Peki, sırlarla dolu bu mukaddes beldeyi böylesine önemli
kılan detaylar nedir?
Fahr-i Razi kendi tefsirinde başta Kâbe'nin inşa edilişi
olmak üzere onun etrafında tezahür eden birçok özelliğe değinmiştir.
1. Zemzem Suyu
Zemzem suyunun şifalı olmasının yanı sıra uzun müddetler
beklese bile diğer suların aksine bozulmadığı bilinen bir gerçektir. Ayrıca bu
su yatağı, yağmur ve kar gibi doğa olaylarının bir hayli nadir görüldüğü bu
kurak topraklarda binlerce yıldır kaynamaktadır. Yağmuru oldukça seyrek olan ve
neredeyse kar yağışına tanık olanların sayısı bir elin parmakları kadar olan
bir yerde kurumak nedir bilmeyen bir su gözüdür Zemzem. Bu elbette Allah'ın
Beyyinat ayetlerinden birisidir.
Bu su oldukça bereketlidir hatta Allah Resulü (saa) ondan
Mekke'ye gelenlere hediye ederdi. Zemzem suyunun şifalı olması, öte yandan
bozulmaması ve kokmaması da şüphesiz ayrı bir mucizedir. Kısaca bu suyun
kendisi bir başına Beyyinat ayetlerindendir.
* * *
2. Meş’ari’l-Haram (Müzdelife)
Mekke çevresinde yer alan Meş'ar, Arafat ve Mina da Yüce
Allah'ın Beyyinat ayetlerindendir. İşin özünde şiddetli yağmurların ardınca
ortaya çıkan selin getirisi olan büyük taş ve kaya parçalarının birbirlerine
çarparak kırıla kırıla meydana getirdiği küçük küçük taşların orada yağmur ve
sel olmaksızın yığılması ve ortalama her Hacının yerden yaklaşık yetmiş adet
çakıl taşı alması ve hala bu taşların bitmemesi mucizeden başka bir şey
değildir.
Yine Fahr-i Razi tefsirinde şöyle demektedir: "Yıllık
yaklaşık altı yüz bin hacının (o döneme ait) her birinin yerden yetmiş irili
ufaklı taş alıp Şeytan taşlamak için attığı o taşları remiden sonra kim
toplamaktadır acaba?! İşte bu o toprakların bir faziletidir ki çok geçmeden
taşlar kendi kendilerine bir yere toplanırlar."[1] Evet, bugün için Suudi
görevlilerin o taşları bir yere yığdığını söyleyebiliriz ama peki o dönemlerde?
* * *
3. Hayvanların Kâbe'nin Saygınlığını Koruması
Uçan kuşların birçok kutsal mekânda olduğu gibi Kâbe üzerine
de konmaması ve onu pisletmemeleri üzerinde durulması gereken bir başka
konudur. Yukarıdan aşağıya doğru süratle Kâbe'ye doğru gelen kuşların bir anda
değişik açılara yönelmeleri yine Beyyinat ayetlerinden birisidir.
Hz. Emiru'l Müminin'in mübarek haremlerinde de bu keramet
oldukça net müşahede edilebilmektedir. Orada da uçan kuşlar edebe riayet
etmektedirler.
Öte yandan şu nokta da bu kutsal belde için
naklolunmaktadır: yırtıcı hayvanlar Harem çevresinde hiçbir zaman birbirlerine
saldırmaz ve evcil hayvanlara da zarar vermezler.
Tüm bunlar bir araya geldiğinde bu toprakların sıradan bir
mekân olmadığı ve hayvanların dahi emniyet içerisine yaşamlarını sürdürdüğü
görülmektedir.
"O ki onları
yedirip açlıktan kurtardı ve onları korkudan güvene kavuşturdu."[2]
"Görmezler mi
ki etraflarındaki insanlar, birbirlerini öldürüp dururken biz Harem'i, emin
ettik."[3]
* * *
4. İbrahim Makamı
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Biz Beyt'i (Ka'be'yi) insanlara sevap kazanılacak bir
toplantı ve güven yeri yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri
edinin. İbrahim ve İsma'il'e: "Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve
secde edenler için Ev'imi temizleyin!" diye emretmiştik."[4]
Peki, hal böyle olunca kılınacak namaz İbrahim makamı
gerisinde mi olmalı yoksa makamın kendisinde mi? Bu fıkhi mesele için birçok
farklı rivayetler naklolunmuş ve bazıları ihtiyat olarak makamın gerisinde
olunmasını dile getirmiş ve bir diğer kısım da makamın kendisinde olunmasını
yeterli görmüşlerdir.
"Makam-ı İbrahim" bazılarına göre Beyyine
ayetlerindendir. Nasıl ki İbrahim'in (as) kendisi "Kane ummeten
vahideten" olmuştur onun makamı da ayat-i beyyinedir. Yani Hz. İbrahim'in
ayak izinin bulunduğu taşın olduğu yer beyyinattır ve birçok mucizeye eşlik
etmektedir. Bu makamın kendisi "ummetun vahide" derecesinde mucizeler
konusunda değerlendirilmelidir.
Şimdi nasıl olurda başlı başına Makam-ı İbrahim'i Beyyine
ayetleri olarak (cem ve çoğul halinde) değerlendirebiliriz hâlbuki o,
"Ayetu'n beyyine" olarak (müfret ve tekil halinde)dir?
