Günümüz insanının terminolojisinde yer alan terimlerden
birisi oldu Z kuşağı. Bu konuda birçok araştırma ve farklı yorumlar bulunurken;
hakikaten neydi Z kuşağı? Gerçekten dini terminolojide de kuşaklar arası şeriat
ve vazife olarak bir farklılık var mıydı? Camia Kebire ziyaretinde İmamları (as.)
bir nur olarak tanıtırken; onları tanımada vazifeli kuşakları ayırt eden
farklılıklar neydi?
Z kuşağına bilimsel ve ilmi olarak bakıldığında; bu konulara
verilen cevaplar herkesin kendi uzmanlık alanına göre değişiklik arz edecektir.
Ama tarihsel olaylar arasında iki olay var ki; kuşaklar ayırım yapmamamıza
neden olmaktadır. Birincisi Allahu Teâlâ’nın velisini ilahi bir yöntem, ilahi
bir yasa ve otoriteyle insanlara tanıttığı Gadiri Hum olayı; ikincisi ise Allah’ın
Velisinin tanınır biri olmaktan çıkıp; herkesin tanımadığı bir bilinmeze
dönüştüğü Kerbela olayı.
Mehdeviyet asrında ise; insan şu soruyu sormaktadır kendi
kendisine; 'İmam hangi metotla tanınacaktır?' Bireylerin vazifesi İmam'ın (af.)
şahsi metotlarla mı tanımaktır yoksa bu yine ilahi bir otorite vasıtasıyla mı
gerçekleşecektir? İmamı zahiri olarak göremezsek de bizim için bilinen
konumunda mıdır, bilinmeyen; tanımayıp üzerindeki gaybet perdesini aralamamamız
gereken birisi konumunda mıdır?
Kerbela Vakası gerçekleşip; imam Zeynel Abidin as. İmam
Zaman gibi büyük gaybet diyebileceğimiz bir tarzda olmasa da kısmi bir gaybete
sahip olduğunda; insanlarla arasındaki gaybet perdesini duaları ve münacatlarıyla
kaldırmaya çalıştı. Kendisine yakın olanlar onu tanısa da; o gelecek nesille
dua vasıtasıyla rabıta kurdu.
Bu dualar arasında birisi var ki; orada kullandığı bir
tabirle sorduğumuz soruların birçoğunun cevabını bulabileceğimiz ilahi bir yasa
niteliğindedir. İmam as. Sahifei Seccadiye'nin 21.duasının bir bölümünde şöyle
buyurmaktadır; وَ لَا يُعِينُ إِلَّا طَالِبٌ عَلَى
مَطْلُوبٍ.
Aranana, arayandan başkası yardım edebilir mi?
İmam'ın (as.) kullandığı bu tabir çok ince ve zarif bir
tabirdir; üzerinde oturulup tefekkür edilmediği takdirde de anlaşılması hemen
mümkün olamayabilecek bir konudur. Kimdir arayan; kul mu ilahı mı? Alem Allahu
Tealanın eserleri ve izleri ile dolu iken; arayan ben isem neyi arıyorum? Eğer
bu tabirle arayanın Allahu Tealanın arananın kulu olduğu ifade ediliyorsa; bu
nasıl bir arayıştır. Allah kulunu niye, ne için aramaktadır?
Z kuşağı benim için muhabbet gibi ilahi iletişim yollarından
birisini kaybedip; her şeyi aklıyla tanımaya çalışan hatta sabahtan akşama
kadar seyrettikleri çizgi filmler yoluyla kendisini süper kahraman zannedip;
gaybet de bir MEHDİ'yi duyup onu azad etmek için yollar arayan bir nesildir...
Oysa; Allah’ın velisi bu duayla buyuruyor ki; ey şaşkın kul
çırpınıp durma. Arayan biziz; biz muhabbet kucağımızda aram olacak kimseleri
aramaktayız. Aramaya son ver; dön bak bir etrafına kalbin neyle aram
olmaktadır?! Sen orada bizim kucağımızdasın...
