hem taabbudi imana sahip avam hem de ilmi imana sahip alimler
dışında kalanlar bu gerçeği görememektedirler. Avam-alim, okumuş-okumamış fark
etmiyor.
Velayet-i fakih günümüzde furkandır; hakkı batıldan, doğruyu
yanlıştan, İslami sistemi beşerî sistemden ve siyasal İslam’ı geleneksel İslam’dan
ayırma ölçüsüdür. Velayet-i fakih bir imtihan vesilesidir. Her imtihanda
bazıları imtihanı kaybederek elenir. İnsanlık tarihinde vuku bulan dönüm
noktası olacak olaylar hep bazılarının elenmesine sebep olmuştur. Yenilikleri
idrak etmek, eski düşüncelerin yerine koyabilmek devamlı sancılı olmuştur.
Velayet-i fakihe karşı olan ya bilgisizliğinden dolayıdır ya
hasedinden ve bağnazlığından dolayıdır veya hakkın tecellisine tahammül
edemeyen düşmanlığındandır.
Velayet-i fakihi kabul etmek için geleneksel düşünce
tarzının değişmesi ve tabuların yıkılması gerekmektedir. Bu da devamlı sancılı
olmuştur.
Vesselamu aleykum ve rahmetullah
Sabahattin Türkyılmaz