Başta Haaretz olmak üzere İsrail medyası kendisini,
diktatör, ırkçı, savaş suçlusu olarak tanımlıyordu. Netanyahu ve rejiminin ana
kolonlarını oluşturan aşırı dinci gruplar, Siyonist zümre, başta Avrupa,
Amerika ve Rusya’dan gelen işgalci yerleşimciler, askeri çözüm dışındaki
alternatiflere kapalı olan ordu, polis, istihbarat mensupları ve rejiminden
istifade eden tekelci kapitalist holdingler, Netanyahu’yu kurtarmak için
arayışlar içindeydi. Kurtaramadıkları takdirde onu daha az suçlu birisiyle
değiştirmeye de meyilliydi.
KORUNAKLI BÖLGEDE OPERASYON
7 Ekim 2023’te bir cumartesi günü Gazze’ye sıfır
noktada yer alan bölgede uluslararası bir müzik konseri tertiplenmişti.
Konserde İsrailli vatandaşlar, 30 farklı ülkeden gelen çift pasaportlu
Yahudiler, bunlardan 46’sı İsrail-ABD vatandaşı, İsrail’de çalışan yabancılar
vardı. HAMAS askeri komutanlığı bir emrivaki ile o gün karadan ve havadan
saldırılarla bin 200'den fazla çoğu sivil olmak üzere insanı öldürdü. 240
İsrailli ve yabancı uyruklu HAMAS tarafından alıkonuldu ve Gazze’ye götürüldü.
Bu saldırı en güvenli, en korunaklı yüksek duvarlar, bu
duvarların arasında kesintisiz mekik dokuyan askeri araçlar, gözetleme
kuleleri, termal kameralar, casus dronlar, SİHA’lar, 24 saat karadan, havadan
ve denizden takip edilen bir bölgede gerçekleşti.
AKILDA HALA ÇOK SORU VAR
Gazze’den gelen bu saldırının nasıl bu kadar kolay ve hızlı
yapılabildiği, neden önlenemediği, Netanyahu’nun bundan haberdar olup olmadığı,
İsrail istihbaratının zafiyeti mi yoksa bir planın parçası olarak mı yol
verildiği sorgulanıyor.
Mısır istihbaratının Gazze’den İsrail’e geniş çaplı bir
saldırı hazırlığının olduğunu Netanyahu ile paylaşmasına neden kayıtsız
kalındı? ABD’ye yapılan 11 Eylül 2001 saldırısı ile 7 Ekim 2023 saldırısı
arasında bir benzerlik var mı? Netanyahu 7 Ekim saldırısını neden 11 Eylül 2001
saldırısına benzetti?
Bush’un 11 Eylül’ü kullanarak ABD tekelci holdinglerinin
askeri Büyük Orta Doğu Projesi gibi bu saldırılar da büyük bir planın parçası
olarak ABD ve İsrail istihbaratı tarafından mı tertiplendi? Bu saldırının
yapılmasında HAMAS’ın içindeki İsrail ajanları kullanıldı mı? HAMAS’ın bu
hazırlığı örgütün üzerinde nüfuz sahibi olan Katar istihbaratı tarafından
İsrail’e pas edildi mi?
Tüm bu sorulara delilleriyle cevap vermek olanaksız. Ama ve
lakin, HAMAS’ın bu çapta bir askeri kalkışmayı ve bunun doğuracağı sonuçları
hesaplamaması düşünülebilir mi? Ancak en can alıcı soru şudur; HAMAS bu
saldırıyı aynı Direniş Ekseni’nde olan diğer bileşenlerle, Lübnan
Hizbullah’ı, Suriye Devleti, İran ve Yemen ile neden
paylaşmadı?
Siyasi Büro Şefi Heniyye neden bilgilendirilmedi? Askeri
saldırının siyasi önderlik haberdar edilmeden yapılması ve onay alınmaması
hangi akla ve hedeflere hizmettir? Adı üstünde bir ‘Direniş Kuvveti’ olan HAMAS
ve Filistinli örgütlerin savunmadan saldırıya geçmesi ve İsrail’e savaş ilan
etmesi için bu eksende yer alan kuvvetlerin üstesinden gelebileceği imkan,
kabiliyet, hazırlık yeterli miydi?
TEK CEPHE İMKANI VAR MIYDI?
İsrail’e yardıma gelecek olan ABD, İngiltere, Almanya,
Fransa ve müttefiklerine karşı Rusya, Çin, Latin Amerika, Asya, Afrika ve bölge
devletlerinin askeri olarak yekpare bir cephe oluşturacak irade ve imkanı var
mıydı?
Düşman cephesine karşı savaşacak kabiliyeti, iradesi ve
hazırlığı var mıydı? Bunlar düşünüldü mü, dikkate alındı mı? İsrail’in
katliamları, yıkımı, hadsiz ve pervasız saldırılarının yaratacağı tahribat ve
acılar, dost ve müttefik kuvvetlerini İsrail’e karşı harekete geçmeye, savaş
dahil karar almaya yeterli olacak mıydı? Tüm bunlar değerlendirilmeden hesap
edilmeden HAMAS neden 7 Ekim’de ‘Aksa Tufanı'na kalkıştı?
Netanyahu rejiminin oyununa mı geldiler? İhanet mi vardı? Bu
soruların belki net bir cevabı olamayacak ama HAMAS’ın bu kararının kendisi,
Filistin, Lübnan, Suriye ve belki de İran, Irak ve Yemen için bir faciaya
dönüşmüş olduğu muhakkaktır.
