Kudüs Müslümanlar için ne ifade ediyor. Kudüs’ün varlığı ve
değeri nedir? Kudüs dünyevi bir değer mi ihtiva eder yoksa uhrevi midir?
Kudüs’ü istememizde onu savunmamızda onunla hemhal olmamızda bizi harekete
geçiren saik aslında nedir. Dünyevi mi, nefsi mi, siyasi mi yoksa ibâdi midir?
Bugün bunları konuşalım ve
Kudüs’ü kendi iç dünyamızda olduğu gibi toplumumuzda ve öğretimizde yeniden
anlamlandıralım ve bizim dünyamızda Kudüs yeni bir anlam kazansın!
Kudüs denince hepimizin ilk
aklına gelen şey Mescit-i Aksa ve Müslümanların ilk kıblesi olması hususudur.
İnancımıza göre Müslümanlar ilk başlarda namaz kılarken Kudüs’e yöneliyorlardı.
16 ay boyunca Medine’de namaz kılan Müslümanlar Aksa’ ya yönelerek namaz
kılarken Hz. Peygamber’in Kâbe’ ye yönelmek istediğini bilen Allah cc Bakara 144
"Biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık müsterih
ol, işte şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Yüzünü Mescit-i
Haram tarafına çevir. Siz de nerede bulunursanız yüzünüzü oraya doğru çevirin.”
Ayetini nazil ederek Müslümanların artık Mescit-i Haram’ a yönelip namaz
kılmalarını istemiş hatta bu ayet nazil olduğu anda Mescit-i Aksa’ ya dönük
namaz kılan insanlar namazı bozmadan yönlerini Mescit-ü Haram’ a yani bu gün
namaz için yöneldiğimiz Kabe-i Muazzama ya dönmüşlerdir.
Bir başka rivayetlerde ise
aslında Hz. Peygamber (s.a.a.)’in hep Mescit-i Haram’ a yönelerek namaz kıldığı
ancak Medine civarında mukim bir Yahudi kavmini İslam’a ısındırmak için
Mescit-i Aksa’ ya yöneldiği de iddia edilir. Ancak bunu fark eden Yahudilerin
“yönelecek bir kıbleleri de yok” diye dedikodu yapmaları üzerine Peygamber
(a.s) yüzünü göğe çevirip bu durumdan bir çıkış için çareler aradığı ve bunun
üzerine Bakara 144’ün nazil olduğu söylenir.
Vahiyle muhatap bir masum ve
tekvini kemalâtâ sahip Peygamber’in böyle kararsız ne yapacağını bilmez hale
getirilmiş olması bu rivayetlerin her birini kendilerince anlamlı bir sebep
bulmaya çalışan yorumcuların eseri olduğunu düşünüyorum. Her neyse.. Beni
ilgilendiren aslında Peygamber (as) ‘in baştan beri hep Mescit-i Haram’ a
dönerek ibadet ettiğidir.
Buradan yola çıkarak Mescit-i Aksa’nın Müslümanların kıblesi
olmaktan çıkıp çıkmadığını sorgulamak istiyorum.
Ama şimdilik bu mesele bir kenarda dursun ve başka bir
meseleye geçelim. Bildiğiniz gibi Müslüman’lar Mekke’den Medine’ye göç ettikten
sonra müşrikler ile üç büyük savaşları olmuştur. Bunlar Bedir, Uhud ve Hendek
savaşlarıdır. Hendek savaşının Müslümanların olgunlaşmaları ve takva ve kemale
erişmeleri noktasından bir sonuç olduğunu düşünürsek bu sonuca varmalarında
diğer iki savaşın yani Bedir ve Uhud savaşının birer aşama olduğunu
düşünebiliriz. Şöyle ki; Bedir savaşı aslında Mekke’den yola çıkan bir Kervan’a
saldırmak amacıyla Müslümanların 350 kişilik bir ordu kurarak yola çıkmışlardı.
Bunu haber alan Kervan’ın başındaki Ebu Süfyan’ın Mekkelilere haber göndermesi
neticesinde Müşriklerden 1000 kişilik silahlı bir ordu toplandı ve Müslümanlara
doğru yola çıktılar. Bunu öğrenen Hz. Peygamber insanları toplayarak Kervan’a
mı yoksa Müşrik ordusuna doğru mu gidip savaşmaları gerektiği konusunda
Müslümanlar ile istişare yaptı. Elbette Müslümanların çoğu Kervan’a saldırmayı
tercih ettiler. Bunun çeşitli sebepleri vardı ama bizim üzerinde duracağımız bu
savaşın “ganimet” savaşı olması ile alakalı idi. Evet Müslüman’lar bir Kervan’a
saldırmak için yola çıkmışlardı. Kervan’ın başında en fazla 40 savaşçının
olduğunu biliyorlardı. Ama müşriklerin gelen ordusu 1000 kişilerdi ve hepsi
donanımlıydı. Ancak bu İslam’ın zaferi için ve Müslümanların bölgedeki geleceği
için stratejik bir durumdu ve Müşrik ordusunun yenilmesi bu açılardan büyük bir
kazanım olacaktı ve uhrevi karşılığı daha yüksekti. . Ama Müslüman’lar kolay olanı
ve dünyevi olanı tercih ettiler ve Kervan’a saldırılması kararı alındı. Ancak
Peygamber as orduya saldırılmasını istiyordu ve çoğunluğun isteğine uyarak bu
konuda ısrar etmemişti. Rivayetlere göre sahabe bunu fark etti ve Hz.
