2-İmam Humeyni (r.a) şöyle buyurmuştur: “Gadir Hadisi’ndeki
velayet, hükümet demektir.
Gadir o zamanla sınırlı değildir, Gadir her çağda olmalıdır
ve İmam Ali’nin (a.s) bu hükümette benimsediği yöntem, milletlerin ve
yetkililerin yöntemi olmalıdır.
Velayet-i Fakih-i destekleyin ki, ülkeniz zarar görmesin.
İslam'ı toplumsal ve siyasal meselelerden uzaklaştırmaya ve
onu bireysel hayatın kişisel ve özel meseleleriyle sınırlamaya çalışan ve
aslında İslam'a karşı laik bir bakış açısına sahip olanlara verilecek cevap
Gadir meselesidir.”
3-Dini, hükümetten, İslam'ı da siyasi ve sosyal meselelerden
ayrı görenler şu soruya cevap versinler: Ayet ve rivayetlerin açık metnine
göre, şahsi ibadet ve bireysel hareketlerle ilgili emirlerden onlarca kat fazla
olan İslam'ın siyasi ve sosyal emir ve buyruklarının çokluğu hakkında ne
düşünüyorlar?
İmam'a göre, “Yaklaşık elli kitap olan ve İslam'ın bütün
hükümlerini içeren bir grup hadis kitaplarından üç veya dört kitap ibadet ve
Allah'a karşı insani görevlerle ilgilidir. Hükümlerin bir kısmı da ahlakla
ilgilidir. Geri kalanların hepsi sosyal, ekonomik, hukuki, siyasi ve sosyal
planlamayla ilgilidir. Bu sorunun sadece iki cevabı olabilir.
A: Eğer bu hükümlerin ve talimatların uygulanmaması
gerektiğine inanıyorlarsa, İslam’ı reddetmişler demektir ve onlar, “Allah’ı ve peygamberlerini
inkâr edenler, Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyenler, “Bir
kısmına inanırız ama bir kısmına inanmayız” diyenler ve bunlar arasında bir yol
tutmak isteyenler yok mu, işte gerçek kâfirler bunlardır ve biz kâfirlere alçaltıcı
bir azap hazırlamışızdır” ayetinin mazharıdırlar.
B: Ancak, eğer İslam'ın bütün emirlerinin uygulanması ve
yürütülmesi gerektiğine inanıyorlarsa, soru şu: Nasıl? İslam'ın siyasi ve
sosyal emirlerini ve hükümlerini uygulamak için bir hükümet kurmaktan başka bir
yol var mı ki? İşte bu, Gadir’in gerçek doğası ve nişanesi ve Velayet-i
Fakih’in temel kimliğidir.
4-O gün, Allah'ın Resulü (s.a.a) son haccından dönerken
Gadir Hum denilen bir yere ulaşmıştı. Burası, Mısır, Medine, Irak ve Suriye
halkının yollarının ayrıldığı yerdi. Allah'ın Resulü (s.a.a) aniden durdu ve
önde gidenlere geri dönmelerini söyledi, orada bulunanların gitmesini engelledi
ve yolda olanlar da kendilerine ulaşana kadar herkesin beklemesini emretti.
Kadersel bir olay meydana geliyordu. Allah-u Teâlâ, bir mesajın iletildiğini duyurmuş
ve Hz. Peygamber'e (s.a.a.) şöyle buyurmuştu: “Bu mesajı iletmezsen, görevini
yerine getirmemiş olursun.” Eğer iletilmezse Allah'ın dininin eksik kalacağı bu
mesaj neydi?
Sayılarının on binlerce olduğu söylenen kalabalık toplandı
ve Allah Resulü (s.a.a) deve derisinden yapılmış bir minbere çıktı ve Ali'nin
(a.s) elini kaldırarak onu halefi olarak tanıttı ve şöyle buyurdu: "Ben kimin Mevla’sı isem Ali de onun Mevla’sıdır.
Allah'ım, onu sevenleri sev, ona düşman olanlara düşman ol.”
