“Mehdi benim evlatlarımdandır. Onun gaybet dönemi olacaktır. Bu dönemde
ümmetten birçoğu delâlete düşecektir. O, peygamberlerin nişaneleriyle gelecek,
yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi onu adalet ve eşitlikle
dolduracaktır.”
İslam dünyasında özellikle İslami-Şii yorumunda,
kıyamete yakın bir dönemde ortaya çıkacak ve dünyayı adaletle dolduracak olan
İmam Mehdi (a.f.) inancı, yalnızca teolojik bir kabule değil, aynı zamanda
tarih boyunca mazlumların direniş motivasyonuna dönüşen bir umuda karşılık
gelmektedir. İslami kaynaklara göre İmam Mehdi (a.f.), gaybet dönemine girmiş
ve Allah’ın takdiriyle zuhur edeceği günü beklemektedir. Bu gaybet süreci,
sadece bir yokluk hali değil; müminlerin bilinçlerinin, sabırlarının ve
sorumluluk duygularının sınandığı bir dönem olarak görülmektedir. İmam Mehdi
(a.f.) inancı, zulme karşı susmayanların tarihsel referansı, hak mücadelesine
girişen her mümin için teolojik bir arka plan ve öngörüsel nitelik taşımaktadır.
Bu inanç sistemi içerisinde zuhurun şartları da net hatlarla tanımlanmıştır. İslami-İslami-Şii
rivayet literatüründe ve müfessirlerin yorumlarında, İmam Mehdi’nin (a.f.)
zuhuru üç temel toplumsal şartın olgunlaşmasına bağlı kılınmaktadır: evrensel
boyutta zulmün ve adaletsizliğin yaygınlaşması, zahiri İslam’ı temsil eden ama
batıni hakikatten uzak sistemlerin egemen hale gelmesi ve zuhurun yarenleri
olan salih insanların dünya çapında O’nun adını, hedeflerini ve zuhur
hakikatini yaymak üzere harekete geçmesi. Bu şartlar sadece dogmatik kehanetler
değil, aynı zamanda İslam toplumlarını harekete geçiren tarihsel ve devrimci
işaret fişekleri olarak okunmuştur. Dolayısıyla İmam Mehdi’nin (a.f.) zuhuruyla
ilgili bu ön koşullar, sadece bekleyişi değil aynı zamanda aktif bir hazırlığı
da zorunlu kılan ideolojik bir bilinç doğurmaktadır. Bu bilinç, 20. yüzyılda
belki de en güçlü tezahürünü İran İslam İnkılabı’nda vücut bulmuştur. 1979
yılında İmam Ruhullah Humeyni’nin öncülüğünde gerçekleşen bu inkılap, sadece
bir monarşinin yıkılışı ve yerine teokratik bir sistemin inşası olarak
görülmemektedir. Bu inkılap, İslami “Mehdeviyyet” inancının siyasal bir eyleme
dönüştüğü, adaletin ilahi bir hedef olarak devletin merkezine yerleştirildiği
bir dönüm noktası niteliğine sahiptir. İmam Humeyni, Şah rejimine karşı
başlattığı direnişi yalnızca dünyevi bir kurtuluş mücadelesi olarak değil;
ilahi adaletin yeryüzünde yeniden tesis edilmesi ve İmam Mehdi’nin (a.f.)
zuhuru için toplumsal zeminin hazırlanması bağlamında yorumlamıştır. Ona göre,
gaybet döneminde müminler pasif bir bekleyişe mahkûm değildir; bilakis bir
“hazırlık mükellefiyeti” altındadır. Bu hazırlığın ilk adımı, zalim rejimlere
boyun eğmemek ve İslam’ın özüne uygun bir toplumsal düzen inşa etmektir.
