KEMALİST DEVLET KARŞITLIĞI CEPHESİ
Hem “siyasal İslamcılar” hem de “ayrılıkçı Kürtler”
açısından yıkılmak istenen paradigma “Kemalist devlet” idi ve ikisi de
iki ayrı koldan Kemalist devlet ile çarpıştı. En önemli müttefikleri de ABD ve
AB oldu. (Kemalist görünümlüler ve sermayenin rolü ayrı bir yazı konusu.)
AKP’liler “100 yıllık parantez”, DEM’liler “100 yıllık
yıkım süreci” diyerek Kemalist devletten arta kalanlara karşı fiilen aynı
cepheden saldırılarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla siyasal İslamcı ile
ayrılıkçı Kürt, zaman zaman siyasi kazanç için çatışsa da tarihsel olarak
Kemalizme karşı nesnel ittifak halindedir.
Ülkücü milliyetçiler mi? Kemalist devrimin milliyetçiliği
etnisiteye dayanmıyordu ve en önemlisi antiemperyalistti. Türkiye’nin yıkım
sürecini başlatan NATO’culuk, Türk milliyetçiliğinin bu iki özelliğini, ülkücü
milliyetçilik ile adım adım değiştirdi. 12 Eylül ile Türk-İslam sentezciliğinin
devlete egemen yapılmaya çalışılması, MHP’den İslamcı-Türkçü BBP’nin çıkması,
sonra MHP’nin de İslamcılaşması ve en sonunda Türk-İslam sentezinin AKP-MHP
ittifakı eliyle rejim değiştirmesi bir bütün süreçtir.
TÜRKİYE’Yİ KÜRTLERLE GENİŞLETME
Yeni paradigma dedikleri ise 22 yıldır inişli çıkışlı
uygulamaya çalıştıkları “ABD’nin küresel düzeninin altında bir alt bölgesel
düzen kurma” hedefidir. Bunun somut ifadesi ise “Türkiye’yi Kürtlerle
genişletme”dir. AKP-MHP koalisyonunun eski Osmanlı vilayetlerine plaka
dağıtması da bu yeni paradigmanın karikatür halidir!
Esad yönetiminin yıkılması, AKP-MHP
iktidarının yeni paradigmasının yeni aşamasını başlatmış oldu.
Suriye’yi yeni paradigmalarının oyun sahası haline getirdiler. Öcalan’ı
yeni oyun sahasında yardımcı aktör olarak görüyorlar.
Önceki yazımda belirtmiştim, planları şu: Öcalan PKK’nin
kendini tasfiye ettiğini açıklayacak, PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG ise Federal
Suriye içinde özerkliğin kabulü üzerinden silahlı güçlerini Suriye ordusuna
entegre edecek.
Asıl amaç Irak ve Suriye’deki Kürtleri Türkiye
himayesine almak elbette.
ABD’NİN İRAN HEDEFİ
Suriye’deki aktörlerin pozisyonları, mücadeleleri bakımından
karışık ama hedefleri bakımından sadedir: ABD ve PYD Suriye’nin kuzeydoğusunda
bir cephe. Türkiye ise HTŞ ile yakın ama ABD’nin müttefiki. HTŞ iktidarını aynı
zamanda İsrail’e borçlu ve bu nedenle çatışma istemiyor. İsrail hem Suriye’nin
güneyini işgal ediyor hem kuzeydeki PYD’yi kolluyor. HTŞ ise Türkiye’nin
desteğine rağmen asıl ABD’nin olurunun peşinde.
Tüm bu güçler Esad’ı devirmede fiilen ittifak yaptılar.
Ve hepsi İran’ın Suriye’deki varlığından rahatsızdı. Şimdi direniş
ekseninin kara bağlantısının kopmasından topluca memnunlar.
Peki ilerleyen süreçte tüm bu güçler, fiilen İran’a karşı
aynı cephede toplanırlar mı? İşte asıl soru ve “yeni paradigmanın son
aşaması” budur!
Anımsayın, ABD ve İsrail 90’lardan beri Türkiye’de İran
karşıtlığını besliyor. Siyasi cinayetlerde sürekli Tahran’ı işaret ederek
kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. ABD ve İsrail, bölgede asıl olarak bir
Türk-Fars çatışması arzuluyor.
Geçen yıllardaki pek çok düşünce merkezi raporundan
biliyoruz ki Washington, Ankara’nın “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hevesini,
işte bu amacı doğrultusunda kullanmak isteyecektir.
Önemle uyaralım: 1639 statükosunu bozmaya çalışmak ise daha
baştan “yeni paradigmanın iflası” demektir!
Türk-Kürt birliğinin paradigması bellidir: Atlantik
düzeninde yıkıma uğrattıkları Cumhuriyetimizi, devrimle yeniden inşa etmek!
CUMHURİYET