Kaderci Teslimiyetçilikler

GİRİŞ: 15.11.2021 06:06      GÜNCELLEME: 15.11.2021 06:06
Rasthaber -  Kırılgan, edilgen ve konformist toplumlar/kültürler, her tür sömürgeleştirilmeye, bağımlılığa açık oldukları; bu bağımlılıklar, ilgili toplumları gerçek dünyadan uzaklaştırdığı için, sözünü ettiğimiz toplumlar/kültürler modern/seküler/ideolojik kavramsal tabulara mahkumiyetten bir türlü kurtulamıyor. İslam toplumlarının her şeyden önce, karşı karşıya bulundukları kavramsal tabulara mahkumiyetten kurtularak özgürleşme yolunu seçmeleri gerekirken, bu toplumlarda İslam, popülist/narsist/otoriter/ayrımcı/keyfi/politik çerçeveler, ihtiraslar, iktidarlar adına utanç verici bir biçimde araçsallaştırılıyor. İslam toplumlarında, İslami bütünlük ahlakı/hassasiyeti/bilinci bozulunca, bu toplumlarda İslami kişilikler, varoluşlar, karakterler, ilişkiler de bozuluyor. Bu bozulma, ilgili toplumların da bozulmalarına neden oluyor.

Bir tüketim, imaj ve görüntü toplumunda, İslam toplumlarında da içerisinde yaşadığımız toplumda da somut olarak görülebileceği üzere, çıkar/iktidar/güç mülahazaları, günümüz insanını, ne yazık ki, bağlama göre değişen maskeler kullanmaya, bu maskelerle yaşamaya sevkediyor, sevkedebiliyor. Dijital sömürgeciliğin hakim olduğu günümüzde, gerçek hayatın ve gerçek insanların yerini imajlar alıyor. İnsanlar kendilerini bağımsız tercihleri doğrultusunda değil, başkalarının özellikle de iktidar sahiplerinin beklentileri doğrultusunda şekillendiriyor. Günümüzde bir insan için bağımsız bir kişilik oluşturmak başlı başına bir mesele halini almıştır. Günümüz insanının düşünce ve davranışlarını büyük ölçüde medya araçları/ortamı/iklimi belirliyor. Bugün, sosyal medya dünyasında, sosyal ağlarda, ar/haya/edep/utanma duygularını bütünüyle yok sayarak mahremiyetlerini ifşa eden, kendi kendilerini teşhir eden, sergileyen, şöhret olmak için her tür bayağılığı/müptezelliği sahiplenen patolojik narsistler kol geziyor.

Bireyciliği ve bireyci kültürü kışkırtan neoliberal hayat tarzı, birlikte yaşama hassasiyetini bütünüyle yok ediyor. Yirmibirinci yüzyıl için, hiçbir çözümleme yapamayan, içerik üretemeyen, bu nedenle de dijital sömürgeciliğe maruz kalan İslami kesimlerde de, ebeveynlerin otoritesi bütünüyle sarsılıyor, kendileri için her şeyin mübah sayıldığı çocukların/gençlerin iktidarı dokunulmaz hale geliyor.

Sözünü ettiğimiz iklim-çerçeve-ortam, narsist kuşaklar yetiştiriyor. İnternetin küreselleşmesiyle birlikte, bireyci kültür de büyük ölçüde küreselleşti. Bireyci kültürün hakim olduğu toplumlarda başarı/verimlilik/performans ve şöhret düşüncesine bağımlılık, bireylerin, özellikle de genç bireylerin, ahlaki ve entelektüel özgürlüklerinden feragat etmelerini dayatıyor. Bireyci kültürün, tüketim kültürünün etkili olduğu toplumlarda kolay-ucuz mutluluklar, kolay ve ucuz umutlar üretiliyor, pazarlanıyor, nesneler gibi insanlar da başarısız olduklarında hurdaya çıkarılabiliyor. Aşk, mahremiyet, meşruiyet, helal ve haram sınırlarını tanımayan bir cinsellik biçimi sıradanlaşıyor, maalesef toplumsallaşıyor. İnsanlar, günümüzde daha çok biyoteknolojinin konusu haline geliyor.İnternet bağımlılığı, her tür uyuşturucu bağımlılığı gibi, zihinsel-ruhsal tahribata neden oluyor.