İnkılabın öncü kadroları olan Ayetullah Beheşti,
Ayetullah Murtaza Mutahhari ve Ayetullah Talegani gibi düşünürler, bu devrimci
bilinci akademik, felsefi ve teolojik düzeyde temellendirmiştir. Onlara göre
inkılap, sadece bir siyasi dönüşüm değil, Kur’an’ın ve Ehl-i Beyt öğretilerinin
çağdaş hayata uygulanmasıdır. Özellikle İmam Hüseyin’in (a.s.) Kerbela’da
ortaya koyduğu kıyam ve şehadet çizgisi, inkılabın manevi haritasını
oluşturmuştur. Her bir şehit, bu çizginin bir neferi olarak kabul edilmiş;
onların kanı, devrimin ideolojik meşruiyetini beslemiştir. Bu çerçevede
Kur’an-ı Kerim’in Tevbe Suresi 14. ayetinde geçen “Onlarla savaşın ki Allah onları
sizin ellerinizle cezalandırsın...” ilahi buyruğu, mücadele ruhunun
ilahi bir görev olduğuna işaret etmektedir. İmam Humeyni’nin devrim sonrası
yaptığı en dikkat çekici vurgu, inkılabın yalnızca İran sınırlarıyla sınırlı
olmadığı yönündedir. Ona göre İran İslam İnkılabı, aynı zamanda ümmetin
tamamına yönelik bir çağrıdır. Bu çağrı, Batı’nın emperyalist tahakkümüne ve
İslam dünyasının içine düştüğü siyasi dağınıklığa karşı bir birlik arayışını
simgelemektedir. İmam Humeyni, Hz. Mehdi’nin zuhurunun evrensel bir boyutu
olduğuna inandığından, devrimin de bu evrenselliğe hizmet etmesi gerektiğini
vurgulamıştır. Onun şu sözü bu anlayışın özünü yansıtmaktadır: “Yetkililerimiz
bilmelidirler ki, inkılabımız İran’la sınırlı değildir. Bu, dünya
mustazaflarının inkılabıdır.” Bu söz, devrimi bölgesel bir siyasal hareket
olmaktan çıkarıp Mehdevi vizyonun ümmet bilinci ile buluşma noktası haline
getirmektedir.
Bugün geldiğimiz noktada İran İslam İnkılabı’nın
etkisi, sadece bir devlet yapısı veya siyasi bir model değil, aynı zamanda
küresel düzeyde bir bilinç dönüşümüdür. Bu inkılap, Ortadoğu’dan Latin
Amerika’ya, Afrika’dan Güneydoğu Asya’ya kadar pek çok halk hareketine ilham
olmuş, mustazaf halklara “direnmenin kutsallığı”nı hatırlatmıştır. İnkılabın en
önemli kazanımı, mümin bireyde zuhurun sadece bir inanç değil, aynı zamanda bir
görev olduğu fikrini yerleştirmiş olmasıdır. İmam Mehdi’nin (a.f.) zuhuruna
hazırlık, artık sadece dua etmekle değil; adalet için mücadele, ilimle
yükselme, ahlaki arınma ve sosyal sorumluluk alma ile anlam kazanmaktadır.
Nihai olarak, İmam Mehdi (a.f.) inancı, İslami-Şii
doktrininde tarih boyunca bireysel bir bekleyişten kolektif bir sorumluluk
alanına evrilmiştir. İran İslam İnkılabı, bu sorumluluğun 20. yüzyıldaki en
somut uygulamasıdır. Devrim, gaybet döneminde yaşanan buhranı bir avantaja
çevirmiş, halkı tarihin öznesi haline getirmiştir. Şah (Emperyalime Uşaklık
Sistemi) rejiminin yıktığı sadece bir ülke değil; ümmetin inanç merkezini
tahrip eden zihniyetti. Onun yerine kurulan sistem ise, İmam Mehdi’nin (a.f.)
geleceği yönünde ümmete yol gösteren bir kılavuz, bir “öncül inkılap”tır. Artık
görev bellidir: bu inkılabı gönüllere taşımak, ümmetin birliğini sağlamak ve
zalim düzenlere karşı vakurca mücadele etmektir. Çünkü İmam Mehdi (a.f.) gelecektir.
Ancak onu beklemek, onu çağırmakla değil; onun uğruna her şeye hazır olmakla
mümkündür.
Ve
O (a.f.) mutlaka gelecektir…
Hamd, Allah’a mahsustur.
Ali Ekber
Karagöz
Kaynakça