Birinci olasılık şu olabilir: o sert taş aynı bir hamur gibi
yumuşamış ve bu da bir ayet, bir mucize gibi addedilmiştir. İkinci olarak orada
yalnızca belli bir yer hamur gibi yumuşamış ama diğer yerler sertliklerini
korumuştur ve bir sonraki ihtimal derinliğine yumuşamış ve ardından aynı bir
taş gibi kaskatı kesilmiştir. Dördüncü olasılık birçok düşman bu eseri yok
etmek istemiş ama o bugüne değin korunmuş olarak bizlere ulaşmıştır. Beşincisi
birçoklarının yapmak istediği ya da yaptığı üzere Müslüman ülkelerindeki tarihi
mirasları, maddi ve manevi değere sahip eserleri buralardan alıp kendi
diyarlarına götürme arzusu ama görüldüğü üzere bu makam tüm bu tehlikelerden
âmânda kalmıştır.
Günümüzde dahi üzerinde o Hazret'e (as) ait ayak izlerinin
durduğu o mübarek makam yerinde durmaktadır. Pirinçten bir koruma içerisinde
muhafaza edilen bu mübarek kademgahın üzerinde incelikle seçilmiş Ayete'l
Kürsi'nin içerisinde geçen şu cümle yazmaktadır:
"Onları koru(yup gözet)mek, kendisine ağır gelmez. وَلَا
يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا"[1]
İbrahim Makamı'nın Şekillenmesi
Acaba bu makamın şekillenmesi o Hazret'in Kâbe'yi inşası
sırasında üzerine çıkıp, inmesiyle mi vuku bulmuştur? Yoksa Hz. İbrahim'in bu
mübarek beldeye ikinci defa gelmesi ve İsmail'in (as) eşinin: "Haydi inin
de ben sizleri(n ayak ya da başlarınızı) yıkayayım." demesi üzerine Hz.
İbrahim (as) bineğinden inmeyip, ayağını orada bulunan bir taşın üzerine
koyması ve o taşta mübarek ayak izlerinin çıkması şekilde mi bu olay cereyan
eder? veyahut da o taşın üzerine çıkıp, halkın Hac etmeleri için Kabe'ye
gelmelerini ilan ettiği zamandan mı kalma? Tüm bu yaşananlar veya bunlardan
yalnızca biri de olsa ayağını taşın üzerine koymuş ve o taş bir hamur misali
yumuşayıp, o şekli almış mıdır? Bütün bunların hepsi olabilecek ihtimallerdir
ama bu konu hakkında kesin olan tek şey; İbrahim Halilullah'ın (as) ayağını o
taşın üzerine koyması ve taşın da o ayağın şekline bürünmesidir. Şimdi tüm bu
nakledilenlerden hangisi doğrudur diye sorulacak olunursa, bunun cevabı
rivayetlerde saklıdır.
Bunun bir benzeri de "Saba" suresinde Hz. Davud'un
başından geçen olaydır: Hz. Davud (as) hakkında birçok yaptığı iş dile
getirilmiştir. Bunlardan bir tanesi zırh yapma sanatıydı. Bir diğeri de
"soğuk ve sert demiri onun elinde yumuşattık!" burada Kuran'ın tabiri
"alna" olmakta yani biz onun için yumuşattık ama zırh yapımında söz
sanattan açılmakta. Çünkü zırh yapımı belli bir el becerisi istemekte, bilgi ve
tecrübeye gereksinim duymaktadır. Ayrıca bu sanat başkalarına da aktarılabilir.
Ama başkaları sert ve soğuk olan demiri parmaklarıyla yumuşatamazlar. Burada
söz öğretmekle alakalı değil. Zaten "Biz ona demiri nasıl yumuşatacağını
öğrettik" buyurmamıştır. Aynı demir döküm atölyesi gibi bu başlı başına
bir ilimdir, tecrübedir mucize değil. Şöyle buyurmuştur: "Sıradan birisi
mumu nasıl istediği gibi şekilden şekle sokabiliyorsa, demir de Davud'un o
mübarek ellerinde aynı bir mum misaliydi, istediği şekle sokabiliryordu."
İbrahim makamı da bu kabildendir ama şu farkla: "Biz o
taşı o kadar yumuşak hale getirdik ki Hz. Halil (as) onun üzerine bastığında
ayakları gömüldü ve izleri kaldı." Tüm bunlar bir kenara o ayak izleri
nasıl ki Davud (as) için demir bir sembol olmuştu, o gerçek Hak dostu Halil
(as) için de sembol oluvermişti.
Peki, Makam-ı İbrahim bir başına nasıl beyyinat ayetleri
olmaktadır? Bunun için de iki ihtimal vardır ve az önce ilk ihtimali beyan
ettik ve Zemahşeri de bu konuyu değindiğimiz gibi zikretmektedir.
Bir olasılık da: "Beyyinat ayetleri" birçok örneğe
haizdir ve bunlardan birisi İbrahim makamıdır ve bir diğeri de ayette geçen:
"Oraya giren, güvene ermiş olur." cümlesidir.
Ayetullah Cevadi Amuli
- - - - - - - - - -
[1] Bakara/255
[1] Tefsiru'l Kebir, C.8, S.145
[2] Kureyş/4
[3] Ankebut/67
[4] Bakara/125
Ehlader