Aşırılıklar çağında, bilim ve teknoloji, insanlık yararına ürettiği hizmetlerden çok, nükleer kriz gibi, iklim, gıda, sağlık krizi gibi, insanlığın mahvına neden olabilecek tehditler de üretiyor. Saldırgan, dışlayıcı, yayılmacı, tekelci ihtirasların ifadesi olan modernlikler, Batılı olmayan kültürleri, özellikle de İslami kültürü, hayat tarzını ve dünya görüşünü sistematik bir biçimde ideolojik/kültürel/siyasal tacize tabi tutuyor. Müslüman bireyleri-toplulukları-halkları kültürel-siyasal taciz nesneleri olarak görüyor.  Ahlaki, stratejik, askeri hezimetler/başarısızlıklar biriktiren modern Batılı tarih sadece Afganistan karşısında, (19. Yüzyıl İngiltere, 20.yüzyıl Sovyetler Birliği, 21.yüzyıl Amerika) hiç unutulmayacak yenilgiler yaşadı. Emperyalistlere ağır askeri yenilgiler yaşatan İslam ülkelerinin, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, emperyalist sisteme, bu sistemin merkezi yapılarına, kavram ve kurumlarına muhtaç hale gelmeleri, Müslümanlar için cevapsız kalan sorular arasındadır. Amerikan emperyalizmi “Vietnam Sendromu” ndan sonra “Irak Sendromu” nu, daha sonra da “Afganistan Sendromu”nu yaşadı. “Demokratik Değerler” adına vahşet/barbarlık/sömürgecilik ve haçlı seferleri üreten Amerikan emperyalizmi “ devlet inşa etmek” gibi ideolojik bahaneler icat etmek suretiyle, devletlerin/toplumların/halkların/kültürlerin parçalanmalarına neden oldu. Afganistan’a yönelik son haçlı seferlerine, Nato şemsiyesi altında katılan ülkeler arasında Türkiye’nin de yer alması, İslami çevrelerde ne yazık ki, tartışma ve sorgulama konusu bile yapılmadı.

Modern-seküler yorumun evrensel bir tabu haline geldiği-getirildiği günden bu yana, İslami bütüne-bütünlüğe ait yorum ne yazık ki yersiz ve yurtsuzdur. Seküler yorumun evresel bir tabu haline getirildiği ve mutlak bir referans olarak kullanılmaya başlandığı tarihten bu yana, seküler yorumun iktidarı-otoritesi zamanı ve mekanı sömürgeleştiriyor.  Zamanı ve mekanı sömürgeleştiren ve evrensel bir tabu haline getirilen seküler yorumun otorite ve meşruiyetini sorgulayan, tartışmaya cesaret eden, İslami hareketler/akımlar/fikirler/fikir adamları/entelektüeller ya mutlak yabancı, ya mutlak öteki olarak terörize ediliyor, ya da marjinalleştirilerek etiketleniyor, yalnızlaştırılıyor.

Günümüzde, entelektüel anlamda, İslami özgürlükleri için mücadele etmeleri, İslami yorum ve anlam savaşlarına katılmaları gereken Müslüman aydınlar/düşünürler/ilahiyatçılar vb. İslam’a yönelik güvenlerini yitirdikleri için, evrensel tabu haline getirilen, ideolojik savaş merkezleri haline gelen modern kavramsal hapishanelere iltica ediyor. Bir diğer yanda, akılları; tutkuları-ihtirasları tarafından işlevsiz kılınan  popülist-otoriter politik ya da dini figürler ortak akla, bilince, bilgeliğe, çözümlemelere ihtiyaç duymadıkları için, topluma kendi bencil-narsist önceliklerini dayatıyor. Bu figürler, toplumlarımızda etki ve güç biriktirme mücadelesi veriyor. Etki ve güç mücadeleleri, İslami ve ahlaki sınırları yıkmaktan imtina etmiyor. Kendi toplumlarında sınırsız bir güce sahip bulunan sözünü ettiğimiz popülist-otoriter-politik-karizmatik figürler, İsrail karşısında sınırsız bir edilgenlik, sınırsız bir güçsüzlük, sınırsız bir teslimiyetçilik içerisindeler. İslam dünyası toplumlarında duygusallıklar ve kırılganlıklarla malul bir kültür, kamusal akla ve kamusal bilince geçit vermiyor. Toplumlarımızda bir antika koleksiyonculuğuna dönüşen patolojik romantizmler ve nostaljiler, kronik takıntılar ve komplo teorileri üretiyor. Yaşadığımız, maruz kaldığımız her yenilginin, her aşağılanmanın kendi zaaflarımızla, yetersizliklerimizle, sorumsuzluklarımızla ilgili olup olmadığını düşünmüyor; bütün bunların, görünmeyen bir dünyada, kapalı kapılar ardında, karanlık küresel seçkinler tarafından kararlaştırıldığına inanabiliyoruz. Günümüz dünyasında, hiçbir şeyin, sömürgeciliklerin, emperyalizmlerin, ırkçılıkların, ideolojik tahakküm ve kuşatmaların gizli olmadığını, her şeyin bütün boyutlarıyla açıkça ve meydan okuyarak cerayan ettiğini her nasılsa düşünmek/hatırlamak/bilmek istemiyoruz. Popülizmlerle, komplo teorileri arasında her zaman çok yakın bir ilişki olduğunu görmek-anlamak gerekir. Popülizm ve komplo teorileri her zaman kolaycılığı seçen, klişelere mahkum edilen, bütünlükleri görme yeteneğine sahip olmayan çevrelerde hayatiyet imkanı bulur.  Hangi toplumda ve hangi dünya görüşüne dayalı olursa olsun tahakküm ve güç ihtirasları-uygulamaları ilgili toplumları tek akla ve tek ufka mahkum ettikleri için, bu toplumlar evrensel akla-ufka-bilince ve kavrayış biçimlerine yabancılaşırlar. Tahakküm ve güç ihtirasları konusunda Cumhuriyet Türkiyesi, iki ayrı-farklı-karşıt aşırılığı birlikte yaşıyor. Tek ufku temsil eden katı ve ideolojik materyalizm, araçsal ruhsuz aklı, ruhsuz araçsal bilimi ve ulus-devleti tebcil ederken; bu gerçekliğe tepki olarak ortaya çıkan edilgen muhafazakarlık, edilgen gelenekçilik ve edilgen dindarlıklar ise, kapsamlı/bütünlüklü bir dünya görüşü çerçevesi-felsefesi-düşüncesi-kültürü ortaya koymak yerine; duygusal-otoriter-kutuplaştırıcı yüzeysel propaganda söylemleriyle-uygulamalarıyla güç ihtiraslarını, tahakküm ihtiraslarını kolaylaştırıyor.