Birçokları zannediyor ki; İmamı Zaman kendini İmam Hüseyinle
tanıtacaktır çünkü askerleri direniş ehli, İmam Hüseyin gibi kıyam ehli,
zaafiyet duygusu tanımayan erler olacaktır. Belki de tek neden bu olmayacaktır.
Nitekim bir taraftan aklıyla doruğa ulaşıp; kanadının birisi yaralanıp
yükseklere ulaşmaya çalışan bir kuş gibi, yeni nesil kalbiyle aram olabileceği
çocukluğuna dair bir ninniyi duymaya çalışmaktadır asrın Velisiyle af...
Islam ulemasının en fazla kullandığı yöntemlerden birisidir
Allah'ın rahmetine dair beyanatlarda bulunmak. Oysa Allah Resulü müjdeleyici
olduğu kadar uyarıcıdıy da... Bu konuda; hadi ey İmam bizim için bir rahmet
kucağı ol diyemeyeceğimiz; İmam'ın (as.) varlığına rağmen onu Rahmet kaynağı
olarak bulamayacağımız tehlikeler de var mıdır?
Kuranı Kerimde bu konuda bir ayet vardır ki; bu konuya
işaret etmektedir. Allah’ın rahmetine rağmen ondan istifade edemeyişimizin
sebep olabilecek bir konuya dikkat çekmektedir.
'Şüphesiz, Allah ve
peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile peygamberlerini ayırmak isteyenler,
"Bir kısmına iman ediyoruz, bir kısmını inkâr ediyoruz." diyenler ve
o ikisinin (iman ile küfrün) arasında bir (orta) yol izlemek isteyenler var ya;
İşte onlar, gerçek kâfirlerdir ve biz kâfirlere aşağılayıcı bir azap
hazırladık.' Nisa Suresi 150
Bu ayet bir tehlikeyi dile getirmektedir ki; o da İslam’ın
emirlerine amel ettikleri halde yine küfre girebilecekleri bir tehlikedir; o da
Allah'ın sevdiğini Allahu Teala emrettiği, sevdiği şekilde sevmemek. Ya da
başka bir tabirle Allah Resulünü Allaha karşı kalkan olarak kullanmaya
çalışmak. Ben şunu Allah Resulünün dediği şeyleri yapıyorum ve Allah beni
mutlaka cennete sokacaktır diye insanın kendi hakkında hükümde bulunması bile;
Allah'ın rahmetinden alıkoyacak başlı başına bir tehlikedir.
Düşünün ki; birisi diyor ki filani Rehberin sözlerini en iyi
analiz eden kimsedir. Beni ne ilgilendiriyor rehberin sözleri; ben onun
sadeleştirilmiş ifadeleriyle daha iyi yol alabilirim.
Allahu Teala; kuranı Kerimde Ehlibeyti (as.) Allah'ın ipi
olarak tanıtırken; onlara tutunun sonra benim sevgime ulaşırsınız demek
istemiyor... Allahu Tealayı sevmeyen birisinin; Ehlibeyt as. sevmesi mümkün
değildir. Allahu Teala'nın bizi sakındırdığı şey Allah'ın sevdiklerini Allah'ın
emrettiği biçimden uzak olacak şekilde sevmektir aslında.
Allah Resulü gibi; velisi (af.) de bizim için hem ümit
besleyeceğimiz bir kucaktır hem uyanık olmamız gerek bir kucaktır. Bizler
sadece Allah’ın kuluyuz; onun verdiğinden başka bir şeye sahip değiliz.
'Seni ortağın yok. Ancak sana ait olan kimse hariç; onun
kendisi ve neyi varsa sana aittir...' vesvesiyle Amr bin Luhay'ın Hübel putunu
nasıl getirip Kabeye yerleştirdiği anlatılıyordu Gözde Yetim romanında. Bizler
ise itiraf ediyoruz ki; sen günahtan başka bir şeye sahip olmayan kimseye bile
lütuflarda bulunan Rabsin, sözlerimiz senin kılavuzun değil, senin bizleri
aramanı arayıştır ancak...