Rasthaber - Sayın okuyucumuz, malumunuz üzere seçim sath-ı mailine
girildiğinde her parti değişik taahhütlerde bulunarak hummalı bir şekilde seçim
propagandalarında bulundular. Hemen hemen bütün parti başkanları mevcut egemen
sistem içerisinde söylevler geliştirerek çeşitli vaadleri dile getirdiler. Oysa
olay üst perdeden tahlil edilip pazılın büyük parçasına bakıldığında yapılan vaatler
"asıl ihtiyaca mebni olana" yönelik değildi. Laik rejimi kuran
iradenin ilke ve kuralları o kadar benimsenmiş ki, halkımıza bu ilkeler
"aidiyet değeri" olarak benimsetilmiş. Kimse laikliği, yani dinî
kuralları reddeden yapıyı konuşmuyor, tartışmıyor. Oysa laik rejime geçişle
birlikte yönetim işine taallûk eden ilâhî kurallar askıya alınarak devre dışı
bırakılmıştı. Böyle mi olmalıydı? Halkımızın ezici çoğunluğu olarak % 98'i
Müslüman olduğuna göre İslâmî yasalar neden gündeme getirilmiyor. Mutlak
adaletin teminatı olan bu ilâhî yasalar neden konuşulmuyor? Yanılabilir
insanların yüz sene önce koymuş olduğu kurallar çağdışı olması gerekmiyor mu?
Komünizm ideolojisi yıkıldığında Batı kentlerin bildbordlarında, Karl Marks
adına "Yanılmak insana mahsustur" yazıyordu. Bizim toplumumuzda
sadece hayat pahalılığı ve ekonomik kriz konuşuluyor. Bunun asıl sebebinin bir
sömürü düzeni olan kapitalizm konuşulmuyor. Maalesef ki halkımızın siyasîlerden
tek beklentisi piyasanın rahatlaması ve dövizin tırmanışına engel olunması.
Oysa Türkiye'nin yüz yıllık tarihine baktığımızda sürekli enflasyon yaşanmakta
ve belirli aralıklarla döviz normalin üzerinde tırmanışa geçerek
devalüasyonlara sebebiyet verilmekte. Bu durum defalarca yaşandı ve yaşanmaya
devam etmektedir. Bazılarınız, "Üçüncü Dünya Ülkeleri'nin kaderi bu"
diyebilir, ancak aklıselimce düşünüldüğünde bunun kader olmadığı
anlaşılacaktır. Zira yüce Rabbimiz buyuruyor ki, "Biz her insanın (veya
her insan topluluğunun) kaderini kendi çabasına bağladık." (İsrâ: 13)
Diğer bir ayet-i kerimede ise, "Bir toplum kendilerinde var olan ahlâk ve
erdem kurallarına taallûk eden güzel hasletleri değiştirmedikçe Allah onların
durumunu değiştirmez." (Rad: 11) Her şeyden önce ahlâk ve erdem hasletleri
çalışkan olmayı, üretmeyi, üretmeden tüketmemeyi, israftan uzak olmayı,
ticareti dürüst yapmayı, cürüm işlememeyi ve adil olmayı zorunlu kılmaktadır.
Serbest piyasa ekonomik modele dayalı olan vahşi kapitalizm ise üretim ve
üretim araçlarını ellerinde bulunduran burjuva sermayedarlarına öylesine bir
fırsat ve imkân sunuyor ki, adeta bir koyup dokuz alıyorlar. Bu durum sadece
büyük kompradorlar için geçerli değil. Ticaretin her katmanında/en ufak esnafta,
en küçük ticaret erbabında bile bu insafsızlığı, bir koyup dokuz almayı
görmeniz mümkün. Çünkü uzun yıllardan beri bu coğrafyanın insanlarında var olan
ahlâk ve erdem kurallarındaki inhirafı görebiliyorsunuz. Aldatma sonucu elde
edilen kâr kapitalizme göre meşru olabilir ama dine göre ahlâkî değildir ve
haramdır.
Bakınız, bugün yaşanmakta olan ekonomik krizden dolayı
halkımız bu minvâlden beklentilere girmiş. Doğrudur ve beklentilerinden de
haklılar. Ancak şu gerçeği bilmiş olalım ki 100 yıldan beri bu ülke bir sömürü
sistemi olan faize dayalı vahşi kapitalizm tarafından yönetilmektedir. Olayın
bu boyutu konuşulup tartışılmıyor. Vaatler ve konuşulanlar pansuman türü
palyatif öneriler oluyor. Oysa tartışılması gereken laiklik ilkesi ve
kapitalizme dayalı sömürü düzen olmalı. Halkımız 100 yıldan beri vahşi
kapitalizmin cenderesinde inim inim inliyor ve fakat bunun nedenini bilmediği
için sorunun çözümünü başka kulvarlarda arıyor.
Ne yazık ki, ekonomik hayatı en mükemmel şekilde dizayn
edecek medeniyetimizin kurucu değer ve dinamikleri konuşulmuyor, gündeme
getirilmiyor. Sistemin ürettiği sorunlar konuşuluyor fakat sorunu üreten,
soruna kuluçkalık yapan sistem/rejim tartışılmıyor. Tartışmaya açılmasına
müsaade edilmiyor. Sivrisineklerle uğraşılıyor, bataklığın kurutulması
düşünülmüyor. Biz açık bir şekilde ifade ediyoruz ki bu sömürü düzeni
değişmediği süre gelir dağılımında adalet tahakkuk etmeyecektir. Yüce Rabbimiz
buyuruyor ki: "Mülk sadece zenginleriniz arasında dolaşan bir meta
olmasın." (Hale: 7) Bakınız, sadece İslâm'da var olan sosyal adaleti temin
edecek bu anlayış hiçbir beşeri ideolojide yoktur. İslâm her şeyden önce adil
bir düzenin tahakkuku için gelir dağılımında adalet ve fırsat eşitliğini ön
görmektedir. Bu yüzden sömürü düzeni olan mevcut bu sistem değişmeli diyoruz.
Kısacası ve sonuç olarak, ilâhî değerlerimiz kapsamında
hukukun üstünlüğü prensibini esas alan, insan temel hak ve özgürlüklerine
dayalı yeni bir anayasal düzene ihtiyacımız var. Bunu talep etmek, bunun
mücadelesini vermek her Müslüman için imanî bir vecibedir. Merhum Erbakan
Hocamız diyordu ki: "Hangi cemaatten, hangi tarikattan, hangi mezhepten
olursan ol eğer İslâmî bir düzen için mücadele etmiyorsan beş para
etmezsin."