Edilgen muhafazakarlıklar, edilgen gelenekçilikler ve edilgen dindarlıklar, entelektüel emperyalizm karşısında kaybettiğimiz İslami otorite ve meşruiyeti yeniden tahayyül etmek, yeniden tesis etmek, yeniden tarihe geçirmek yerine, ütopik fantezilerle oyalanıyor, ütopik fantezilerle geleceğe hazırlanıyor. İslam toplumlarında, İslami düşünce hayatının, ilahiyat hayatının, düşünce ve araştırma kuruluşlarının, İslam’ın evrensel anlamda yeniden nasıl otorite ve meşruiyet sahibi olabileceğine dair sistematik ve kapsamlı hiçbir çalışması yok. İlahiyat hayatı, İslami araştırma ve düşünce merkezleri-vakıfları, yirmibirinci yüzyıl için hiçbir entelektüel stratejileri olmadığı için, daha çok, bütün imkanlarını dini geçmişin arkeolojisi üzerinde yoğunlaşarak harcıyor. Bir diğer yanda hamaset dili-söylemi-siyaseti yoluyla zihin dünyaları kötürümleştirilen genç kuşaklar, bugün dijital sömürgecilik karşısında bütünüyle savunmasız ve çaresiz bir konuma terk edilmiş bulunuyor. Ütopik-politik-muhafazakar fanteziler nedeniyle, bugünün gerçekliğine yabancılaşan içerisinde yaşadığımız toplumda, paranoid bozuklukların sıradanlaşması/kanıksanması sebebiyle istisnasız her gün birkaç kadın cinayeti işleniyor. Geçmişin dini arkeolojisi üzerinde yoğunlaşan ilahiyat çevrelerinin, İslami araştırma merkezlerinin, genç kuşakların kitleler halinde dijital sömürgeciliğe açık hale gelmeleri, maruz kalmaları; kadın cinayetlerini gündelik hale getiren paranoid bozuklukların sıradanlaşması/toplumsallaşması karşısında hiçbir öneri ve çözümlemeleri bulunmuyor.

Milliyetçilikler icat edilinceye kadar İslam dünyası toplumlarında dini çokluk doğal bir durumun ifadesiydi. Günümüzde, İslam’ı nasıl algılayacağımıza, nasıl tanımlayacağımıza, nasıl yaşayacağımıza, ulus-devlet mutlakıyetçilikleri, milliyetçi-kabileci-saltanatçı mutlakıyetçilikler karar veriyor. İslam, sürekli olarak milliyetçi müdahalelere maruz kalıyor. Aziz İslam, her ülkede yerel, yerli-milli algı-temsil-yorum-tecrübe biçimleriyle sınırlandırılıyor, baskılanıyor, kontrol ediliyor. Resmi İslam, ulusal İslam, ilahiyat İslamı, medrese İslamı, tarikat İslamı, halk İslami gibi yapılar-unsurlar, evrensel İslami bilincin-bütünlüğün ufkunu kapatıyor. Yerel, yerli-milli yorumlar, her ülkede, daha çok, devlet ve iktidar çıkarlarını temsil etmek üzere kurgulanıyor. Hiçbir yerel yorumun, yerli-milli yorumun-çerçevenin İslam medeniyeti bütününü temsil edemeyeceğini bilmek gerekiyor.

Resmi, yerel, geleneksel, mistik, etnik alanlara, ilgilere, hassasiyetlere, parçalara, dar görüşlülüklere, bağnazlıklara kapatılan İslam algısı sebebiyle, Müslüman halklar/topluluklar evrensel İslami dünya görüşüne yabancılaştıkları için, evrensel dayanışma bilincine, duyarlılığına ve sorumluluğuna da yabancılaştılar. Yerel, geleneksel, mistik, etnik alanlara, parçalara, hassasiyetlere hapsedilen İslami bünye, bugün, bilimsel/endüstriyel/teknik ilerleme ideolojisi yoluyla sürdürülen emperyalist modernleştirme-sekülerleştirme girişimleri karşısında tutunamadığı için, maalesef kaderci teslimiyetçiliklere sığınıyor.

islamanaliz

YORUMLAR

REKLAM

İLGİLİ BAŞLIKLAR

REKLAM