5-Hikâye çok açık ve anlaşılırdı. İslam'ın tamamlanması için
bir İmam ve bir lidere ihtiyacı vardır. “Ulü’l Emr” (Emir sahipleri/otorite
sahipleri) olarak da anılan İmamlar (a.s.), masum ve günahtan uzak olmalıdır çünkü
kendilerine itaat edilmesi emredilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey
inananlar, Allah'a, peygambere ve içinizden emredecek kudret ve liyakata sahip
olanlara itaat edin.” Öte yandan, Yüce Allah adaleti ve eşitliği emretmiş ve
kötü ve çirkin davranışları emretmemiştir. Dolayısıyla, Kur'an’ın bakış açısına
göre birincisi; Ümmet'in bir “İmama” ihtiyacı vardır, ikincisi, İmam “masum”
olmalıdır ama insanların masum İmamı tanıması mümkün değildir ve bunu ancak
herkesin içindeki ve dışındakileri, hareketlerini, davranışlarını ve gizli ve
açık düşüncelerini bilen biri bilebilir; yani sadece Allah. Kesin olan sonuç şu
ki, İmamların Allah tarafından tanıtılmış olması gerekmektedir. Hiç Allah'ın
masum İmam'a itaati emrettiği, fakat onu halka tanıtmadığı şeklindeki yanlış bir
iddiayı kabul edebilir miyiz?!
6-İmam-ı Zaman’ın (a.f) gaybeti sırasında bir hükümet
kurmanın gerekli olması da tam olarak aynı mantık ve formülden ortaya
çıkmaktadır. Yani şöyle ki; Birincisi, İslam'ın kanunları ve emirleri askıya
alınamaz. İkincisi, İslam'ın siyasi ve sosyal kanunlarını uygulamak için bir
hükümete ihtiyaç vardır. Üçüncüsü, İslam hükümdarı İslam'ın kanunlarını anlama
konusunda bilgili ve uzman olmalıdır (Fakih) ve dördüncüsü, adil olmalıdır.
İslam hükümetinde egemenliği adil bir fakihe emanet etmek, velayeti fakihin ilmi,
hikmetli ve zorunlu bir ilkesidir.
7-Keyhan Gazetesinin üçüncü sayfasında her perşembe
yayınlanan “Gözlerimiz Şafakta” köşesinin başında birçok kez gaybette olan
İmamımıza (a.f) hitaben şöyle dedik: “Sana gaybette dediler çünkü zahirde
görünmüyordun ama hâzır olmadığın (mevcudiyetinin olmadığı )demek değildi.
Gaybeti hâzır olmamak şeklinde anlamlandırmak sana yapılmış haksız bir
suçlamadır ve böyle düşünenler “zuhur” ve “huzur” (hâzır olmamak) arasındaki
farkı bilmiyorlar. Bekleyişi içinde olduğumuz gelişin, zuhur anlamındadır huzur
(hâzır olmak) anlamında değil ve sabah akşam seni çağıran sevenlerin Allah’tan
hâzır olmanı değil zuhurunu istemekteler Sen
zuhur edince herkes hayret içinde kalacak ve şaşkınlıkla daha önce seni gördüklerini
söyleyecekler. Onlar gerçekten de doğru söyleyecekler, çünkü sen bizim
aramızdasın, zira sen bizim imamımızsın. Senin adın zikredilince gönül
sahipleri kendinden geçer ve kendinden geçmiş gönüllerinin kafilesini kıbleye
yöneltir ve senin gelişini beklerler…”
8-Ve işte İmam Humeyni (r.a) dönemindeki ümmet, zulüm
semasının karanlık tavanını kırarak yeni bir plan başlattı ve şimdi bunlardan
bazılarına değineceğiz.
Ünlü Amerikalı sosyolog Immanuel Wallerstein endişeyle şöyle
diyor: “İlerlememizin önündeki en büyük engel İmam Humeyni’nin Velayet-i Fakih
doktrinidir. Tüm teoriler zamanla solar ve eskir ve tarihin bir parçası haline
gelir, ancak İmam Humeyni’nin Velayet-i Fakih teorisi her geçen gün daha canlı
hale geliyor ve birçok Müslümanı cezbediyor.”
Ünlü Amerikalı stratejist ve Beyaz Saray’a yakın siyasi
figür Alvin Toffler de şu itirafta bulunuyor: “Önümüzdeki on yıllarda karşı
karşıya olduğumuz küresel güç oyunu, İslam’ın artan gücünü hesaba katmadan
anlaşılamaz.”
Ünlü İngiliz toplumbilimci Anthony Giddens, içinde
bulunduğumuz yüzyılın temel değişimleri hakkında şöyle yazıyor: Geçmişte
sosyolojinin üç fikir devi Marx, Durkheim ve Max Weber, aralarında ufak bir
görüş ayrılığı olsa da, dünyanın genel sürecini laikliğe ve dinin
marjinalleşmesine doğru olarak değerlendirdiler, ancak 1979'dan ve İran'daki
İslam Devrimi'nin ortaya çıkışından bu yana, bu hipotezin tam tersi ve farklı
bir eğilime şahit olduk, yani dünyanın genel süreci hızla dinselleşmeye doğru
ilerliyor.
İmamet bayramında nur yağmuru mübarek olsun…
Hüseyin Şeriatmedari