Peygamber’in üzülüp mahsun olduğunu görünce fikir değiştirdiler ve Müşrik
ordusuna karşı savaşa giriştiler. Haliyle onların dünyevi olanı bırakıp uhrevi
olana yönelmeleri Allah cc tarafından ödüllendirildi ve Melekleri savaşmaya
göndererek mutlak bir zafer elde etmelerine yardım etti.
Bunun yanında Uhud savaşında ise Müslüman’lar kesin bir
zaferin eşiğinde iken stratejik bir tepeye bırakılan okçuların ve sadece
onların değil Müşrikleri dağıtıp onları kovalayanların da yine dünyevi olanı
tercih etmeleri ve ganimet endişesine kapılmaları neticesinde savaş tersine
döndü ve pusuda bekleyen Halit bin Velit’in komutasında bir birlik gaflete
düşen Müslümanların üzerine saldırarak oları zelil bir mağlubiyete mahkum
ettiler.
Lafı uzatmadan ve ayrıntılara girmeden netice olarak bir
değerlendirme yaparsak eğer bir savaş bir cihat ve mücadele dünyevi istek ve
sonuçlardan arındırılıp uhrevi ve Allah rızası ve İslam’ın yüce faydası için
niyetlenip yapılırsa sonuçları da hayırlı ve başarılı oluyor. Bunun tersi ise
her zaman hezimet ve kayıp ile sonuçlanıyor. İslam Müslümanlar için bir
sınavdır ve aynı zamanda onları tekamül ettirip mükemmel varlıklar olmaya
yönelten bir programdır. Bu yüzden bütün işlerimize, eylemlerimize, ritüel ve
ibadetlerimize bu nazardan bakabilmeliyiz.
Bu yüzden yazımın başında Kudüs bize neyi ifade ediyor hangi
değeri nazarımızda temsil ediyor diye sordum. Eğer Kudüs sadece siyasi bir
anlam taşıyorsa bize o sadece bir kazanım bir cephe ve kilo metreler ile ifade edilen bir satıh bir
alan olmaktan öteye gitmeyecektir. Eğer Kudüs sadece tarihi ve arkeolojik bir
değer ifade ediyorsa bize ya da zeytinliklerine, havasına, doğasına hayran isek
dünyevi zenginlikten öteye gitmeyecektir. Eğer tarihi dinamikleri içinde
Filistinlilere ve onların şahsında Müslümanlara ait bir değerdir diye onu
savunuyorsak o zaman nefsani, bencil, tek yönlü bir anlamdan öteye gitmez ve
kibir, bencillik ve nefsaniyet ve kavmiyetçilikten başka bir şey ifade etmez.
Yine yaptığımız Kudüs günü eylemleri sadece bir ritüel haline gelmiş ise günü
ihya etmekten öteye gitmiyorsa kendimizi gösterip tatmin edeceğimiz bir adet
haline gelmişse o zaman bidat ve belki de haramdır.
Bütün bunlardan ari olarak ya da bütün bunlarında içinde
olduğu bir öz tevhidi bilinç ile Kudüs’ü savunmayı bir ibadet olarak
algılamalıyız. Evet bu günkü söylemimiz budur. Kudüs müdafaası Müslümanların
ibadetlerinden bir ibadettir ve hatta en makbullerinden biri olma ihtimalini de
taşır.
Kudüs Allah’ı birlemenin,
Peygamber’e şehadet etmenin İslam’ı yüceltmenin ve cihat ve direnişin en
takvalı en sevap ibadetidir. Bu yüzden o Kıble vasfını yitirmemiştir. Namazın
kıblesi her daim Kâbe iken cihat ve direnişin kıblesi de Mescit-i Aksa ve Kudüs
olmuştur. Öyleyse Kudüs ibadeti beş vakitten de fazladır ve kazası da yoktur.
Bu yüzden Kudüs müdafaası Müslümanların her anını ve tüm varlığını
kaplamalıdır. Ve Kudüs günü ise yılda bir kere yapılan bir kutsal Hac ibadeti
gibidir. Allah için yapılır. Manevi bir hacdır. Normal hac gibi Mekke’de Mescit-i
Haramda toplanın tavaf ve say ve kurbanı toplu yapmayı gerektirmez. Bu ibadet
Kudüs ile birlikte dünyanın tüm coğrafyasında tüm şehirlerinde tüm
meydanlarında yapılan bir ibadettir. Meydanlar tavaf edilir. Kudüs yürüyüşleri
Beytullah’ta yapılan say gibidir. Yapılan fedakarlıklar verilen şehitler haccın
Kurban fariziyesinin karşılığıdır.
FATİH BİLGİN