FİLİSTİN DÜNYANIN GÜNDEMİ OLDU
Halbuki henüz 27 Kasım 2023’ten önce Netanyahu saldırının
intikamını almak ve HAMAS ve Filistin direniş örgütlerini etkisiz hale getirmek
üzere özelde Gazze’ye genelde Filistin’e karşı başlattığı kapsamlı saldırı ve
sebep olduğu yıkım, katliamlar ve işgaller dünya genelinde çok ciddi tepkilere
yol açmıştı. Filistin meselesi alemin gündemine girmişti.
Dünyanın her yerinde yüz binlerin katıldığı, birçok Yahudi
şahsiyet ve Yahudi örgütlerin de yer aldığı, Filistin ile dayanışma ve
Netanyahu’nun soykırımını kınama mitingleri yapılmıştı. Tarihte ilk kez
Netanyahu rejimi Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılandı ve suçlu
bulunmuştu.
Hakkında tutuklama kararı çıkarılmış aranan bir cani
olmuştu. ABD toplumu ve medyası bile Netanyahu ve İsrail’i sorgulamaya
başlamıştı. ABD Kongresi dışındaki birçok devlet kendisini persona non grata
(istenmeyen kişi) ilan etmişti. İsrail’de toplum karpuz gibi ikiye bölünmüştü.
SAVAŞ İLANI
HAMAS ve Filistin direnişinin almış olduğu tek taraflı
saldırı kararına eleştirisi olmasına rağmen, isteyerek veya istemeden bu savaşa
bilfiil dahil olan geleneksel müttefikleri Lübnan Hizbullah’ı, Yemen Ensarullah
hareketi, Irak Haşdi Şabi kuvvetleri, Suriye Devleti ve İran, İsrail’e karşı
savaş ilan etmişti.
Netanyahu rejimi son demlerini yaşıyordu derken Eylül
2024’ten itibaren gelişmeler tam tersi bir hal almaya başladı. Lübnan
Hizbullah’ının yıllar içinde inşa ettiği askeri ve siyasi, medya ve ekonomik
kadroları ağır bir darbe aldı. İran, Filistin, Lübnan ve Suriye de ağır bir
yara aldı. Irak’taki nüfuzu tartışmaya açıldı.
Yemen’deki etkisi, İsrail, ABD, İngiltere saldırısı altında.
Suudi Arabistan’ın İsrail’e tehdit oluşturmaya devam eden Yemen Ensarullah
hareketine karşı en son sağlayacağı yeni 500 milyon dolarlık destekle İran
destekli Ensarullah'ın varlığı, gücü ve İsrail’i tehdit edebilme kapasitesinin
tehlikeye gireceği de aşikar.
SURİYE'DE GENİŞLEYEN İŞGAL
Gazze ve Filistin, büyük oranda gündemden düştü. Netanyahu
hakkındaki mahkeme kararı ve İsrail’deki yargılama pasif kaldı. Lübnan sınırına
askeri tahkimini sürdürüyor.
Esad’ın devrilmesi, HTŞ’nin Şam’a girmesine
paralel olarak Suriye’nin bilinen bilinmeyen tüm askeri üslerini, füze
kabiliyetini, hava kuvvetlerini, donanmasını, radarlarını, iletişim ağını haşat
etti. Suriye’nin yarım kalan Golan bölgesini, stratejik Hermon (Şeyh) Dağı’nı,
Şam’a 20 kilometre yakınına kadar olan tüm köy ve kasabaları, Suriye’nin,
Ürdün-İsrail cephesini oluşturan güney coğrafyasını işgal etti.
Bu bölgeden Ürdün sınırı boyunca Irak’a kadar uzanan,
kendisinin ‘Davut Koridoru’ adını verdiği hattı bölgedeki ABD üssü sayesinde
tam olarak kontrol ediyor. YPG’nin varlığını koruyarak Irak Kürt Bölgesel
Yönetimi dahil olmak üzere Suriye’nin petrol, doğal gaz, fosfat zengini
bölgesini bu hat üzerinden İsrail’e bağlamak istiyor. Sınırına yakın yaşayan
Dürzilere otonom bölge ve kendisine ilhak etme planları yapıyor.
HESAPLARIN ÜSTÜNDE HESAP VARDIR
HTŞ ve atadığı yeni hükûmet, Suriye’nin artık Netanyahu’ya
tehdit oluşturmayacağını, İsrail ile iyi ilişkiler inşa etmek istediğini ifade
ediyor.
Bu yaklaşım la havla vala kuvvata (ne hali ne kuvveti
olmayan) Colani ve hükûmetinin zaman kazanmaya odaklı bir taktik hamlesi mi
yoksa Avrupa’da yaşayan Şara aşiretinin en maruf ismi Dr. Hüseyin Şara’nın
iddia ettiği gibi Suriyeli ve Şara ailesinin bir ferdi olmayan Ahmet Hüseyin
Şara’nın İsrail’in eğitip donattığı aslen İsrailli olan ve İsrail’in Büyük
İsrail projesinde görevli biri olduğuna mı inanacağız?
İkincisi doğru ise bu da Netanyahu’nun hanesine başarı ve
zafer olarak kaydedilmeli. Peki tüm başarı ve zaferlerine karşılık Netanyahu,
rejimi ve efendileri bu zaferlerini 2025’te devam ettirecek mi? Unutmayın; her
şerde bir hayır vardır. Hesapların üstünde de bir hesap vardır.
Not: 2025 mazlumun zalime karşı, ezilenin ezene
karşı kazanacağı, namusluların namussuzlardan çok daha cesur olacağı bir sene
olsun. Rabbim birliğimize, dirliğimize, mutluluğumuza, kardeşliğimize fitne
sokanların, bölenlerin, istismar edenlerin hesaplarını yerle yeksan etsin. Bu
sorunun yanıtını da bir sonraki yazımızda masaya yatıralım.