Ancak hayat ve uluslararası siyaset her zamanki gibi çok
daha karmaşıktır. Avrupa’nın da kendi dış politika çıkarlarının olabileceğini
ve bu çıkarların Ortadoğu’ya kadar uzanabileceğini tamamen unutmuş gibiyiz.
Suriye’nin yeniden inşasına yapılacak yatırımlar sadece Arap ve Türk
yatırımcıları cezbetmekle kalmıyor; Avrupa Birliği’ne yönelik göçü uzak sınır
noktalarından kontrol altına almak da, çokkültürlülük ve yakın geçmişin refah
döneminde ortaya çıkan diğer ideolojik eğilimlerin hayal kırıklığına uğrattığı
Avrupalı seçmenlerin desteğini kazandırabilecek bir strateji olarak görülüyor.
Böylece, Avrupa elitleri, kamuflaj üniformasını resmi bir
takım elbiseyle değiştiren, eski bir Ortadoğulu saha komutanı olan Ahmed Şara
ile yakınlaşmaya başlıyor. Batı medyası ise onu siyasi doğruculuk çerçevesinde
tanımlamak için yeni bir ifade uyduruyor: ‘ilerici cihatçı’. Ardından, bu
cüretkâr devrimci, kendi inisiyatifiyle değil, bizzat Emmanuel Macron’un daveti
üzerine Paris’e gitmeye hazırlanıyor.
Peki, Paris’te onu ne bekliyor? Versailles Sarayı mı?
Louvre’de özel bir tur mu? Yeni boyanmış Notre-Dame duvarları mı? Bunlar mümkün
elbette. Ancak yoğun bir turistik gezinin yanı sıra, ona kibarca büyük ekonomik
sorunlarla boğuşan Türkiye'yi ve Erdoğan'ı unutması, bunun yerine mali açıdan
çok daha güçlü olan Avrupa’ya yönelmesi teklif edilecek.
Genç Suriye lideri böylesine bir cazibeye kapılır mı? Ona,
Lizbon’dan Şam’a kadar uzanan bir Avrupa vizyonu ve yeterince maddi kaynak
sunulursa, bu ihtimal oldukça yüksek. Ancak bu durum, eski destekçisini memnun
eder mi?
ZAYIFLARA KULAK ASILMAZ
Suriye, Türkiye’nin ganimetidir. Beklenmedik şekilde elde
edilen bir ganimet, başkalarıyla paylaşılmak istenmez. Ankara, yıllarca hem
Esad rejimine hem de İran ve Rusya’nın bölgedeki güçlü varlığına katlanmak
zorunda kaldı. Ayrıca, ABD’nin doğrudan desteğiyle kurulan Kürt siyasi
yapılanmaları da Türkiye için önemli bir tehdit oluşturdu. Ancak artık Suriye
Hükûmeti, Türkiye Cumhuriyeti’nin yönlendirmelerine uymak zorundadır. Eğer
birileri, “ilerici cihatçıları” Ankara’nın izni olmadan kendi safına çekmeye
kalkarsa, bu büyük bir hakaret olarak algılanacaktır. Ve Ortadoğu’da hakaretler
uzun süre hafızalarda kalır. Üstelik ortaya çıkacak rakip ne kadar güçlü olursa
olsun -bu, hatta ABD de olabilir- Türkiye için, Ankara’nın onayı olmadan yeni
resmi Şam ile ilişki kuracak herkes düşman olacaktır. Bu kural, Suriyeliler
için de geçerlidir. Onlar da Washington, Brüksel, Paris veya başka biriyle
büyük biraderin izni olmadan dostluk kuramazlar.
Ahmed Şara bunu anlıyor mu? Anlamaması mümkün değil.
Sonuçta, on beş yıllık bir iç savaştan sağ çıkmayı başardı ve ülkenin başına
geçti. Ancak, hem Avrupalı ortaklarından hem de Erdoğan’dan avantaj sağlayacak
şekilde dengeleri koruyabilecek siyasi zekâya sahip mi? İşte bu büyük bir soru
işareti. Türkiye Cumhurbaşkanı, siyasette çok daha uzun süredir bulunuyor;
sabırlı olmayı, stratejik hamleler yapmayı ve Şara'nın hayatında hiç görmediği
karmaşık siyasi hamleleri ustalıkla yürütmeyi iyi biliyor. Yeni Suriyeli
liderin Batı ile yakınlaşma girişimleri affedilecek mi, yoksa bir gün ona hatırlatılacak
mı? Bu da bir diğer soru işareti. Türkler buna genellikle 'bir gece ansızın'
diye yanıt verir. Bir gece ansızın her şeyi öğrenebiliriz.
Son olarak, bir kez daha vurgulamak gerekir ki, Türkiye’de
hem iktidar elitleri hem de halk, Esad’ın devrilmesinin kendi yardımları
sayesinde gerçekleştiğine inanıyor. Türkiye, bu çatışma sürecinde pek çok şey
kaybetti. Birincisi, Avrupa’dakinden çok daha büyük çapta bir Suriyeli mülteci
akınına maruz kaldı. İkincisi, Suriyeli mülteciler artık uzun süredir Türkiye ekonomisindeki
çöküşün ve işsizlik sorunlarının başlıca sorumluları olarak görülüyor.
Üçüncüsü, ABD ve Kürt müttefiklerinin kontrolündeki Suriye’nin kuzeyi,
Türkiye'nin güvenliği ve ulusal çıkarları açısından doğrudan bir tehdit
oluşturuyor ve devlet kaynaklarını başka projeler yerine buraya yönlendirmeyi
zorunlu kılıyor. Dördüncüsü, Türkiye, yanı başında çatışmalardan harap olmuş
eski bir Osmanlı vilayetini fazlasıyla uzun bir süre boyunca tolere etmek
zorunda kaldı.
Şimdi Suriyelilerin kimin onlar adına karar vereceğini
hatırlamaları ve Ankara’dan gelecek talimatlara uygun şekilde hareket etmeleri
bekleniyor. Eğer birileri Erdoğan’ın Şam üzerindeki baskısının yetersiz
olduğunu, Türkiye’nin bölgedeki hak ettiği etkiyi elde edemediğini, Heyet
Tahrir Şam’ın kendisine Esad’ı devirmede kimin yardım ettiğini unuttuğunu
düşünmeye başlarsa… Doğu’da bu anında fark edilir. Ve bu bir zayıflık
göstergesi olarak algılanır. Zayıflara ise kulak asılmaz/aydınlık